Unutulmuş Yazarlarımızdan: Ziya Şakir Soku
Prof. Dr. A. Didem Uslu yazdı...

Unutulmuş Yazarlarımızdan: Ziya Şakir Soku – Prof. Dr. A. Didem Uslu yazdı…
Nedendir bilinmez, biz Türkler değerli insanlarımızı hep unuturuz. Ziya Şakir Soku da onlardan biri işte: 1930’lardan 1960’lara kadar en çok okunan yazarlardan biriyken kısa zamanda unutulmuştur. Gazeteci ve yazar Ziya Şakir, dünya ve Türk tarihinin en zor yıllarında yaşamış değerli bir yazarımızdır. Jön Türklükten başka, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı görmüşlüğü vardır. Babasını I. Dünya Savaşında kaybetmiş, onaltı yaşında yazı hayatına başlamıştır. Kaçmalar, sürgünler ve durmadan yazmak. Osmanlı ve Cumhuriyet insanı. Geçişlerin yazarı. Tefrika romanlar yazmıştır. 280 eseri olduğu sanılmaktadır. Bu yazıda, Ziya Şakir Soku’nun iki romanı Sultan Hamid’in Hafiyesi Gavur Memet Kara Yürek Çetesi (1933) ile 151 Nolu Şehit Ertuğrul Faciasında bir Aşk Hikayesi (1937) incelenecektir.
Ziya Şakir Soku yukarıda anılan iki romanda, ilginç ve zamanının ötesinde edebiyat yenilikleri sergilemiştir. Modernist dönemde (1890-1939), Hıristiyan Avrupa polisiyelere pek değer vermez. Üstelik polisiye kurgusunda polisiye dışında başka tema istemezken, Ziya Şakir Avrupa edebiyatından farklı olarak polisiye romanında aşk teması da kullanmıştır. Gavur Memet’de bir polisiye içine aşk hikayesi yerleştirmiş, Ertuğrul Faciasında ise Japonya’da gerçekleşen unutulmaz deniz kazamızın kurgusunda aşk temasını kullanıp bir erkeğin yazdığı en cesur kadın karakteri ortaya çıkarmıştır. Aslında Gavur Memet romanındaki Gavur Memet karakterin de romanın sonunda gerçek bir insan olduğu bir gazete yazısıyla açıklanmıştır. Başka deyişle Ziya Şakir her iki romanı da gerçek olaylara ve karakterlere yaslandırmıştır. Böylelikle gerçekle kurguyu harmanlamıştır. Ancak batan gemideki güçlü karakterli kadın karakter büyük bir ihtimalle yazarın hayal gücünün ürünüdür.
Gavur Memet’de Osmanlının son zamanındaki büyük bozgunu 93 Harbi (1876/1877) ele alındığı için imparatorluğun sömürge gibi olmuş hali gösterilmiştir (258). Bu zorlu savaş yıllarında Galata ve Beyoğlu semtlerinde Siyah Yürek cinayetleri ortalığı kasıp kavurmaktadır. Özellikle Galata’yı esrarengiz bir hayat ve büyük bir Türk nefreti sarmıştır. Türkler yoksulluk içindeyken, yabancılar ve gayrimüslim Osmanlılar İstanbul’da günlerini gün etmektedirler. Balolar, danslar ve eğlenceler hep gayrimüslimler için hazırlanmaktadır. Gavur Memet onlara verilen ayrıcalıklara ve gösterilen aşırı anlayışa da kızmaktadır. Öfkesini şöyle dile getirir: “Mademki herifler kalkıp yabancı memleketlerden buraya gelerek adam öldürüyor, kasalar soyuyor, herkesin masum kızcağızlarını yataklarından kaldırıp kaçırıyor ve sonra da, hiçbir ceza görmüyor. Şu halde, size, bana bütün zabıta memurlarına ne ihtiyaç var?” (259). Ancak hırsızlar ve Kara Yürek çetesi bir türlü bulunamamaktadır çünkü üst düzey yetkililer dalkavukluk ve korku içindedir. Ecnebilere gösteriş ve aldatmaca peşindedirler. Bir yandan da Ermeni kuyumcular sahte gümüş işindedirler. Hırvatlar ise İtalyanlarla birlik olmuştur.
İstanbul suçtan kaynarken Ruslar da bu arada Padişah Abdülhamit’e baskı yapmaktadırlar (163). Devlet zora girdi mi, hemen Kazakları çağırırlar (306). Sefirleri de edepsiz ve cesurdur. Romanda tarih ve sosyolojinin yanı sıra, Osmanlının çeşitli halkları ve dilleri anlatılmıştır. Gavur Memet örneğin İtalyanca, Hırvatça ve Ermenice bilmektedir. Öte yandan Galata bankerleri, Levantenler İstanbul’un zenginleridir. Venedik sokağı, Mısır Oteli, Papaz Köprüsü ile Kasımpaşa arası, Santa Marya ve SanAntuan kilisesi gibi mekanların anlatılması da ilginçtir.
Romanda karakterler bir haylidir: makamını kaybetmekten korkan zaptiye müşiri Hafız Paşa, perde çavuşu, serteftiş, Çerkes Hüsnü, yeniçeri zabıta kuvveti, inzibat, umumhane kadını, Katina, Vasili, Janette, Barcella, papaz Coi, Mariyam, Antonyo, Luna, Losyo, vb.
Roman merak unsuruyla ilerler. Daha romanın başında iki adamın kavgasında Gavur Memet ortaya çıkar. Anadolu’dan İstanbul’a gelen bir maceraperesttir. Yakışıklı, güçlü kuvvetli ve zeki bir gençtir. Hüsnü Efendi çeteyi yakalayacakken kavga çıkınca vahşi bir erkek gibi olan Memet de işin içine girer çünkü ona jandarma olması teklif edilir (50). O da kıyafet değiştirip polisiye olayın içine dahil olur. Durmadan yeni kurnaz oyunlar kurar. Roman büyük oranda Luna ve Gavur Memet karakteriyle sürer. Romanın sonunda Abdülhamit karakter olarak görünür. Bir sefirle birliktedir (304).
Osmanlının bireylere lakap vermeleri, çok tatlı bir Türk geleneğidir. Romanda geçen lakaplar şunlardır (239): Serteftiş Deli Kerim Efendi, tebdillerden Aman Ali, Kasımpaşalı Küçük Mehmet, Abanoz Hasan, İncekaş Salih, Arabacı Hüsnü, Çağanoz Recep, Enfiyeli İbrahim, Arap Apti, Cilveli Ragıp, Domuz Kamil. Lakaplar Osmanlı kültüründe çok yerinde ve önemlidir: Kimi zaman kişiler memleketlerin adıyla veya bir beden özelliğiyle çağrılırlar ama kimse lakabı yüzünden gücenmez veya gocunmaz. Serteftiş Gürcü Hasan Efendi, Zarif Mustafa, Sürmeli Tevfik, Yanık Hüsnü, Paskal Rifat, bölük ağası Tuzsuz Ömer, vb. Osmanlı lakaplarında ilginç olan yan, bu lakapların kişiler tarafından hiç rahatsızlık duymadan veya ayıplanmadan kişi tarafından kabul edilmesidir. Mesela, rahmetli büyükbabamın yakın bir dostu ve ünlü bir tiyatro yazarımızın babası Sidikli Nuri Paşa bu ismi gururla taşırmış. Babamın tıp fakültesinden bir arkadaşı da minyonluğu yüzünden Petit Saim’di. O devrin insanları lakaplarını kabullenip severken, günümüzün insanları bu lakapları ayıplayabilir veya yargılayabilmektedirler. Sonuçta devirler ve anlayışlar değişmiştir ya…
Ziya Şakir Soku’nun ikinci romanı Ertuğrul Faciası’ndaki gemiye sızmış güçlü kadın karakter Suat, Türk kültüründeki feminist bir erkeğin yazdığı kurgunun asal karakteridir. Suat ve ailesi, Heybeliada’da yaşarlar. Suat okumaya düşkündür. Babası deniz subayı ve Deniz Lisesinde İngilizce öğretmenidir. Yüzbaşı Hilmi Efendi, Japonlar İstanbul’a geliyor diye Bahriye nezaretine tercüman olarak çağrılır. Baba, kızını erkek gibi yetiştirmiş ve onu erkek işlerine yönlendirmiştir. Oysa annesi onu erkeklerden uzak tutmak ister. Deli fişek Suat’ın yaramazlıkları, annesinin çeyiz hazırlıklarına karşı zıttır. Zaten genç kızın eli kadın işlerinde kötüdür. Suta’ın tek dileği dayısıyla birlikte Japonya’ya gitmektir. Hatta onu tehdit eder. Suat cin gibi bir kız, tam bir şeytan çekicidir. 12 Temmuz 1889 günü Ertuğrul gemisi hareket eder, yola çıkılır. Suat da gemidedir. Gemide bir de saz heyeti vardır, Suat da saz heyetindedir. Suat sık sık yakışıklı mülazım Asaf’la sohbet eder ama balık kıyafeti giyip saklanan Suat genç adamın ilgisini çeker. Gemide kadın olmasından kuşkulanır. Kızıldeniz, Yemen, Somali derken deniz yolu sorunsuz sürer. Suat Bombay’dayken İngiliz ve Amerikalı kadınlar dimdik ve ahlaklı hali nedeniyle Suat’ı beğenirler. Hatta bir İngiliz kızın Suat’tan hoşlanması romanı, cinsiyet ve giysi değişikliği (cross-gendering ve cross dressing) gibi postmodern (1945- ) temaların da içine sokar. Roman, Ahmet Mithat Efendi’nin Dürdane Hanım romanında erkek kılığına giren Dürdane gibi zamanının çok ötesine geçen bir konuya işaret eder.
Bu romanda da Osmanlı ekonomik sıkıntılar içindedir. Bahriye gemiye kömür sağlayamaz, o yüzden ucuz kömüre razı gelirler. Bir ara gurur kırıcı bir şekilde Japonlardan borç bile almayı düşünürler. Yolculuğu ertelemeyi de kabul etmezler ama göz göre göre ölüme ve deniz faciasına giderler. Romanda üç yüz yıl Hıristiyan Avrupa’nın saldırı ve savaşları nedeniyle yıkılmakta olan bir imparatorluğa karşın sömürgecilikle iyice zenginleşmiş İngiltere’nin zıtlığı açıkça gösterilmiştir. Bu arada Osman Paşa İngilizlere ziyarete gittiğinde, onların İskoç askerlerini kullandıklarını görünce sömürgeciliğin ne olduğunu anlar. Öte yandan Japonların yabancı korkusu da ilginçtir. 1550-1750 yılları arasında Japonya Hıristiyan Avrupa’daki sömürgecilikten kaçmak için Avrupalılara karşı mesafeli davranmıştır.
Gerçek Ertuğrul hikayesinde Padişah II. Abdülhamit Japonların yakınlığına karşılık vermek ister. O yüzden iadeyi ziyaret yapılır ama dönüş yolunda Japonlar Osman Paşa’yı 210 sayılı fırtınaya karşı uyardıkları halde Paşa inat edip büyük bir hata yüzünden yola çıkar ve fırtınaya yakalanır, batarlar. 610 kişi yola çıkar, önce Süveyş kanalından geçerler. Arkasından Singapur üzerinden Japonya’ya varırlar. Ancak Eylül’de fırtına başlar. Bu arada koleradan ölenler de olur.
Bu roman da çok karakterlidir. Bunun yanı sıra, açıklamalı deniz ve denizcilik terim ve olayları (152) romanın niteliğini yükseltir. Romanın tasvirleri ve denizin ulumalarını anlatması başarılı bir edebiyattır.
Suat’la başlayan deniz kızı hikayeleri, gemi yolculuğu sırasında dış dünyayla ilgili hikaye ve olay olmadığı ve yerli halk ele alınmadığı için kullanılmış gibidir. Öte yandan Japon karasularında her yanda İngilizlerin bulunması da İngiltere’nin güçlü sömürgeciliğini ve dünya kontrolünü gösterir. İngilizler her an Japonları ve Türkleri gözlemektedirler. Üstelik de Tokyo’da çıkan İngiliz gazeteleri Türklerle alay etmektedir (242). Aslında alay etme ve aşağılama, sömürgecilik sisteminin bir numaralı ezme taktiğidir.
Her iki roman da II. Abdülhamit devrindeki gerçek olaylardan yararlanılarak kurgulaştırılmıştır. Her ikisinde de II. Abdülhamit’le ilgili sahneler geçer.
Prof. Dr. A. Didem Uslu
1) Ziya Şakir Soku, Sultan Hamid’in Hafiyesi Gavur Memet Kara Yürek Çetesi, İstanbul: Akıl Fikir Yayınları, Şubat 2011. (Alıntılar bu baskıdan yapılmıştır.)
2) Ziya Şakir Soku, 151 nolu şehit Ertuğrul Faciasında bir Aşk Hikayesi, İstanbul: Akıl Fikir Yayınları, Ekim 2014. (Alıntılar bu baskıdan yapılmıştır.)