Neşterden Tuvale: Hüseyin Zirek’in Zamanla Ve Vicdanla Kurduğu Senkronizasyonu
Bülent Kılıçaslan yazdı…

Neşterden Tuvale: Hüseyin Zirek’in Zamanla Ve Vicdanla Kurduğu Senkronizasyonu – Bülent Kılıçaslan yazdı…
Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’nin kapısından içeri adım attığımda, beni buraya getiren sebep aslında bir sanat merakından öte, oğlumun ilkokul öğretmenine duyduğumuz vefaydı. Serginin sahibi Dr. Hüseyin Zirek, bizim gıyaben tanıdığımız bir isimdi. Ancak o gün, galeride geçirdiğim her dakika ve tablolarla kurduğum sessiz konuşmalar, bu ziyaretin ruhumun uzun zamandır beklediği bir karşılaşma olduğunu fark ettim.
Salonda kendisiyle karşılaştığımda ilk çarpan şey, duruşundaki o ince mahcubiyetti. Yıllarını tıp bilimine vermiş, insan bedeninin kırılganlığını yakından bilen bir hekimin, kendi ürettiği sanatın karşısında bu denli mütevazı durması etkileyiciydi. Kısa ama yoğun bir sohbet ettik. Sözleri az, ifadeleri ölçülüydü; ancak o an anladım ki, fırçasıyla anlattıkları, kelimeleriyle ifade edebileceklerinden kat kat fazlaydı. İyi ki resimleriyle yalnız kalmıştım; çünkü Hüseyin Zirek‘in en güçlü cümleleri, kelimelerde değil, tuvalin sessizliğinde yazılıydı.
Doktorun Elleri, Ressamın Gözleri
Bu serginin omurgası, bizzat sanatçının kimliğinde gizli: Tıp ve sanat. Bu iki disiplin, tarih boyunca birbirine uzak görünse de aslında en yakın iki amaç için savaşır. Biri bedeni onarır ve ölümü geciktirir; diğeri ruhu iyileştirir ve ölümsüzlüğü arzular.
Sanat tarihçisi bakışıyla resimlerine yaklaştığımda, karşımda “boş zamanlarında resim yapan bir hekim” değil; yaşamını ressamlığa da adamış, gözlem gücü son derece yüksek, güçlü bir anlatıcı gördüm. Zirek, mesleği gereği hayatın sonluluğuna ve acıya her gün tanık olan bir insan olarak, tuvalin başına geçtiğinde zamanı bükme ve sevdiklerini sonsuzluğa hapsetme çabası taşıyor.

Portrelerdeki sevgi dolu ayrıntılar “Halam” portresindeki çizgilerin derinliği, “Sükunetin Kıyısında” tablosundaki kadının dinginliği hepsi, sevdiklerini boyanın içine, zamanın dışına alıp yerleştirme isteği gibi. Zirek, fırçayı bir neşter gibi değil; zamanı durduran sihirli bir dokunuş gibi kullanıyor.
“Olmak İstediğim Yerdeyim”: Bir Ruhun Merkezine Yolculuk
Serginin anahtarı ise sanatçının bana gülümseyerek söylediği o cümlede gizliydi: “Ben olmak istediğim yerlere kendimi çiziyorum.”
Bu ifade, “Rembetiko Taverna 3” tablosunda tüm coşkusuyla vücut buluyor. Masanın üzerinde kırmızı etekli bir kadının dans ettiği, kadehlerin şıngırtısının duyulduğu o sahneye Zirek, kendini de dâhil etmiş. Gündelik yaşamın zorunluluklarından kaçıp, renklerin, müziğin ve coşkunun olduğu o “an”a sığınmak… Bu, sadece bir kaçış değil, ruhun özgürleştiği bir ritüel ve en saf hâliyle kendini gerçekleştirme arayışıydı.
Senkronizasyon: Soyuttan Somuta Akan Zaman
Sergiye adını veren “Senkronizasyon” kavramı, Zirek’in hayatla, zamanla ve kendi iç sesiyle kurduğu ilişkinin açıklaması. Sanatçı, empresyonist (izlenimci) bir tavırla, ışık ve gölgeyi ustaca kullanıyor. Bu teknik, bir hekimin analitik zihniyle bir ressamın duygusal kalbinin eşzamanlı atışını temsil ediyor.
Özellikle kalabalık kompozisyonlarında dikkat çeken arka plandaki silik, flu insan silüetleri ise, zamansal oluşumun soyuttan somuta geçişini temsil ediyor. Flu figürler geçmişin belirsizliği ve anıların buğusu; net figürler ise şimdinin somut gerçekliği. Zirek, bu yumuşak geçişle, resimlerinde zamanı, mekanı ve duyguyu aynı anda görünür kılıyor.
Acının ve Umudun Renkleri
Zirek’in paleti sadece nostalji ve coşkuyla sınırlı değil. Bir doktorun toplumsal acılara ne kadar duyarlı olduğunu, “Bir Kepçe Umut – Children Of Gaza” tablosunda derinden hissettim.

Karanlığın içinden uzanan o yüzler… Işık sadece çocukların yüzlerine düşerek bir spot etkisi yaratıyor; geri kalan her şeyi karanlığa terk eden bu teknik, Rembrandt’ın chiaroscuro (ışık-gölge) tekniğini andıran güçlü bir anlatım. Burada sanatçı, “olmak istediği yeri” değil, vicdanının kaçamadığı bir gerçeği resmetmiş. Ellerdeki boş taslar ve bekleyişin çaresizliği, bir hekimin çaresiz kaldığı, sadece şahitliğin ve sanatın konuşabildiği bir anda, bir vicdan kaydı olarak tuvale aktarılmıştı.
Sergide beni gülümseten diğer bir eser, üç kadının duvar dibinde sohbet ettiği ve arka planda sokak köpeklerinin dolaştığı o tabloydu. Zirek, gündelik hayatın sıradanlığını neredeyse heykelsi bir kompozisyona dönüştürerek, sıradanın içindeki şiiri bulup görünür kılan bir gözlem gücüne sahip.
Sonuç Yerine: Duvardaki Ayna
Galeriden ayrılırken anladım ki Hüseyin Zirek’in sergisi, bir hekimin titizliği ile bir ressamın coşkusunun, bir yetişkinin hüznü ile bir çocuğun neşesinin, yerel bir hikâye ile evrensel bir acının mükemmel bir senkronizasyonu.
O gün, Tavernadaki kırmızılı kadının dansında coşkuyu, Gazze’li çocuğun boş tasında acıyı, halasının yüzündeki çizgide vefayı gördüm. Ve anladım ki Zirek, olmak istediği yerlere kendini çizerken, aslında bizi de hissetmek istediğimiz, özlediğimiz o yerlere davet ediyor.
Bu sergi, duvarda asılı resimlerden ibaret değil; bir ömrün, bir vicdanın ve bir insanın iç dünyasının boyayla yeniden yazılmış en samimi itirafıdır. İyi ki tüm bu itirafları kendi sessizliğimle okuma fırsatı buldum.
Bülent Kılıçaslan
Sanat Tarihçisi

SERGİ BİLGİLERİ
Yer: Türkan Saylan Kültür Merkezi – Maltepe Belediyesi
Tarih:18 Kasım–9 Aralık 2025
Açılış:18 Kasım Salı, 18.00
Adres: Gülensu Mahallesi Nar Sokak E-5 Yan Yol, Maltepe / İstanbul (Gülsuyu Metro Durağı)
Gerçek Bağlar Yerini Dijital Onaya Bıraktıkça Yalnızlık Derinleşiyor





























































Sertaç bey emeklerinize sağlık. Bizede düşen bir görev olursa seve seve koşturmaktan onur duyarız. Çok teşekkür ederim 🙏🤚