KÖŞE YAZILARIHEYKELSANATTANVecdi Uzun

Sıradan Olanın Farklılığı: Özgür Ballı

Sıradan Olanın Farklılığı:
Özgür Ballı

“Yapay Zekâ (AI ), bilgisayar uygulamalarının insan benzeri zekâyı taklit etmesini sağlar ve sorunları çözebilir, tahminlerde bulunabilir ve çözümler sağlayabilir. Artırılmış Gerçeklik (AR), sürükleyici bir ortam oluşturmak için gerçek dünyadaki nesneleri sanal bir platformda geliştirir.”
-Özgür Ballı

Son dönemde Yapay Zekâ, Artırılmış Gerçeklik ve Dijital Sanat kavramları iç içe kullanılmaya başlanılması sonucunda teknolojiyi sanatın önüne alan bir yaklaşım ortaya çıktı. Özellikle sanat dünyasının bir kısmı bu süreçleri yok sayarak bilinen görsel sanat yaklaşımı ile duvar resimleri yapmaya devam ederken adeta Yapay Zekâ, Artırılmış Gerçeklik ve Dijital Sanatı yok saymakta, diğer bir kısım ise geleceğin teknolojisini merkeze alırken yüzyıllardır aşamalar geçiren sanatı komple yok saymaktadır. Yapay zekâ ve sanat ilişkisine tarihsel süreç üzerinden bakılmadığında her şey havada asılı kalmaktadır. Konuya teorik açıdan yaklaşırken, bir sanatçı duruşuyla teoriyi uygulamaya dönüştürebilen ve konunun anlaşılması sistematik olarak gayret gösteren Özgür Ballı’yı bu çabalarıyla tanıdım.

Çoğu sanatçının henüz konuyu anlamamakta gayret sarf ettiği ortamda yeni sanatı uygulamaya koyarak eleştiri oklarına da hedef olma riskini de göze alabilen bir sanatçı olan Özgür Ballı, sıradan olanlar arasında farklı olmaya devam etmektedir. Konunun kaynağından anlatılması amacıyla belirli süreçte karşılıklı konuşmalarımız sonucunda Özgür Ballı’nın konuyla ilgili olarak hazırladığı yazıyı doğrudan onun cümleleriyle paylaşmaktayım:

Sanat Pratiğim ve Türkiye’de Çağdaş Sanatın Algılanışı Üzerine

Sanat yolculuğumun ilk dönemlerinde, dijital sanat, artırılmış gerçeklik, sanal gerçeklik ve teknoloji–sanat ilişkisi üzerine, özellikle heykel disiplini bağlamında yoğunlaştım. Fiziksel nesne ile dijital imge arasındaki sınırları tartışmaya açıyor, heykelin maddeselliğini yeni medya teknolojileriyle dönüştürmenin yollarını arıyordum. Daha sonra ise yapay zekâ kavramının dünya genelinde yaygınlaşmasıyla birlikte; Hacettepe Üniversitesi’nde Sanatta Yeterlik sürecimde yapay zekâya ait bu ilgim daha belirginleşti; kendi imkânlarım ve dönemin algoritmalarını kullanarak yapay zekâ destekli bir sanatçı uygulaması geliştirmeye çalıştım. “Günümüz Sanatında Dijitalleşme; Posthümanizm Bağlamında Sanat ve Sanatçının Yerini Alan Algoritma: Post-Sanatçı” adlı bu tez/bu girişim, yalnızca teknik bir deneme değil, aynı zamanda sanatçının üretim sürecindeki rolünü, makineyle işbirliğini ve yaratıcılığın sınırlarını sorgulayan kavramsal bir araştırmaydı. Günümüzde ise sosyal medyanın hızla değişen dinamikleri ve yapay zekâ destekli yazılımların erişilebilirliği, pratiğimi doğal olarak farklı bir yöne taşıdı: artık üretimlerim daha çok yapay zekâ destekli bir alanda yoğunlaşıyor. Bu geçiş, benim için yalnızca bir teknik tercih değil, çağdaş sanatın günümüzde aldığı yönün, görsel kültürün dijitalleşmesinin ve sanatçının rolünün yeniden tanımlanmasının da kaçınılmaz bir yansıması.

Transhümanizm ve posthümanizm kavramları üzerine yaptığım kuramsal okumalar ve sonrasında bu alanda kaleme aldığım kitabın, düşünsel pratiğim açısından bir dönüm noktası olduğunu söyleyebilirim. İnsan-sonrası varoluş biçimlerinin, teknolojinin insan bedeni ve bilinciyle kurduğu ilişki üzerinden yeniden düşünülmesi, yalnızca felsefi bir tartışma değil, aynı zamanda sanat üretimi için de verimli bir zemin sundu. Bu okumalar, sanatçının öznesini ve üretim biçimlerini insan-merkezci bir bakış açısından çıkarıp daha çok makine, algoritma ve dijital ortamlarla kurulan işbirliğine doğru yönlendirdi. Dolayısıyla yapay zekânın sanat alanında bir araç ya da ortam olarak kullanılması fikri benim için yalnızca teknik bir yenilik değil, aynı zamanda posthümanist düşünceyle uyumlu kavramsal bir açılım niteliği taşıyor. Yapay zekâ, insan yaratıcılığını tamamlayan, bazen de sınırlarını zorlayan bir ortak hâline geliyor; bu durum hem sanatın geleceğine dair hem de insan-sonrası estetik bir deneyime ilişkin oldukça heyecan verici imkânlar barındırıyor. Bu bağlamda benim için sanat yalnızca görsel bir üretim değil; düşünsel, tarihsel ve kuramsal bir arayışın görselleşmiş halidir. Instagram hesabımda paylaştığım yapay zekâ ile üretilmiş çağdaş ve postmodern işler, çoğu zaman ilk bakışta biçimsel tuhaflıklarıyla dikkat çekiyor. Ama benim için asıl mesele, bu biçimlerin ardında hangi soruları, hangi tarihsel göndermeleri ve hangi kuramsal tartışmaları barındırdığıdır.

Sıradan Olanın Farklılığı:
Özgür Ballı

Türkiye özelinde çağdaş sanatın algılanışında, uzun zamandır hissettiğim bir eksiklik var: Sanat eserleri çoğunlukla sadece görsellik üzerinden okunuyor. Beğeni ya da beğenmeme düzeyinde kalıyor. Oysa çağdaş sanatın temelinde, kavramsal sorgulamalar ve tarihsel bağlamlar vardır. Bu bağlamdan koparıldığında eser, salt “güzel” veya “ilginç” bir görüntüye indirgeniyor. Yapay zekâ ile yaptığım çalışmalar da sıklıkla böyle yüzeysel bir algıya maruz kalıyor.

Benim pratiğimde yapay zekâ bir araç olmanın ötesinde, sürecin görünür bir parçası. Rastlantı ile niyetin, algoritma ile sanatçının buluştuğu o kesişim noktasını araştırıyorum. Çoğu zaman bozulmuş formlar, yabancılaşma etkisi, görsel rahatsızlık ya da bilinçli deformasyon bu yüzden ortaya çıkıyor. Bu deformasyon, aslında postmodern estetiğin temel kodlarından biridir. Mükemmellikten çok kırılmayı, bütünlükten çok parçalanmayı, tek anlamdan çok çoğulluğu işaret eder. İzleyiciyi “Güzel”in ötesine, düşünmenin alanına davet etmek isterim.

Ne var ki bu davet, kuramsal ve tarihsel altyapı olmadan çoğu zaman yanıtsız kalıyor. Çünkü çağdaş sanatı okumak için, modernizmden postmodernizme uzanan estetik kırılmaları, sanat tarihinin dönüm noktalarını, kavramsal sanatın ortaya koyduğu soru biçimlerini bilmek gerekiyor. Yapay zekâ temelli sanatı ise ayrıca teknoloji, dijitalleşme, görsel kültürün dönüşümü gibi alanlardan beslenerek okumak gerekiyor. Türkiye’de bu bilgi alanlarının çoğu zaman eksik kalması, sanatın potansiyelini gölgeleyen bir durum.

Çalışmalarımda sıkça ele aldığım temalar — gerçek ile sanal arasındaki bulanık sınırlar, insan-makine işbirliği, estetiğin teknolojik müdahalelerle nasıl dönüştüğü, görsel kültürün hızla tüketilen bir nesneye dönüşmesi — hep bu kuramsal tartışmaların uzantısıdır. Benim için sanat, bugünü ve geleceği anlamak için bir sorgulama biçimidir. Yapay zekâ ile üretim yapmak, aslında teknolojinin insan deneyimini nasıl şekillendirdiğini görünür kılmak için kullandığım bir stratejidir. Türkiye’de çağdaş sanatın çoğu zaman “anlaşılmıyor” diye etiketlenmesi, aslında bu kuramsal ve tarihsel bilgi eksikliğinin bir sonucudur. Bir eseri anlamak, sadece ona bakmakla değil, onun referanslarını takip etmek, arkasındaki düşünsel ve tarihsel arka planı görmekle mümkündür. Bu yüzden benim sanat pratiğim, sadece görsel bir deneyim sunmak değil, aynı zamanda izleyiciyi daha fazla sorgulamaya davet eden bir alan açmaktır.

Sıradan Olanın Farklılığı:
Özgür Ballı

Ben işlerimde, görselliğin cazibesini kullanarak izleyiciyi kendine çeken ama aynı zamanda onu rahat bırakmayan, sürekli yeni sorular sorduran, daha önce yapılan ve sanat dünyasında kabul gören modern ve postmodern çalışmalara yeni göndermeler barından bir estetik yaratmaya çalışıyorum. İzleyici çoğu zaman “neden böyle?”, “bu neyi ima ediyor?”, “teknoloji burada ne rol oynuyor?” gibi sorularla baş başa kalıyor. İşte sanat benim için tam da burada başlıyor: sorularla, rahatsızlıklarla, belirsizliklerle.

Son dönemde yapay zekâ destekli üretimlerim, yalnızca yerel bağlamda değil, evrensel ölçekte de izleyiciye temas ediyor. Paylaştığım çalışmaların farklı ülkelerden, farklı kültürel arka planlardan insanlarda benzer duygusal ve düşünsel karşılıklar bulduğunu gözlemliyorum. Bu durum bana, çağdaş sanata bakışın Türkiye’de sınırlı olmadığı, dünya genelinde de çoğu zaman aynı yüzeysellik ve benzer bir mesafe ile karşılandığını gösteriyor. İzleyici hangi coğrafyada olursa olsun, kuramsal ve tarihsel bilgiye ulaşmadan yapılan sanat okumaları eksik kalıyor; görsellik çoğu kez düşüncenin önüne geçiyor. Dolayısıyla işlerim hem yerel hem evrensel düzeyde ortak bir boşluğu görünür kılıyor: çağdaş sanatı yalnızca gözle değil, düşünceyle de izleme ihtiyacını.

Benim işlerimin izleyici kitlesi bugün için çok geniş değil; bu da aslında çağdaş sanatla uğraşan birçok sanatçının ortak deneyimlerinden biri. Ancak sanatın değerini belirleyen tek şeyin güncel popülerlik olmadığının farkındayım. Benim üretim motivasyonumun içinde, bir bakıma tarihe not düşmek, çağımızın estetik, teknolojik ve düşünsel izlerini dijital dünya içerisinde bir arşiv olarak biriktirmek fikri de var. Her bir yapay zekâ destekli üretimim, yalnızca bugünün görsel kültürüne bir katkı değil, aynı zamanda gelecekte bu dönemi anlamak isteyenler için bir kayıt niteliği taşıyor.

Sanat, her zaman “şimdi” ile ilişki kurar; ama aynı zamanda geleceğe gönderilmiş bir mektuptur. Dijital dünyanın sunduğu imkânlar sayesinde bu mektuplar artık yalnızca fiziksel galerilerde ya da müzelerde değil, herkesin erişebileceği sanal arşivlerde yaşamaya devam ediyor. Benim Instagram hesabım da bu bağlamda sadece bir paylaşım alanı değil, çağdaş sanatın bugünkü deneyimlerini saklayan bir hafıza mekânı işlevi görüyor. Orada biriken işler, estetik bir serüvenin parçaları olmanın ötesinde, günümüzün sanat anlayışının dijital izleri olarak kalıcılık kazanıyor.

Bu durum, üretimlerime başka bir motivasyon katıyor: Çağdaş sanatın, özellikle yapay zekâ gibi yeni teknolojilerle birleşmiş halinin nasıl algılandığını, nasıl yorumlandığını ve hangi yanlış okumalarla karşılaştığını görünür kılmak. Çünkü bugün sanat izleyicisinin çoğunluğu kuramsal ve tarihsel bilgiden yoksun olduğu için işleri yüzeysel biçimde okuyor. Bu sorun yalnızca Türkiye’ye özgü değil; evrensel ölçekte de çağdaş sanata yaklaşımın çoğu zaman benzer yüzeysellikler içerdiğini gözlemliyorum. Dolayısıyla işlerim, hem Türkiye’de hem de dünyada aynı sorunun altını çizen, bu boşluğu arşivleyen belgeler gibi düşünülebilir.

Arşiv düşüncesi burada benim için yalnızca saklama değil, aynı zamanda “tanıklık etme” anlamı taşıyor. Yapay zekâ destekli üretimlerim, çağımızın teknolojik deneyimlerini, estetik kırılmalarını, görsel kültürdeki hızlı dönüşümleri kayda geçiriyor. Belki bugün bu kayıtlarla ilgilenen az sayıda insan var; ama gelecekte bu üretimlerin bir dönemin sanatını, algısını, teknolojisini ve düşünce biçimlerini anlamak için referans olacağına inanıyorum. Bu nedenle, benim sanat pratiğim yalnızca bugünün izleyicisine değil, geleceğin sanat tarihçilerine, araştırmacılarına ve meraklılarına da bir sesleniştir.

Sanatı yalnızca “Şimdi”de tüketilen bir görsellik olarak değil, zamana yayılan bir düşünsel iz olarak gördüğüm için, üretimlerimi dijital dünyada arşivlemekten büyük bir anlam çıkarıyorum. Her işim, bir taraftan kişisel bir estetik ve kavramsal yolculuğun ürünü; diğer taraftan çağdaş sanatın bugünkü algısını kayda düşen tarihsel bir belge. Bu çift yönlü motivasyon —hem şimdiye seslenmek, hem de geleceğe tanıklık etmek— sanat pratiğimin temel taşlarından birini oluşturuyor.

Sonuçta söylemek isterim ki; çağdaş sanatı Türkiye’de ve anlam arayışı içerisinde olan diğer ülkelerde doğru biçimde algılayabilmek için yalnızca gözlerimizi değil, zihnimizi ve belleğimizi de açmamız gerekiyor. Posthümanist bir düşünceye varmadan önce, şunu kabul etmek gerekir: Bedenimiz kimyasal ve biyolojik sınırlarla şekilleniyor; algımız da bu sınırların ötesine kolayca geçemiyor. Aynı şekilde, kuramsal ve tarihsel bilgiye dayanmadan yapılan sanat okumaları da her zaman eksik ve yüzeysel kalmaya mahkûm oluyor. Benim sanat pratiğim, tam da bu eksikliği görünür kılmayı hedefliyor. İzleyiciyi yalnızca estetik bir deneyime değil, aynı zamanda düşünsel bir yolculuğa davet ediyorum. Yapay zekâ ile ürettiğim çalışmalar, yalnızca bugünün sanatına değil, geleceğin sanatına da sorular yöneltiyor; sanatın nereye evrilebileceği konusunda izleyiciyle birlikte düşünmeyi amaçlıyor.”

Vecdi Uzun

Özgür Ballı Kimdir?

(1986, KKTC/Lefkoşa doğumlu), 2010 yılında Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nden mezun oldu. 2012 yılında Düzce Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Heykel Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak akademik kariyerine başladı. 2013 yılında lisansüstü eğitim almak üzere Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nde görevine devam etti.

2015 yılında “Dijital Teknoloji Olanaklarıyla Sanatta Grotesk Bedenler ve Tuhaflık” başlıklı teziyle Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Heykel Bölümü’nden yüksek lisans derecesini aldı. 2020 yılında ise “Günümüz Sanatında Dijitalleşme; Posthümanizm Bağlamında Sanat ve Sanatçının Yerini Alan Algoritma: Post-Sanatçı” adlı teziyle aynı üniversitede sanatta yeterlik programını tamamladı.

Sanatçı, Turgut Pura Vakfı tarafından düzenlenen “34. Heykel Yarışması” Başarı Ödülü, “Çelik ve Yaşam” heykel yarışmalarında Jüri Özel ve Mansiyon Ödülleri, “Yılın 3D Tasarım Yarışması” 1.’lik ödülü ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlenen “Genç Sanat: Güncel Proje Yarışması” kapsamında iki kez başarı ödülüne layık görülmüştür. Ayrıca, dört kişisel sergi bulunmaktadır.

2021 yılında doçent unvanını alan Özgür Ballı, halen Düzce Üniversitesi Sanat, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Heykel Bölümü’nde öğretim üyesi olarak akademik ve sanatsal çalışmalarını sürdürmektedir.

Duymak Ve Anlamak: ‘Çığlıksız Da Duyulabilir İnsan’

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir



Başa dön tuşu