Zambaklar – Erbil Karakoç yazdı…
“Tarih, coğrafya, Eğitimbilim tarihi, Ev idaresi, Resim, Toplum bilim, Özel öğrenme metodu, Kooperatifçilik, Askerlik, Zooteknik, Sağlık bilgisi, Ruh bilim(Felsefe)”
Yukarıda saydığım derslerin hangisinin hayatta karşılığı yoktur ki? Bu dersler Köy Enstitülerinin Cumhuriyetin ilk yıllarında yoksul köy çocuklarının hayata tutunmaları için eğitim- öğretim programı. Dönemin eğitim bakanı Hasan Ali Yücel‘in adını anmadan Köy Enstitülerini anamayız. Tabi onunla birlikte binlerce aydın öğretmen ve onların yetiştirdiği öğrenciler. Fakat isim isim anmaktan ziyade meselenin özünü irdelemekte fayda var. Köy Enstitüleri, seçkin ve ayrıcalığı olan oligarşik aile çocuklarının dışında kalan yoksul, fırsat eşitliği olmayan halk çocukları da ülke yönetiminde söz sahibi olsun diye başlatılan topyekûn bir aydınlanma hareketidir. Köy Enstitüleri, ülkemin coğrafyasının en sarp en ulaşılmaz yerlerine kurulmuştur. Bu tercih köy çocuklarının her türlü zorluğa karşı yılmadan bıkmadan mücadele etmeyi öğrensinler diye yapılan bilinçli bir tercihtir. Haftanın beş günü öğretmenlerin anlattığı dersler altıncı gün yani cumartesi günü öğrenciler tarafından eleştirilirdi. Cumartesi günleri öğrenciler hafta boyu öğretmenlerinin yapmış olduğu hataları sadece ders değil sosyal davranış konularında da öğretmenleri eleştirme haklarına sahiptiler. “Ve okul ortak kararlarla yönetilirdi.” Ezbere dayalı dersler yerine üretimi hedef alan dersler uygulamalı yapılırdı. Bugün bir öğrenci suyun H2O’dan, bir oksijen ve iki hidrojenden oluştuğunu ezbere bilir. Fakat sormadan edemiyorum;
Hidrojen ve oksijen gibi bir birine tamamen zıt iki elementin birleşmesi sonucu oluşan suyla bir fidanı yetiştirebilir mi?Yüksek ürün alabilecek bilgiyi elde edebilmek için üniversiteyi bitirene kadar beklemek zorunda mıdır?
Peki ortaokulda dahi öğrenilebilecek bir bilgi için yıllarca beklemek neden?
Orta okuldan üniversite bitip iş bulana kadarki (iş bulursa şanslı ) zaman kaybı, kimlerin cebine artı değer yani servet olarak giriyor?
İşte köy enstitüleri o zaman kaybını kendi ceplerine artı değer servet olarak indiren emperyalist-kapitalist sistemden beslenenlerin de düşmanıydı. Bunun için bile yeterliydi komünist yaftası yemesi, hakkında kara propaganda yapılması, boğularak bir kenara atılması. Oysa boğulan köy çocuklarıydı, bir ülkeydi! Bizim zambaklardı.
Bugün Finlandiya eğitimde en iyi ülkelerden biri olarak gösterilir. Orada Beyaz Zambaklar eğitim hareketi başarıya ulaştı, hem de Rusya çarlığına rağmen, hem de İsveç, Norveç, Danimarka’nın yoğun bir tehcir uygulamasına karşı ellerindeki tek ve en önemli silahı yani eğitimi kullanarak bugüne geldiler. Bakmayın siz Kuzey Denizi ülkelerine atıfta bulunulan bizim coğrafya sizinkinden zordur hamasetine. Hiçbir büyük başarı kolay elde edilmemiştir. Beyaz Zambaklar romanının son baskısı bu başarıyı sade ve çok güzel bir dille aktarır. Tabi bize yine coğrafyamızın kaderi olarak iç çekmek düşer, neden başaramadık diyerek hayıflanmak kalır. Ancak nedenini çok iyi biliriz. Öyle dış güce falana bağlamadan. Nedeni yine biziz, kendimiziz demek ki yeterince anlatamadık yeterince anlayamadık yetirince mücadele edemedik…
Peki şimdi Köy Enstitülerini yeniden açabilir miyiz? Hayatta karşılığı olduğu için kullandığım şu klişe söz üzerinden cevap vermek istiyorum “bir şey hiçbir zaman iki kez kendisi değildir.” O zaman yeni bir eğitim modeli üzerine daha fazla kafa yormalıyız. Diplomanın değil bilginin kutsallığı üzerine, piyasanın at yarışı yaptığı çocuklara gerçek eğitimin kariyerde değil hayatın damarlarında gizlendiğini ve başarılı bir çok insanın yaptığı gibi torna tezgahı eğitim sistemine hayır demeyi öğreterek yeniden başlayabiliriz. Diplomalı kötü bir bilim insanı olmaktansa, bilgili ve eğitimli iyi bir aşçı olmak daha iyidir. Diplomalı kötü bir doktor olmaktansa iyi bir çiftçi olmak daha iyidir. Tabi ki iyi bir doktor, avukat, bilim insanı… olmak için de mücadele edeceğiz. Ama bunu kariyer, para ve etiket uğruna değil gerçekleri görerek ulu bir amaç için yapacağız. Okuyan insan halkının ve ülkesinin yanındadır diyenlerin yurdunu yeniden kuracağız. Her şeyden önce kendimize güveneceğiz ve bizim zambakları kırtasiye masrafı bol, taksitlendirilmiş eğitim sisteminden ne kadar uzak tutarsak o kadar başaracağız. Tornadan çıkmış beyinler olarak değil, ortak akıl gibi vasat terimler üzerinden değil. Bilimsel akıl, farklı ve yaratıcı akıl ve akıl, aklı besler diyerek herkesin bir aklı olabileceğini zihinlerimizde idrak ederek başaracağız.
Yeter ki kendi gücümüze güvenelim.
O zaman yazıyı bir şiirle sonlandıralım:
Topraktan daha yorgun ülkem,
bir arabanın bıraktığı izden daha az iz bırakan ülkem,
senin de ozanların var,
senin de söylenecek türkülerin.
Bekle… bekle kuzular aslan olana kadar !
Erbil Karakoç