
Brontë’lerin Memleketinde Kısa Yolculuk – Oğuz Makal yazdı.
Geçtiğimizi günlerde, kuzenim fotoğraf sanatçısı Çeyiz Makal Fairclough ve yine Leeds’te yaşayan fotoğraf sanatçısı Murat Özkasım’ın kışkırtmasıyla Manchester-Leeds, galeri (örneğin William Turner baskıları), bienal filan derken “West Riding of Yorkshire” bölgesindeki Haworth köyünde kendimi buldum.
Tabii ki köye kimliğini veren İngiliz edebiyatının klasikleri arasına yerleşmiş yapıtlarıyla ünlenen üç kardeş, Brontë ailesiydi. 19. yüzyılın ünlü edebiyatçı kardeşler Charlotte, Emily ve Anne’i bilmemek, Charlotte’un Jane Eyre, Emily’nin Uğultulu Tepeler’ini okumadım demek neredeyse olanaksız. Ama başlangıça ne Charlotte, ne Emily ve ne de Anne vardı. Dönemin ve İngiltere’nin özelliği bu üç roman yazarı ve üç şair yerine Currer, Ellis ve Acton Bell adını taşıyan üç erkek yazar vardı…
Emily, Charlotte ve Anne yapışık kardeşler gibi, o nedenle Haworth köyü The Brontë Country (Brontë’lerin Memleketi) olarak akıllarda yer etmiş. Zaten sokaklar, evler ve öğretmenlik yaptıkları okul, müze, babanın rahipliğini yaptığı Brontë Kilisesi, Kilisedeki göz alıcı vitraylar, Brontë’ler damgasını taşıyan hatıra eşyaları, kartları, kitapları bulabileceğiniz şık dükkanlar, birkaç yudum Guinness ile yorgunluk atabileceğiniz birkaç pub ve adım başı karşınıza çıkan iç açıcı çiçekler Brontë Kardeşler ve Haworth’ı anımsatıyordu.
Benim yaptığım gibi bu bölgeyi tümüyle gezme olanağı olursa yani Haworth’i çevreleyen ve Moors denilen kırsalı, Uğultulu Tepeler ve Jane Eyre romanlarını yazdıran, esini olan doğa ve yaşamı, Sanayi Devri İngiltere’sinin özellikle dokuma-kumaş üretim fabrikalarını, neredeyse on iki saat çalışan işçilerin başını soktuğu küçük soğuk evleri, kısaca sınıfsal mülkiyet ilişkilerinin hala ayakta duran taş, isli, yorgunluğu belli izlerini görebiliyordunuz. Kuşkusuz Brontë’lerin yaşadığı dünyaya biraz dikkatle bakarsanız yoksulluğun, azla yetinmenin, soğuk kış günlerinde üşüme ve sonuçta hastalanmanın izlerini de görmek olanaklıydı.

Şu saptama sanki söyleyeceklerimin özeti:
“19. yüzyılın toplumsal cinsiyet rolleri içinde, cinsellikten bahsetmesi bile tuhaf karşılanan Emily Brontё’nin Uğultulu Tepeler’i günümüzde, Fransız psikanalitik feminizmin öncülerinden Juliet Mitchell tarafından kadın bireyselliğinin tüm Viktoryen ataerkil kuşatılmışlığını simgeleyen bir başyapıt olarak değerlendirilir.”
Unutmamak gerekir; kardeşlerden Anne Brontё, “dönemin romantik edebiyatından” ayrılır, buna örnek gerçekçi bakış açısıyla kaleme aldığı iki roman Agnes Grey (1847) ve Wildfell Hall’ın Kiracısı adını taşır.
Yapıtları ilgi görünce gerçek adları ile tanındılar, ama zaman fırtınası kardeşlerden Charlotte’u “hani acı uzun, neşe kısadır” derler ya hızlı bir hastalıkla sonsuzluğa götürdü. “Uğultulu Tepeler” romanın yayımlanmasından kısa bir süre sonra, öteden beri hasta olan Emily’nin sağlığı hızla bozulmaya başladı. 1848’de veremden öldü. Can Yayınları’ndan çıkan Uğultulu Tepeler’in arka kapağında “Emily, Brontë kardeşlerin belki de en önemlisi olmasına karşın, sessiz, içine kapanık kişiliğinden ve ardında önemli bir yazışma bırakmamasından dolayı, yaşamına ilişkin bilgiler çok kısıtlıdır. Tek romanı Uğultulu Tepeler, ruhsal yaşamının gizlerini aydınlatmak yerine daha da karanlıkta bırakır” yazıyordu. Genç ölüm sadece Charlotte’u izlemiyordu, önce iki ablaları çok küçük yaştayken, diğer kardeşleri ve ağabeyleri Branwell de yine çok genç yaşta hayata gözlerini kapamıştı. Tüm ailesini kaybeden baba acı içinde geride kalmıştı, kalbi paramparça…
Keşke bu ara James Tully’nın yazdığı biyografik “Charlotte Brontë Cinayetleri”ni okusaydım. James Tully, araştırmacı yazar kimliğiyle Brontë efsanesinin arkasındaki gerçeği -yoksa gizi mi- kurgu da olsa okura sunmuş.
“Kitabın konusu geliştikçe rahatsız edici birçok soru ortaya çıkmaya başlıyor. Bu üç kız kardeş nasıl oluyor da taşrada, herkesten uzak yaşarken böylesine karanlık ve karmaşık tutkular hakkında bu kadar çok şey biliyorlardı? Charlotte’ın kocası Arthur Nicholls’un, Emily’yle onu hamile bırakacak kadar yakın ilişkisi var mıydı? Kız kardeşlerin meşhur takma adı, hepsini yöneten ve hayatlarını değiştiren bir erkekle mi ilgiliydi? Arthur Nicholls neden Charlotte’ın arkadaşlarına mektup yazmasını istemiyordu ve Neden Mrs. Gaskell’in Charlotte Brontë ‘nin hayatını yayımlamasını engellemeye çalıştı?”
Bu sorular doğrusu baş döndürüyor. Ama Jane Eyre’in ünlü çatıdaki deli kadın Bertha Mason karakterini, yirminci yüzyıla, ”İngiliz sömürgeciliğinin kadın üzerinden işleyen sistemine şiddetli bir eleştiri getiren” Jean Rhys’in “Geniş Geniş Bir Deniz” kitabını okumuştum-bir kez daha okuma zamanı…

Bu yazı, bir gezinin çağrışımları notları oldu. Öyleyse, Jennifer Barclay’ın kaleme aldığı “Edebi Ziyafet”, yani “bir eliyle sos karıştırırken diğeriyle kitabının sayfasını çeviren, hem edebiyattan hem de mutfaktan keyif alanlar için özenle hazırlanmış, benzersiz bir tarif kitabı”ndan Charlotte Brontë ’nin Jane Eyre’de “leziz ziyafet çektik ve tanrıların yemeklerinden yiyip balözlü içkilerinden içtik” dediği sayfanın esiniyle olsa gerek “Açlıktan Ölenler İçin: Tanrılara layık Nefis Kimyon Tohumlu Kek” tarifinden söz etmeliyim. Ama Barclay tarif öncesi şöyle yazacaktır:
“Önce ebeveynlerini kaybeden Jane yetmezmiş gibi kısa süre içinde vasisi ve amcasını da kaybeder.(Bu noktada Oscar Wilde’ın Lady Bracnell’i romana dahil olsaydı, “İkisini birden kaybetmek dikkatsizlikten ibaret gibi görünüyor” derdi). Böylece Lowood kız Lise’sine gönderilir, Okul müdürü tarafından aşağılandıktan sonra, öğretmeni bayan Temple, Jane ve arkadaşı Helen’i kendi salonunda çay içmeye davet etme nezaketinde bulunur. Tarifte yer alan kimyon tohumu , meridyen rezene, Frenk veya Fars kimyonu olarak da bilinir ve pek çok farklı kültürün mutfağında yaygın olarak kullanılmaktadır. Misafirlerinize rahatlıkla ikram edin, gülümsemenizi de eksik etmeyin.”
Malzemeler (Hazırlanışı tabii ki kitabın 181.ci sayfasında…)
120 g eritilmiş tereyağ
120 g pudra şekeri
3 adet büyük boy yumurta
175 g kendiliğinden kabaran un
2 çay kaşığı ezilmiş kimyon tohumu
50 g ezilmiş badem
3 yemek kaşığı süt
Bazı gezilerle çağrışımların uçup gitmesini istemiyorsunuz. Anlar ve sadece anlardan birkaç damla bu yazıda birikti.
Oğuz Makal





























































