KÖŞE YAZILARIKİTAPProf. Dr. A. Didem Uslu

Unutulmuş Yazarlarımızdan: Fazlı Necip Ve Menfi-Sürgün Romanı

Prof. Dr. A. Didem Uslu yazdı...

Unutulmuş Yazarlarımızdan: Fazlı Necip (1864-1932) Ve Menfi-Sürgün Romanı – Prof. Dr. A. Didem Uslu yazdı…

İzmir’den İstanbul’a taşındığımda 2006-2019 yılları arasında İzmir’de başladığım kitap kulübümü Caddebostan Kültür Merkezi’nde sürdürdüm. Katılımcılarıma dünya klasiklerinin yanı sıra, adı sanı unutulmuş veya gazete tefrikalarında kalmış Türk yazarların yapıtlarını tanıtıyordum. Daha sonra bu etkinliğim büyük yayınevlerinin dikkatini çekince yazarlarımızın kitaplarını ele alıp basmaya başladılar. Fazlı Necip ve MenfiSürgün romanı İş Bankası’nın gün yüzüne çıkardıklarından biridir. Benim yıllarca yazarlarımızı tanıtma çabalarım unutuldu ama yazarlarımız hatırlansın bana yeter!

Bir dönem romanı sayılabilecek Menfi-Sürgün, vapurda başlar ve kayıkta biter. Romanı Ekrem ve her şeyi bilen başka bir anlatıcı anlatır. Roman, Ekrem adındaki Selanikli bir gencin Osmanlı İmparatorluğunun yıkılma yıllarına giden yoldaki hayatının ve Konya’daki sürgününün hikâyesidir. Kurgu, 1903, 1906’daki düğün ve 10 Temmuz 1908’deki II. Meşrutiyet dönemini kapsar. Bu yıllar içinde Osmanlı tebaası olan asal karakter Ekrem ve imparatorluk büyük bir değişim dönüşüme uğrar. Romana, toyluktan başlayan eğitilme romanı olarak bir edebiyat terimi olan Bildungsroman denebilir.

Unutulmuş Yazarlarımızdan: Fazlı Necip Ve Menfi-Sürgün Romanı

1900’lerin başında Türk yurdu Selanik’te başlayan romanda, boşanmış anneyle baba arasında sıkışıp kalmış, şımarık ve yozlaşmış Ekrem tanıtılır. Selanik’te Yahudiler de yaşamaktadır ama Türkler çoğunluktadır. Romana zengin anneanneyle anneye karşıt çulsuz dede ve parasız pulsuz baba figürü damga vurur. Ne de olsa zengin Osmanlı ailelerinde, zengin kapıya damat olmuş içgüveyi erkekler ünlüdür. 1903’de Ekrem’in ailesi Selanik’te korkunç müsrif bir yaşam sürmektedir. Pek çok Türk romanında olduğu gibi, Ekrem’i kadınlar müthiş şımartmaktadırlar. Oysa 93 Harbi denen 1877/78 Osmanlı Rus Harbinde yenilgi korkunç olmuştur. Arkasından 1897 Dömeke Yunan savaşı gelmiştir. İmparatorluk hızla 1911 ve 1912 Balkan Savaşlarına ve 1914-1918 I. Dünya Savaşına doğru sürüklenmektedir.

Birinci bölümde Ekrem ve hayatı anlatılır. Bir dönem Ekrem’i babası İstanbul’a kaçırır ama Ekrem zengin anneyi tercih eder. İkinci bölümde ise Ekrem, Selanik’teki yaşlı memur baba Rauf beyin evinde görülür. Anneyle baba boşanınca, Rauf bey genç İkbal hanımla evlenmiştir. Ekrem baba evinde de lüks içinde yaşar. Ne var ki genç üvey anne İkbal, Ekrem’e karşı yakınlık duymaktadır. Ancak Ekrem “muzır” denen hürriyet hakkındaki gazetelere düşkündür. O yüzden Paris’e gitmek ister ama annesi izin vermez. Ekrem ise öfkelidir.

İkinci bölümde kadın rekabeti ve koca boşama olayı anlatılır. Ekrem’in annesi özgürce kocasını boşar ama kimi zaman anlatıcı, kadınlar hakkında önyargılı ve genellemeci fikirlere sahip diye düşünülebilir. Oysa zengin yaşamı böyledir: Selanik’te yalıda oturan anneyle süslenip gezen Ekrem zamanı (Zeitgeist) yaşamaktadır ((33). Başka deyişle, ailenin ve anneyle oğlunun savurgan ve lüks içinde yaşaması (28-31) inkar edilemez gerçeklerdendir. Bu arada Fransızca bilen teyze kızı Neşide’nin ailesi de zengindir ve genç kız Ekrem’e eş olarak düşünülmektedir. Roman Ekrem’in İstanbul’daki okul hayatıyla Selanik günleri arasında geçer.

Üçüncü bölümde güzel tasvirlerle Türk kenti Selanik anlatılır. Otelde kalan Ekrem hastalanır ama teyze, anne ve teyze kızı Neşide ona sahip çıkarlar. Bu sırada yağan kar da Selanik’te mevsimi göstermesi açısından ilginçtir. Bu bölümde Ekrem’le Neşide masum ve kibar bir aşkı paylaşır ve hesaplaşırlar. Bölüm sonunda herkes 1906’daki düğüne hazırdır. Ancak düğünün üç yıl sonraya kalması söz konusu olur. Dördüncü bölüm Ekrem’e aşık olan İkbal’in şeytanca planlarıyla başlar. Bu sırada Ekrem, hürriyet hareketlerinin içine girmiş ve polis tarafından aranmaktadır. Beşinci bölüm tamamen Ekrem’in polis korkusu ve sorgulanmasıyla geçer. Ekrem’in hayatında büyük bir düşüş başlar: Genç erkek, hapse düştüğü gibi, iyice yoksullaşır ve perişanlaşır. Sonunda Konya’ya sürgüne gönderileceğini öğrenir.

Altınca bölüm Ekrem’in annesiyle emektar Zülfikar’ın geldiği sürgün hapishanesi olan Konya’da geçer. Ekrem bu sürgünde çeşitli insanlarla tanışır, onlarla konuşur ve ülkesini tanır. Bundan sonrasını eminim ki okuyucu romandan okuyacaktır çünkü son bölümde 10 Temmuz 1908 olmuştur.

Romandaki Zülfikar gibi casusluk yaptırılacak emektar çalışan; sadık ve dürüst Arnavut lala ve Giritli tütün kaçakçısı Mustafa gibi ikincil karakterler de önemlidir.

Romanın harem/selamlık mimarisi tasvirleri, tarihsel bilgi aktarımı, beklentiyi kırma ve nedensellik açıklaması gibi önemli özelliklerinden başka, başarılı yanlarından biri de çok iyi psikolojik derinlik vermesidir. Roman, Türk yazarlarında pek fazla kullanılmayan coğrafyayı da çok iyi kullanır, sosyolojiyi de: Selanik’teki aile hayatı, İstanbul’daki pis hapishane ve petrol lambası, rüşvetler ve sürgün yeri Konya. Ekrem, Selanik’e dönüş yolunda ise bir hayli oyalanır. Zaman içinde Ekrem’in bencilliği yok olur ve genç adam vatanperver bir erkek olur (122). Bu sırada Ekrem’in güçlenen hürriyet fikirlerine karşılık, millet uyuşmuştur.

Romanda unutulmuş pek çok kelime ve deyiş bulunmaktadır. “Hempa” bugünün gençlerinin kanka kelimesi karşılığıdır. Pürhiddet, pürşiddet, aftos piyos (sevgili), çekme (geniş şalvar), damı zülfüne esir etmek (kendine aşık etmek), modistra (kadın terzisi), lamelif çevirmek (dolaşmak), namzet etmek (söz kesmek), tahrirli göz (renkli kısmı çizgi çizgi olan göz), mazmun (nükteli ve cinaslı dolayla anlatım), çene kavafı (çenebaz), mubassır (okullarda diplin sağlayan görevli) gibi kelime ve deyimler imparatorluk dilinin zenginliğidir.

Romanı önce Ekrem ve üvey annesinin ilişkisiyle birlikte ABD’li yazar Eugene O’Neill’in Desire under the Elms tiyatro oyununa benzeyecek sandım ama kurgu sona doğru toplumbilimsel bir açıdan çok daha iyi genişledi ve gelişti (71). İkbal kötü ve klişe bir melodramatik tip olmadan, zaman içinde ve koşullar yüzünden kötüleşen bir karakter olma yoluna girdi.

1909 yılında yazılmış romanda Ekrem’in sürgünden kaçmayı düşündüğünde hapishane arkadaşlarıyla konuştuğu sırada hükümete ve millete ilişkin ilginç saptamaları vardır:

“Hükümet o kadar miskin, o kadar gafildir ki buradan (hapishane) kaçmak işten bile değildir. Hatta tütün kaçakçısı bir Giritli var, bana tekrar tekrar buradan kaçırmayı teklif etti, ben kabul etmedim. Nereye kaçmalı, işte hep kaçanları gördük” (120).

“Ne semereleri görülüyor?! Memleket bu karanlık istibdat bulutu içerisinde titriyor, bunalıyor, bir hareket olanlarda ortaya çıkan felçlilik hali gibi garip bir maraz içindeyiz. Evet, millet bu garip hal içindedir. Görüyor, hissediyor, düşünüyor. Anlıyor da bir harekete muktedir olamıyor. Sürgünler burada hürriyet fikri saçıyor diyorsunuz” (121).

Kim bilir, uyuyan sudan kork derler. Hürriyet fikri daima akar, coşkun bir nehir gibidir”(121).

“Sıkışıyor, eziliyor, mahvoluyoruz da ben hiçbir mukavemet kabiliyeti ve taşkın görmüyorum. Her şey mahvolduktan sonra!…” Koğuş arkadaşı: “Korkma bir milletin hayatı bir şahsın hayatına benzemez, o başkadır. Yücedir. İhtiyarlar hastalığa uğrar, bitap kalır, ümitler kesilir, ölecek zannedilir fakat ölmez. Bir millet edebi mahvolmaz. Uyanır, yeniden çocukluk hayatıyla gençliğe, olgunluğa doğru koşar. Tarih bize bunun pek çok örneklerini gösterir” (121).

Prof. Dr. A. Didem Uslu

Fazlı Necip, Menfi. Sürgün, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020. (Metnin içindeki tüm alıntılar bu basımdan alınmıştır)

Yüzyıllık Yankılar: İspanyol Gribi Ve COVID-19 Arasında Tarihsel Bir Köprü

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir



Başa dön tuşu