Modern Bir Sanatçı: ‘Edgar Degas’ – Şenay Lüle yazdı…
Güzel ülkemizin üzerinde kara ve gri bulutların dolaştığı, acılı bir zaman diliminde kısa süreliğine de olsa, sizlere biraz da renkli bir dünyanın kapısını aralamak, sanatın iyileştirici gücüne sarılmak için, modern bir akımdan söz ederken, çağdaş bir sanatçıdan bahsetmek istiyorum: ‘Edgar Degas’
Degas’dan bahsetmeden önce devrin öncü akımı “empresyonizm” den söz edelim ki taşlar yerine daha doğru bir şekilde oturabilsin. Sanat tüccarı Ambroise Vollard, bir gün sanatçı Cezanne’ı ziyarete gelir. Ortalığa yayılmış, eczacı potası görür ve merakla sorar: “Bu ilaç hammaddelerinin burada ne işi olduğunu merak ediyorum” der. Cezanne yanıt verir: “Bu gördüğünüz boya takımıdır” Ham maddeleri ilaç imalinden başka işlere de yarayacağını ve bunlarla mükemmel resimler yapılabileceğini ispat etmek istiyorum” diye yanıt verir.
Yukarıdaki örnekle Fransa’da yaşayan bir grup sanatçı, resmi klasik anlayışın dışına taşıyarak ve doğayı gördükleri gibi ve temiz renklerle resmetmeyi amaçlayan görüşlerini dile getirmek için verilmiş güzel bir örnektir. Ve bu örnekten yola çıkarak, empresyonizm hakkında yazacak birkaç söz ve kelamdan sonra “Modernlerin Modern’i” diyebileceğim Edgar Degas’tan bahsedeceğim ve bir eserini analiz etmeye çalışacağım.
19. yüzyılın ikinci yarısıyla, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Fransa’da başlayan ve daha sonra diğer ülkelere de yayılan resim akımına verilen isimdir Empresyonizm. Fotoğraf makinasının icadı bazı sanatçıları dolaylı yollardan etkilerken, bu buluş hem sanatçıları bir arayışa itmiş hem de fotoğrafta olduğu gibi anı yakalama isteği, ışık ve yansımaların etüde gerek duymadan “anı yakalama” isteğini geliştirmiştir. Durum böyle olunca hızlı çalışma gereği duyan bu grup sanatçılar, Japon estamplarının akademik kurallara aykırı tekniği onları yüreklendirmiş, atölyelerini terk edip doğaya çıkmışlardır. Ancak deseni ve biçimleri asıllarına göre bozduklarından dolayı eleştirilmişler ve aşağılanmışlardır. Ve bu durum o yıllara göre gerçek bir devrimci niteliği taşırken, kişisel yaklaşımlarından vazgeçmeseler de onları bir arada toplayan görüşleri; saf ve temiz renkler, yan yana gelen hızlı fırça vuruşları, sade ve özentisiz konular, zihnin önceden tasarladığını değil de gözün o anda gördüğünü, renk ve çizgiye döken sanatçılar “Emprestyonistler” başlığı altında sanat tarihine girmiştir.
Ve bu grup, fotoğrafçı Nadar’ın, eski stüdyosunda 15 Nisan 1874’de açılan ilk sergilerini açar. On gün sonra gazeteci, Louis Leroy bir yazı yazarak, sergiyi izlenimcilerin sergisi olarak adlandırır. Claude Monet’in “Gündoğumu” adlı resminden kaynaklanarak, L’expesitiondesImpressionnistes olarak adlandırırken Leroy’un asıl amacı; sanatçıları aşağılamak ve karşı çıkmaktır. Fakat Monet ve arkadaşları, bu ismi sahiplenirler ve bu birkaç yıl sonra düzenleyecekleri sergide aynı adı bizzat kendileri kullanır. Empresyonist sanatçılar, tam dokuz sergi düzenlerken adını “Empresyonist” olarak duyulan onların sergilerine katılan fakat onların kurallarına fazla bağlı olmayan sanatçılar da vardır. Bunlardan birisi de Edgar Degas’dır.
Degas; 1834 yılında Paris’te doğmuş, 1917 yılında Paris’te ölmüştür. Kendisini “Modern Çağın Sanatçısı” olarak kabul ederken, Empresyonist sanatçılarla sıkı-fıkı arkadaşlığı nedeniyle onların sergilerinde boy göstermesine karşılık, sanatını onlardan ayırır. Onların renk ve ton uğruna, önemsemedikleri kompozisyon ve deseni göz ardı etmemiş, bu konu üzerinde önemle durmuştur. Delacroix ile Baudelaire ile aynı görüşü paylaşan Degas; “Bir resim her şeyden önce sanatçının hayal dünyasının ürünü olmalıdır” diyordu. Ve aynı zamanda kopyadan kaçınan sanatçının kendi iç görüsüyle nesneleri resmetmesi, doğada var olan bir nesnenin bu yolla tuvale aktarılması gerektiğini savunuyordu. ”Hayal gücü ve belleğin, sanatçıyı etkileyen şeyin resmini yaptırmalıdır” derken modern resmin ve soyutlamanın kapısını da aralamış oluyordu.
Bu fikirleri doğrultusunda resim yapan Degas, empresyonist sergilere ters düşse de birkaç açık hava resminden başka bu konuda resim yapmayı reddetmiştir. Belki de klasik ve geleneksel bir eğitim gördüğünden, sanat hayatının daha ilk yıllarından itibaren, çarpıcı kompozisyon düzenlemeleri yapmış, ritm ve dengeye önem vererek büyük bir yaratıcılık örneği sergilemiştir.
Kompozisyon değerlerine önem vererek yetişen sanatçı, zaman içinde anlık hareketleri yakalayıp, resmine dahil eden bir tavır sergilerken en önemli konuları ve modelleri balerinler olmuştu. Belleği kuvvetli olan Degas, iyi bir “desenci” meziyetine sahip olması ve her şeyin bir “arabesk” olduğu düşüncesini savunması onu pastel boyanın çarpıcı yumuşaklığına sürüklemiş, 1880 yılından itibaren kadınlarını, “pastel boya” ile renklendirmeye başlamıştı. Ve böylece klasik deseni yumuşatırken, şiirsel bir boya desenine varmış, gözleri zayıflamaya başladığında ise kendini heykele vermişti.
19. yüzyıl resim sanatının bu büyük ustası, kendisinden sonraki sanatçılara göre, “Dansözlerin Ressamı”, çağdaşlarına göre “Kadın düşmanı”, sanatçı dostlarına göre; duygulu, inatçı, yardımsever, vefalı bir dosttu. Biraz sabırsız, iğneli sözlerle karşısındakini kırmaktan çekinmeyen, taşı gediğine oturtan bir insandı. Hiçbir resmine bitmiş gözüyle bakmazdı. Onu çağdaşlarından ayıran bir diğer özelliği Avrupa Müzelerini karış karış gezmiş olmasıdır. Ve yüzyıllar boyunca dünyanın her yerinde yapılagelmiş sanatın inceleyicisi olmuş onlar sayesinde “Çağdaş Sanatçı” ünvanını en erken kazanan ressam olarak kabul edilmiştir.
Degas bu resimde balerinleri en doğal haliyle resmetmiştir. Fazla büyük olmayan bir oda! Henüz sahneye çıkmayan balerinler, oldukça kalabalık… Keyifli davranışlarıyla hocalarının direktiflerini dinlerken, hem de öğrendiklerini tekrarlıyorlar… Modern resmin habercisi ve konuya hakim olan yeşil kurdelalı kız, arkasını ressama dönmüş durumda öylece duruyor.
Bu kız hocasından ve diğer kızlardan oldukça büyük diğer kızlar ise oldukça küçük çizilirken Degas burada gerçek perspektif kurallarını kullanmayarak, modern resme gönderme yapmış olduğunu düşünebiliriz. Bu eserde sadece pencerenin pervazları perspektife uygun çizilmiş ver boyanmıştır. Tuvale hakim olan ve empresyonizmin önemli bir özelliği sayılan, hafif ve birbirinden ayrık fırça vuruşları, tütülerin üzerinde kendini hissettirmektedir. Arkası dönük olan en öndeki kız verones yeşili kemer ve saçındaki kırmızı tokayla, tuvale yayılan pastel tonların arasında, kontrast oluştururken hareketi sağlamıştır. Degas diğer kızlara ise resimde bütünlüğü sağlama görevini üstlemiş, onları tek renkle ve kontürsüz boyamıştır. Resmin sol üst köşesine biriken kalabalık, dengesiz bir görünüm sağlasa da zeminin büyük bir kısmının boş kalırken, tahtaların üzerindeki kendini hissettiren çizgiler ve kalabalık gruba doğru giderken, hocanın ve arkası dönük kızın gruptan ayrılmasını ve hakimiyetin bu iki kişinin üzerinde bulunmasını sağlamış ve Degas onları kompozisyonun ana teması haline getirmiştir. Ve kompozisyonun “arkası dönük” bir kadın üzerine kurulması o yıllara göre büyük bir yeniliktir oldukça modern bir yaklaşımdır.
Ayrıca, boş alanda bulunan dans hocası ve arkası dönük kız, bu kadar kalabalığın arasında, tek başlarına kompozisyona “vurgu” da yapmaktadır. Ve olay, bu iki kişi üzerinde dönmekle birlikte diğer yandan Degas; hocanın elindeki sopasıyla, öndeki kızın ensesinden sarkan siyah kurdelayla ve pencerenin pervazlarıyla, tuvalde var olan kızların oluşturduğu yatay kalabalığa karşılık, bu dikey sembolleri kullanmıştır. Böylelikle resmi dengelerken, tuvalin tamamında az renk kullanıp, “monokrom”a yakın bir etki yaratmayı başarmış balerinlerin zerafetini arttırmıştır.
Şenay Lüle
Ressam-Yazar
KAYNAKÇA
Altuna Sadun, Empresyonist Ressamlar, Hayatları ve Eserleri, Hayat Kitapları, 2.Baskı.
Serultaz Maurice, Empresyonizm Sanat Ansiklopedisi,(Çev:Erbil Devrim), Remzi Kitabevi, 2.Baskı.
Turani Adnan, Dünya Sanat Tarihi, Remzi Kitabevi, 8.Baskı.