
Kendini Arayanlara: Mickey 17 – Hilal Serra Toplu yazdı.
“İçsel kimlik, dışsal rollerden çok daha derindir.
Gerçek benlik, toplumsal maskeleri aşan bir şeydir.”
-Thomas Merton
Toplum, insanlara kim olduğunu söylemek ister ve onlara kendi yarattığı kimlikleri dayatır. Bu kimliklerin rollerinin üstlenilmesini ister. Gerçekten “kim” olduğumuzu bulmamıza, fırsatımız olmadan tekrar ve tekrar yeni bir kimlik ediniriz. Sanki hayat bir tiyatroymuş da bizler de bu oyunun bir parçasıymışçasına üzerimize düşen rolleri yerine getirmeye çalışır, her gün yeniden çıkarız sahneye. Belki farklı bir rolle, belki farklı bir maskeyle, belki de farklı bir oyunla…
Bu rolleri oynamakla, bu kimlikleri benimsemekle o kadar çok meşgulüz ki, sosyal normlara uymaya çalışırken, aslında kendi içsel kimliğimizin peşinden gitmeyi unutuyoruz. Sürekli olarak dışsal beklentilere göre şekillenen kimliklerimiz bir illüzyondan ibaretse ve birer yanılsamaysa?
Yaşamın içinde, rutinler dahilinde bize verilmiş kimlikler ile sürekli olarak mutluluğu arıyor, derin bir huzursuzlukla mücadele ediyoruz. Bu mutluluğun peşinden koşarken kapitalist sistemin de bir parçası olmayı ihmal etmiyoruz. Bu kimlikler, bizlere sanki mutlu olmanın bir yoluymuş gibi sunuluyor ancak içimizde doyurulamayan bir boşluk yaratıyor. Bu eksiklik hissini kapitalizmin vadettiği her şeye rağmen bir türlü gideremiyor ve bu çürümüş sistemin sürekli daha fazlasını talep ederek bizi daha da tükenmiş bir hale getirmesine bilinçsizce göz yumuyoruz.
Tıpkı modern dünyada kapitalizmin vadettiği “başarı”, “kişisel gelişim”, “sonsuz mutluluk” gibi hayallerin; zamanında kilisenin insanlara cenneti satın alabileceklerini söyleyerek, kutsal topraklar vaadiyle onları sömürüp daha itaatkar olmalarını sağlamaya çalışması ve yine kendi refah ve çıkarlarını gözetmesi, Hitler’in “Üstün ve saf Alman ırkı” ideolojisiyle bir milletin yıkımına sebep olması ve yalnızca yahudileri değil milyonlarca farklı insanı sistematik bir şekilde öldürüp bu ideolojinin sapkın bir fanteziye dönüşmesi, Kristof Kolomb’un “Yeni Dünya” vaadiyle, aslında eski dünyanın şiddetini yeni topraklara taşıması ve medeniyet götürme iddiasıyla milyonlarca yerlinin katledilmesi, hayatta kalanların ise köleleştirilmesi gibi…
Tüm bunlar gösteriyor ki insanlığa sunulan bu içi boş vaatler çoğu zaman birer kontrol aracına dönüşmüş, bireyin özünü bastıran, onu itaate zorlayan sistemlerin bir parçası haline gelmiştir. Bugün toplumun bize dayattığı kimlik rollerinin de aynı şekilde pazarlanması, fakat işin özünde bu rollerin bizi gerçekliğimizden uzaklaştırarak sisteme uyumlu ama kendine yabancı bireyler haline getirmesi, kim olduğumuzu unuttuğumuz, kime dönüştüğümüzü fark etmediğimiz bir körlük yaratmaktadır.
Nazi toplama kampından sağ çıkan psikiyatr Viktor Frankl, insanın en zor koşullarda bile hayatına bir anlam bulabileceğini savunur. Camus ise Sisifos’un anlamsız yazgısına rağmen her gün kayayı yeniden itmesini bir başkaldırı olarak yorumlar. İnsan, yoklukta ve baskı altında bile anlam üretmeye çalışan bir varlıktır.
Tüm bu düşünceler, Bong Joon-ho’nun yönettiği “Mickey 17” adlı İngiliz bir bilim kurgu kitabından uyarlanan filmde, yeniden hayat bulan varoluşsal sorgularla iç içedir. Mickey, bir gezegene kolonileşme amacıyla gönderilen bir grup insanın “harcanabilir” vasıflı parçasıdır. Üzerinde türlü deneyler yapılır, yaşamı kısa sürer fakat her ölümünden sonra bir klon olarak yeniden yaratılır. Her yeni versiyonu, öncekilerden farklı bir deneyim ve kimlik taşır bedeni değişip yenilense de hatıraları aynı kalır, ancak filmde bir başka Mickey versiyonu, yani Mickey 18‘de yaratılır. Bu ikisi, aynı bedene sahip olmalarına rağmen farklı kişiliklere ve tutumlara sahiptir bu da onun kimlik ve varoluşla ilgili sorgulamalarını kaçınılmaz kılar. Mickey 18, daha özgür ruhlu ve başına buyruk bir karakterken, Mickey 17 daha itaatkar ve kurallara sadık bir kişidir. İki klon arasında büyük bir çatışma başlar. Mickey 18, kendi kimliğini bulmak ve varoluşsal anlam arayışı içinde bağımsız bir yol seçerken, Mickey 17, sistemin bir parçası olarak, kurallara ve görevlerine sadık kalmaya çalışır. Mickey 17 ve Mickey 18 arasındaki bu farklar, filmdeki ana çatışmayı ve varoluşsal sorgulamayı güçlendirir.
Bu ikili arasında geçen çatışmanın bir kişinin kimliğini ve varoluşunu keşfetmesinin ne kadar zorlu ve karmaşık bir süreç olduğunu gösterir. Biri, toplumsal normlara ve sisteme boyun eğerek var olurken, diğeri, kendi kimliğini bulma arayışıyla bir başkaldırı sergiler, yani bu çatışma da aslında her birimizin kimliğimizi bulma yolculuğunun bir mücadele olduğunu ve sadece dışsal beklentilerden sıyrılmanın, içsel benliği bulmakla mümkün olabileceğini gösterir.
Kendini arayanlara…
İyi seyirler!
Hilal Serra Toplu