Bülent BakanKÖŞE YAZILARI

Omurgasızlar – Bülent Bakan yazdı…

Karantinalı bayramlı çıkmaz sokaklı günlerin birinde kendimi Ortaçağda zannederken Paleojen devrinde olduğumu fark ettim. Bilim ve sanat açısından iki yakası bir araya gelememiş kentimin göklerini teröre çeviren bir şahin görünümlü doğan sokağın başından sonuna silahlı keşif harekâtına devam ederken martılar kargalar ortalığı Salı Pazarına çevirdi. O zaman anladım ki boyutları değişmiş olsa da dinozorlar halen gezegenin gerçek sahibi imiş aslında.

Dinozorların kuşlara evrimi etik bilimin en çatlak teorilerinden biri olarak kabul edilebilir. ‘Jurassic Park’ filmlerinin en sevdiğim sahneleri dinozorların aramızda tavuk olarak dolaştığına dair göndermelerin olduğu sahnelerdir. Bu dinozorlar o zamanki kürede yağlı kaslı salına salına dolaşırken memeliler de bulabildikleri her delikte her kovukta karantinalı çıkmaz sokaklı günler yaşıyor ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyordu. Saklandıkları delikten çıktıklarında kürenin geniş çayırlıklarında hiçbir tane yağ ve kas yığınının kalmamış olması aklın sınırlarını zorluyor. Nasıl bir terör ortaya çıktıysa dinozorlar korkudan kaslarını yağlarını ve kemiklerini geride bırakarak çareyi uçarak kaçmakta bulmuş. Buna sebep olan şeyin bir göktaşı mı yoksa volkanik yıkım mı olduğu tartışıladursun son salgın bu türün yok oluşuna sebep olan şeyin bugünküne benzer bir pandemi olma olasılığını güçlendirdi. Bugün pandemi şartlarında kuşlar eski bir dostu görmüş gibi şakımaya devam ediyorlar insansız buldukları her köşede. 1918’lerde küreyi teslim alan hapşırık salgını da bir dinozor salgını değil mi aslında? Kuşlar dinozorların çarpılmış kendine gelmiş olduğu yeni biçimi olduğuna göre batı cephesinde değişen bir şey yok. Kürede her kim terör estiriyor ise o türün icabına bakmak bu nano-skaladaki küresel polislerin görevi galiba.

Covid 19 salgını devam ederken Mart ayında Myanmar’da dinozordan bozma kuş tezini güçlendiren kuş biçimli dinozor fosili bulundu. Bu dinozor tam 99 milyon yaşında ve bugünkü kuşlardan büyüklük olarak bir farkı yok. Bir ağaçkakan boyutundaki dinozorun gözleri kocaman ve tüyleri de doğanın gerçek bir sanatçı olduğunun göstergesi. Oculudentavis’in kırk tane keskin dişi var ve adı Latincede göz diş ve kuş anlamına geliyor. Yeteri kadar fosil olmadığından nasıl uçabildikleri henüz anlaşılamıyor ama gözleri fal taşı gibi açıldığına göre küreyi yukardan görmüş olma olasılıkları az değil. Doğanın yaratıcılığının sınırı yok. Bugün küre üzerindeki biyo-çeşitliliğin ancak kürenin toplam biyo-çeşitliliğinin yüzde biri civarına denk geldiğini düşününce insanın kafası fraktallanıyor.

Sanat ekonomisi dâhisi Damien Hirst neredeyse bütün müzelere formaldehit satışını başarıyla gerçekleştirdi. Bonus olarak da irili ufaklı ne kadar tür varsa onları da pakete dâhil etti. Kökünü kazıdığı kelebekleri paketleyip bol yağlı kassız müşterilerine konsept satışı yaptı kasasını doldurdu ama biz yine de hatırlatalım. Doğa en büyük sanatçıdır. Bunu bilen eski dünya insanları için en değerli şey bu kuşların palete sığmayan renklerdeki tüyleri idi. Bu tüylerden en güzel kıyafeti giyen şef oluyordu. Yenidünya insanları ise bu tüyler için borsa kurup fuarlar düzenleyip etini de bir güzel mideye indirip birçok kuş türünün yok olmasında başrolü eski dünyalılara kaptırmadı. Charles Darwin dinozorların peşinde koşarken ve sonra da kuşları avlamaya giderken aslında aynı türün peşinde olduğunu bilse çok şaşırırdı herhalde. Bu küre yeterince şaşırtıyor hepimizi.

Yeterince vahşi olan kürede balinalar zatürre olup sürekli hapşırırken onların da kökünü kazıyan Homo Sapiens yağlı kaslı dinozorlar gibi kürede salına salına dolaşıyor ve türün sonunun hemen dibindeki tavukların büyük büyük babası gibi olabileceğini pek anlayamıyor. Bunu en sonunda bize hatırlatan da nano boyuttaki küresel bir zorba oldu.

Yine Myanmar’da bulunan kehribar içine hapsolmuş bir fosil dinozorların da başının virüslerle belada olduğunu gösterdi. Bal arılarında halen yaşayan virüsün 98 milyon yıldan beri mesaisini aksatmadan yapıyor olması gezegenin gerçek sahibinin dinozorlar değil aslında virüsler olduğunu gösterdi. Kürenin biyolojik çeşitliliğini denetleyen ve karmaşık biyolojik yapıların ortaya çıkmasını yönetenin de bu virüslerin 7/24 devam eden mesaisi. Bu bize doğaya ve her türlü yaşama saygı göstermemiz gerçeğini hatırlatıyor. Sadece küre için değil Mars konusunda da full-profesör Carl Sagan (astronom, gezegen bilimci, evren bilimci, astrofizikçi, astrobiyolog, yazar, popüler bilimci, televizyoncu ve bilim vizyoncu) defalarca uyarmıştı. Onu dinleyen olsaydı bu karantinalı günleri yaşamaz ve Ortaçağ Labirentinde kaybolmazdık. “Mars mikrop bile olsa Marslılarındır. Mavi bilyeyi ve kükürt topunu kendi haline bırakın, onları kirletmeden gelişmenin ve keşfetmenin bir yolu vardır mutlaka” diye yazmış ve televizyon programlarında sürekli bunu hatırlatmıştı.

O günlerden bugüne kürenin düz olduğunu iddia edenlerden tutun da kürenin dört bin yaşında olduğunu iddia edenlere kadar bir sürü şarlatan çıktı ortaya. Başımıza delik bir ozon ve eriyen buzullara neden olan bir küresel ısınma belasını sardı diğer şarlatanlar. Nükleer silahlar yaygınlaştı, çeşitlendi. Karbon dışkılayan otomobiller ve içten fırtınalı makineler her alana yayıldı. Kendisi için yer altına sığınak yaptırıp her türlü bilimsel şarlatanlığa pirim veren Doktor Jeykıllar laboratuvarlardan sızıntılar yapmaya devam etti. Beş-on milyon domuz ve büyük baş nüfuslu çiftlikleri sınır dışı edip sonra da hapşıran domuzlardan insanlara geçen gripten kurtulmak için sınır dışı edilmeyen ilaç fabrikaları para basmaya devam etti. O dönemde ben bile birkaç tane Tamiflu aldım ve kullanım tarihi geçince attım. Nerede sınır dışı edilen bir Doktor Jeykıl işi varsa sonrasında hep küresel bir salgın ortaya çıktı. Bilim etik dışına meylettikçe kürenin ekseni kaydı ve bizi Ortaçağ’a geri götürdü.

Dinozorlar besin zincirinin en tepesinde yağlı kaslı salına salına dolanırken küresel zorbalıktan ancak uçarak ve küçülerek kurtulmuşlardı. Gerçi o günden beri başları avcı kediler ile belada. Kedilerin menülerinde her yıl yedikleri milyonlarca dinozor torunu var. Homo Sapiens ise dinozorlar ile aynı kaderi paylaşırsa uçarak veya kaçarak kurtulamayacak. Muhtemelen utancından yerin dibine geçmiş solucan gibi bir omurgasız türüne dönüşecek. Çünkü bugün yaşadıklarımız tam bir omurgasızlık örneği.

Duvarlarımız boş kalmasın, sadece duvarlarınız değil sokaklarımız, caddelerimiz, meydanlarımız köy yollarımız ve köy meydanlarımız da etik bilim ve butik sanat ile dolsun. Küre daha güzel bir yer haline gelir.

Bülent Bakan

Bir Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu