Bülent BakanKÖŞE YAZILARI

Karbondioksitten Sanat – Bülent Bakan yazdı…

‘Bugünlerde sanata hava kadar ihtiyacımız var.’ Diyerek söze başladığımız çok olmuştur. Böyle deriz ama havanın gerçekte ne olduğunu ne zamandır biliriz ya da pek bilmeyiz. Bu sırada bilim, sanat yorumlarımıza gizlice sızmıştır haberimiz bile olmaz. İnsan, havanın ne olduğunu hep merak etmiştir.
Antik Yunandan simyacılara bu merak bir türlü aydınlatılamamış idi. ‘Karbondioksit’i ilk isimlendiren Johann Baptista van Helmond oldu ve havada ve mineral suda aynı gazı gördüğünde ona ‘Ormanın Ruhu’ adını verdi; ’spiritus sylvestre’. 1767’de Priestly, deneylerinde karbondioksit dediğimiz gazı ayrıştırdı. Priestly, karbondioksitin su içinde kolayca çözündüğünü gördüğünde çok şaşırmıştı. ‘Hafif, keyif verici bir asit tadı var.’ notunu düştü. Bu keşif, onun inişli çıkışlı hayatındaki en keyifli anları oldu.
Priestly, bugün kürenin günlük en büyük sermaye akışına neden olan sektörün kurucusu olduğunu bilmiyordu. Gazlı içecekleri keşfetmişti. Deney malzemelerini kendi mutfağına taşımıştı. Bazılarını bira şişeleri ve bardaklarını kullanarak yaptı. Sonrasında daha gelişmiş deney malzemeleri ile devam etti. Bir işe mutfaktan başlamak lazım prensibini ilk uygulayanlardan biri oldu. Deneyleri, arkadaşları Benjamin Franklin, Lord Shelburne ile beraber bir kütüphane kurulması işine bulaştırana kadar devam etti.
Priestly, deneylerinde oksijeni ayrıştırdı ve amonyak, nitrojenleri, silikon-teraflorid ile tehlikeli bir katil olan karbonmonoksit gazını keşfetti ve fotosentezin sihrini çözdü. Priestly, 61 yaşında göç ettiği kıtada Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda görev aldı ve sonrasında aynı safta savaştığı ‘Fransızların İhtilali’ne de büyük sempati duydu.

Bayrağı Priestley’den Atlantik ötesinden Glasgow’da Joseph Black devraldı. Kimya profesörü olan Black, 1756’da karbondioksiti sistematik bir şekilde ayrıştırmayı ve kullanılabilir hale getirmeyi başardı. Ona ‘sabit gaz’ adını verdi. Karbondioksiti tebeşirden ayırdığında gazların katı halde bulunabileceğini ilk görenlerden biri oldu. Bu o gün için ‘Fransız İhtilali’ne denk bir devrimdi.

1782’de Antoine Lovosier karbon ve oksijeni karbondioksitten ayırdı ve ‘gaz acid carbonique’ adını verdi. Bulan isimlendirir. Gazlı içeceklerde bu gazı yapay olarak kullanma fikri İsveç’in Upsala kentinde ortaya çıktı. Kan kusan ve titreme nöbetleri geçiren 35 yaşındaki kimya profesörü Torben Bergman yapay olarak kaplıca etkisi yaratmaya çalışırken kendi üzerindeki harika etkisi sayesinde ilk gazlı içecekleri keşfetmiş oldu. O dönemde kaplıca tedavileri bir servet değerindeydi. Böylece 1776’da kurulan Nya Mineralvattenfabriken ve Jacob Schweppe’nin 1783’te Cenova’da kurduğu tesisler ile gazlı içeceklerin üretimi başladı ve o günden bugüne hayatımızın bir parçası oldu.

Ginger Ale 1852’de, Coca Cola 1886’da, Pepsi Cola 1893’te kürenin en yeni kıtasında üretime başladı ve kürenin tamamını etkisi altına aldı. İlk başlarda tedavi edici etkisi ile ilaç gibi görülen bu gazlı içecekler, şekerin özellikle mısır şurubunun sağlığa olumsuz etkisi açık seçik bilimsel olarak ortaya konulmasına rağmen insanları halen kendisine bağlamanın yollarını bulmuş gibi görünüyor.

Bunda görsel sanatların payı oldukça yüksektir. Gazlı içecekler, inanılmaz bir görsel arşiv yaratmıştır. Reklam ürünleri, promosyon ürünleri, içecek kapları, tabelalar, ışıklı olanlar, basılı olanlar, kasalar, şişeler ve devasa bir kültürel hafıza, kürenin tamamında etkisini sürdürmeye devam ediyor. O kadar başarılı oldular ki nostalji etkisi sürekli bir şekilde bize zamanda seyahat olanağı veriyor. Bugün ilk kullanılan şişeleri kullanan firmalara yerli üreticilerimiz de katıldı. İnsanlar gazlı içecekleri içmeye başladığında insanoğlunun başarı hikayelerine duyduğu hayranlığı paylaşıyor ve o başarının bir parçası olarak görüyor kendini. Sağlıksız olsa da başarı hikayesi varsa bir gazoz açıp açık hava sinemasında diğer bir başarı hikayesi olan sinemanın içinde zaman yolculuğuna devam edebilirdiniz. Gazlı içecekler sadece bir içecek değil bir kültürel kültün de bir parçasıdır. Bunu en etkili şekilde gösteren ve bir anlamda eleştiren Andy Warhol oldu.

Andy Warhol, New York’taki sanat atölyesine ‘fabrika’ adını boşuna vermedi. Bu fabrikada kültürel genomun bütün genetik haritasını paylaştı bizimle. Tasarım açısından en başarılı ürün olan gazlı içeceğin şişelerini, kasalarını, harflerini, satır aralarını atlamadan gözümüze soktu. Bugün müzelerin ve özel koleksiyonların en değerli parçası oldu bu fabrika eserleri. Benim de en sevdiğim işleridir. Küresel hafızaya kazınmış en güzel çivi yazılarıdır.

Bizde ise gazlı içeceklerin sanattaki dışavurumu küreninkinden çok daha şiddetli bir şekilde yaşandı. 1984 San Fransisko Manifestosu ile devrim yapan Bedri Baykam, gazlı içeceklerin dev ismi Coca Cola imgelerini büyük boyutlarda gözümüze sokunca büyük bir uyanış yaşandı. Kürede hayat devam ediyordu ve biz de onun bir parçası idik. Rahmetli AKM’deki sergiden çıktıktan sonra ilk büfeye gidip bir gazlı içecek almadım, dosdoğru okula gidip kendime bulabildiğim en büyük tuvali yaptım. 1980’li yıllar dendiğinde aklıma büyük tuvaller gelir bu yüzden. Bugün o ‘müthiş’ tablonun önünde yeniden durmak ve o yaşadığım kültürel şoku yine o aynı efsane mekânda yeniden yaşamayı çok isterdim. Darbe travmasındaki bir ülkede benim gibi gençler için oksijen maskeleri gibiydi bu işler.

Bugün karbondioksitin keyif verici imgesi çoktan yıkıldı. Gazlı içeceklerin yapay iticisi aynı zamanda küreyi başımızı yıkmak için onu ısıtmaya devam ediyor. Buzulları eritiyor ve bizi kuşatmaya devam ediyor. Ona ve onun yıkıcı etkilerini unutmak için bir sinema bileti alıp yine bir küresel felaket filminde kendimizi kahramanın yerine koyarken gazlı içeceğimizi yudumlamaya devam ediyoruz. Ben ise Atatürk Kültür Merkezi’nde o ‘efsane’ tablonun önünde zamanı durdurup orada kalmaya devam ediyorum. Binalar başımıza yıkılabilir ama kişisel ve toplumsal deneyimler durduğu yerdeler.

Duvarlarınız boş kalmasın bilimden ve sanattan uzak kalmayasınız.

 

 

 

Bülent Bakan

Başa dön tuşu