ETKİNLİKLERİzmirSERGİ

Hakan Sarıhan, ‘Ege’yi Düşlerken’ Serisi İle Sanatseverlerle Buluştu

Hakan Sarıhan, ‘Ege’yi Düşlerken’ Serisi İle Sanatseverlerle Buluştu

Hakan Sarıhan, “Belleğin Renkleriyle, Zaman Kapsülünde Yolculuk: Ege’yi Düşlerken” sergisi ile 11-25 Eylül tarihleri arasında İzmir Tekel Kültür Sanat Fabrikası / Müze Binası’nda.

Hakan Sarıhan’ın “Egeyi Düşlerken” serisi, doğanın kalbinden geçen düşsel bir akışla, zeytin ağaçlarının bilge gövdeleri ve mitolojik belleğin hayaletleri arasında salınan özgün bir anlatı kuruyor. Sanatçı, renklerin diliyle yalnızca Ege’yi değil, geçmişi, hafızayı ve umudu da resmediyor.

Hakan Sarıhan, 'Ege'yi Düşlerken' Serisi İle Sanatseverlerle Buluştu

Sanatçı Hakan Sarıhan, sergisi ile ilgili sorulara şu şekilde cevap verdi:

-Hakan Bey, “Egeyi Düşlerken” seriniz bizlere çok katmanlı bir anlatı sunuyor. Sizi bu projeye iten temel duygu neydi?

Bu proje 3 arakadaş birlikte açmayı planladığımız bir sergi projesiydi. Ortak bir tema belirlemek istedik ve “Ege” seçtik ve 5-15 Kasım 2024’te Türk-Amerikan Derneğinde açtık.  Beğenilen bir sergi oldu ve benim resimlerim için “kendimizi bir müzede gezer gibi hissettik” gibi bir söylemler oldu. Gerçi ben de öyle hissediyordum. Daha sonra büyüğüm Çetin Erokay’ın “Neden bu sergiyi bir de İzmir Arkeoloji Müzesi Sergi Salonuda açmıyorsun, çok yakışır. Biliyorsun ben açtım orda, çok da güzel dönüşler aldım.” cesaretlendirmesi üzerine girişimde bulundum. Yanıt olumlu gelince çok mutlu oldum, bu konuda Elif Erginer Hanıma özel bir teşekkür borçluyum.
Ben projeye başlarken Ege’yi yalnızca bir coğrafya olarak değil, aynı zamanda belleğin, duygunun ve hatıraların iç içe geçtiği bir iç dünya olarak düşündüm. O coğrafyada en çok gördüğüm kadim zeytin ağaçlarıydı. Ve tarih. Her bölgesi, aslında bir zaman kapsülü gibiydi. Gördüklerimden çok, hissettiklerimi resmetmek istedim. O yüzden bu seride gözlemden çok düşler ve iç sesler var.

-Eserlerinizde heykeller önde ama fondaki zeytin ağaçları hem görsel hem de simgesel bir odak olmuş. Bu figür sizin için neyi temsil ediyor?

Zeytin ağacı benim için yalnızca bir ağaç değil; bir hafıza taşıyıcısı. Kökleri binlerce yıl öncesine uzanıyor ama hâlâ dimdik ayakta. Bir yandan yaşamın sadeliğini, öte yandan da başkaldırısını temsil ediyor. Nazım Hikmet’in “yetmişinde bile zeytin dikeceksin” dizelerinde olduğu gibi… Benim tuvallerdeki zeytin ağaçları da tam olarak bu anlamı taşıyor: geçiciliğe karşı, yıkıma, talana karşı direnişin ve umudun simgesi.

-Bu sergide figüratif unsurlar yani heykeller oldukça önde ve realistin br tarzda. Ancak figürlerin yer aldığı sahne ve kompozisyonlar, çağdaş bir duygusal ve anlatımsal bağlama sahip. Arka planlar ise rüyamsı, düşsel ve duygusal yoğunluğu yüksek bir izlenim veriyor. Renk paleti oldukça ekspresif. Özellikle mavi, kırmızı, mor ve turuncuların karşıt kullanımı, içsel bir çalkantıyı ya da bir ruh hâli ile sürrealist ve ekspresyonist eğilimler gösteriyor. Bu tercih sizin sanat pratiğinizde nasıl bir yere oturuyor?

“Egeyi Düşlerken” serisinde figüratif heykel unsurlarının önde, daha belirgin, realist bir anlatımla öne çıkması bilinçli bir tercih. Bu figürler, yalnızca estetik değil, aynı zamanda tarihsel ve simgesel bir yük taşıyor. Mitolojik kahramanları çağrıştıran bu heykeller, Ege’nin kültürel belleğini, zamanın katmanlarında saklı kalan o ortak insanlık hikâyesini temsil ediyor. Ama ben onları yapıldığı konu bağlamında değil, kendi kurgusal öykümün bir aracı olarak ele aldım. Bu figürler sadece biçim olarak değil, mitolojik bir atmosfer de yaratıyor. Ancak bu mitoloji, idealize edilmiş tanrılar ve kahramanlardan ziyade, insani duygularla dolu, kırılgan, korkan, yorgun ama aynı zamanda sevgi dolu direnen, savaşan insanlar…

Arka plandaki soyutlamaysa, bu figürlerin içinde var olduğu duygu iklimini tanımlıyor gibi. Rüzgarın sesi, toprak kokusu, bellekte yankılanan eski bir türkünün izi… O soyut alan, izleyiciyi doğrudan görsel gerçeklikten alıp, düşsel bir Ege’ye taşırken bazen öndeki heykellerle uyumlu bazense zıtlık oluşturuyor.

Ben resimleri oluştururken en çok bu iki unsurun birlikteliği ve ahengini dert edindim: Biri bedenin, diğeri ruhun yansıması gibi. Figürler zamana karşı duran birer tanık; soyut alanlar ise belleğin sızdığı yer. Bu anlamda, sergide kurduğum görsel denge, sadece biçimsel değil, aynı zamanda varoluşsal bir denge. Ege’yi sadece bir manzara olarak değil, duyumsal ve tarihsel bir katman olarak düşlemek istedim.

Maviler, kızıllar, sarı-toprak tonları. Bunların her biri Ege’nin hem serinletici hem de yakıcı doğasını içselleştiriyor. Mermerin sadeliği ve dinginliği de yalnızca biçimsel bir tavır olarak değil, ruhsal bir ifade yolu olarak görüyorum.

-Sergi teknik anlamda da oldukça etkileyici. Fondaki hareketli ve canlı yaklaşım ile figürlerin heykelsi, yumuşak ve az renkle ele alınmasınında teknik zorlukları çözmek zor olsa gerek?

Duygular ani gelir ve o an tuvale geçirmezseniz, buharlaşır. Fırça darbelerim de o nedenle çoğu zaman sezgisel ve ritmik. Yüzeydeki katmanlılık, zamanın katmanlarını da temsil ediyor. Bazen üst üste gelen renkler arasında geçmiş ve şimdi iç içe geçiyor. Bu plastik derinlik, benim için anlatının bir başka dili oluyor ve akrilik benim için düşüncenin hızına yetişebilen bir teknik.

-Son olarak, izleyici bu sergiden neyle ayrılmalı sizce?

Bir duygu iziyle… Belki tanıdık bir kokunun, belki bir çocukluk yazının, belki de bir düşte gezilmiş bir yerin izlenimiyle. “Egeyi Düşlerken”, yalnızca dışsal bir yolculuk değil; içe dönük bir keşif de aynı zamanda. Umarım her izleyici kendi iç sesine, kendi belleğine bir kapı aralar bu resimlerin karşısında. Bence “Ege’yi Düşlerken” yalnızca bir sergi değil; bir belleğin, bir coğrafyanın ve bir ruh hâlinin düşsel haritasıdır.

Hakan Sarıhan, 'Ege'yi Düşlerken' Serisi İle Sanatseverlerle Buluştu

Prof. Dr. Zuhal Arda ise Hakan Sarıhan’ın ‘Ege’yi Düşlerken’ resimleri üzerine şunları yazdı:

Zeytin ağaçları… Göklere ulaşan ululuğu olmasa da kökleri çok derinlere ulaşan, insanoğlunun çok eski zamanlarından beri sağlık, şifa dağıtan bir ağaç. lslık çalarak esen rüzgarın tepelerde, zeytin ağaçlarını okşayarak geçtiği yamaçlarda yaşar, ama uzun ömrüyle geçiciliğin gerçekliğine bir başkaldırı gibi dimdik ayaktadır.

Nazım Hikmet’in “Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin” dizeleriyle anlattığı hayata kök salmak için bir simge ağaç. Yaşamın, huzurun, yararlılığın simgelediği bir bilgelik gibi…

Hakan Sarıhan’ın son sergisindeki renk renk resimlediği zeytin ağaçlarının, ulu gövdelerinin yanında mitolojik kahramanların  heykellerinin çarpıcı şekilde birlikteliği dikkat çekmektedir. Birbirinden çok ayrı ögeler gibi görünse de bu birliktelik, çarpıcı bir ideyi yansıtmaktadır. Dünya durdukça ayakta kalacak, geçmişi ve geleceği simgeleyecek bir birliktelik bu. Yok olan değerlere, rant uğruna yok edilen milli servet zeytinliklere, sanat eserlerinin bilinçsizce yok edilişlerine bir başkaldırıdır bu. Tıpkı sanatın hayata başkaldırısı ve selam duruşu gibi.

İnsanoğlunun gizemli öykülerinden, binlerce yıldır nesilden nesile aktarılan hikayelerden yola çıkan mitolojik kahramanlar ve ölümsüzlüğü niteleyen zeytin ağacının bu birlikteliği geç dönem romantizmi gibi sarmaş dolaş bu resimlerde. Hüzün ve geleceğe dair umut da aşılıyor izleyende.

Bu resimler sanatçının yaşama dair bir iç sesi, izleyene sonsuzluğun ifadesini fısıldar gibi…

Geçmişin Denizci Hastalığı, Bugünün Sessiz Tehdidi: ‘Skorbüt’

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir



Başa dön tuşu