Yoksulluğun Hayalet Yüzü: ‘Taş Kıranlar’ – Ali Şimşek yazdı…

Performans sanatçısı Ulay’ın Carl Spitzweg’in ünlü “Şairin Odası” tablosunu çalıp, aileden habersiz bir şekilde Berlin’deki bir Türk göçmen evinin duvarına asmasını hatırlayarak, sanat ve yoksulluk üzerine iki yazıdır bir şeyler söylemeye çalışıyoruz.[1] Özellikle 17. yüzyıl Hollanda Altın Çağ ressamları tarafından üretilen yoksulluk temsilleri üzerine de bir şeyler söylemeye çalıştık. Bu dalga Franz Hals’dan 19. yüzyıl modernizminin önemli fırçalarından Van Gogh’a uzanan zengin bir görsellik yaratmıştı. Burada yoksulların “kendi” imgelerini seyretmelerinden bahsetmiyoruz elbette. Yüzlerce yıl köylülük ve kent yoksulları eğer kilisede bir ikona ya da resme denk gelmemişlerse; bırakın imajı, kendisinin ayna yansımasını bile göremeyeceklerdir.
19. yüzyılın gergin toplumsal atmosferinde çalışan sınıflar çerçevesinde yoksulluğun resme girişindeki en kritik eşikte ise Gustave Courbet duruyordu. Günümüzdeki anlamıyla “gerçekçiliğin” kurucusu olan Courbet, 1871 Paris Komünü eylemleri içinde aktif yer almış, sosyalist esinli bir sanat komiserliği çerçevesinde, İmparatorluk militarizminin simgesi, Alman toplarını eriterek yapılmış Vendom Anıtı’nın yıkılmasında aktif rol oynamıştır. Anarşizmin kurucularından Proudhon yakın dostlarındandı ve bir portresini yapmıştı. Mülkiyet Hırsızlıktır diyen eylemci, kitapları ve notlarının yanında oynayan çocukların umut dolu ışıltısı ile bakıyordu adeta.
Ayrıca modernizmin kurucu eylemlerinden olan 1863 tarihli Reddedilenler Salonu’nun Cézanne, Manet ve Whistler gibi isimleriyle beraber aktif bir katılımcısıydı. 1866 tarihli “Dünyanın Kökeni” resmi ise tam bir skandaldı. Yakın plan bir vajina vardı tuvalde. Bu ancak fotoğraf ve daha sonra sinema estetiğinin görebileceği bir görme biçimiydi. Bütün insanların geldiği köken, Klasisizmin tüysüz ve pürüzsüz beden idealiyle dalga geçercesine bütün kıl ve tüyüyle izleyiciye bakıyordu. Avrupa 1848 devrimleriyle altüst olurken yaptığı, 1849 tarihli “Taş Kırıcılar” resmi ise bir milattır aslında. 1848 tarihi başka bir “bela” olaya da şahittir. Marx ve Engels’in dünyanın “tehlikeli sınıflarına” yaptığı büyük çağrının metni Komünist Manifesto!
“Taş Kırıcılar” eylem ve özgüven halindeki yeni bir sınıfın resmidir. Ne Brueghel’in köylüleri gibi hafif grotesk, ne de Hals’ın yardıma muhtaç, yorgun melankolik yüzleriyle düşkünlerevi konuklarıdır. Courbet, figürlerini sırttan ya da verevine omuzdan konumlandırmıştır. Bu seçim çalışmanın şiddetini daha da güçlendirir. Yüzleri dolayısıyla bireyselliği deneyimlemeyiz. Herkestir taş kıran! Sırttan görüntü dedim bu gerçekten önemli bir unsur. Bugün sinemada Tarkovski, Antonioni veya bizden Nuri Bilge Ceylan’ın vazgeçilmez kadrajlarını biz aslında bir tarafıyla Alman Romantizmi’ne, Caspar David Fredrich’e borçluyuz.
Sırttan kadraj “bakanın baktığı” yeni bir dinamizm getirir resme. Biz de “bakanın baktığı”na “bakan” oluruz! Caspar David, resim tarihinde ilk defa, Yüce’nin deneyimini gösteren Rückenfigur’ü keşfetmiştir. Sarp bir uçurumdan bakan, bulutların sonsuzluğunu deneyimleyen gezgin, ya da başka bir yüceye, grup vakti kızıl, ya da Homeros’un deyimiyle “şarap rengi deniz”e, okyanusa bakan insanlar hep ortak bir deneyimi paylaşırlar. Courbet elbette Caspar’ın farkındaydı. Çalışan “özgür” kölelerin zor işi ve emeği sırttan verilmişti. ‘Taş Kıranlar’ sadece 19. Yüzyılı değil, uzun ve kısa yirminci yüzyılı da sallayacaktı elbet; 1917 Ekim Devrimi’nin egemenlere verdiği korkuyu köpürterek.
Courbet bir istisnaydı. Resim boyama yöntemi Barok ve Klasisizmle harmanlanmış yeni bir tavrı gösteriyordu. 1870 ve 80’lere gelindiğinde resim farklı bir evreye girecek; genelde Courbet unutulup Monet ve Manet isimleriyle ışıldayan İzlenimcilik, modernizmin müsebbibi olacaktır. Skandal ve ironi ile sarmalanmış, kalın boya ve fırça izinin titreşimi ile coşmuş bir dünya kafelere; orta sınıflar boheme uzanacak ve yoksulluk imgesi can sıkıcı bir anı olarak silikleşecektir. Ama onda hafif tuşeler ve ışıltı eksikti. Oysa aynı Courbet, fiili (ve de modern) ressamlık konumunu bizzat atölyesini resmederek daha önce göstermişti. Velázquez’in ünlü “Nedimeler” tablosundaki ressamın atölyesinden sonraki en sarsıcı resimdi bu. 1855 tarihli “Ressamın Atölyesinde Gerçek Bir Alegori” ismini taşıyan bu kompozisyon eski tarz ressamlığa gerçek bir vedaydı aslında. Tablonun sol tarafında toplumun her kesiminden insan figürleri yer alır.
Ressam Courbet bir manzara resmi yapmaktadır. Çıplak model pürüzsüz ve ideal güzelliğiyle akademik sanat geleneğinin bir sembolüdür. Tablonun sağında George Sand, Charles Baudelaire, Champfleury, Pierre-Joseph Proudhon ve koleksiyoncu Alfred Bruyas’nın da yer aldığı ressamın arkadaşları ve ortakları bulunmaktadır. Ressam egemen sipariş sistemi ve aristokratik-burjuva sanat anlayışının ironisini göstermektedir aslında. Tablo antik ve Rönesans idealleriyle sarhoş bir klasisizmin ve orta sınıf evlerine kadar girmiş manzara resminin dışında bir dünyayı göstermektedir aslında: Bıkkınlık! Taş Kıranların hayaleti dolaşmaktadır artık. Alegori Yunanca ve Latince soyağacı düşünüldüğünde yer değiştirme demektir. Taş Kıranlar yer değiştirmek istiyordur anlam evrenimizde. Komünist Manifesto’daki ünlü cümleyle söylersek; “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyordur” artık. Ya da toprağı kazan bir köstebek! Taşkıranların kazdığı topraktan fırlayacak başka bir hayalet.
1855’teki Paris Dünya Fuarı’nın jürisi sanatçının on bir çalışmasını fuara kabul etmesine rağmen bu tablo reddedildi. Courbet, salonun yakınlarında bir çadır kurarak kendi sergisini açtı. Bu sergi modernizmin görünürlüğünün arttığı Reddedilenler Sergisi’nin (Salon des Refusés) de habercisi oldu.
Ali Şimşek
https://www.kitaptansanattan.com/yoksulluk-nasil-gorunur-ali-simsek-yazdi/