KÖŞE YAZILARIVecdi Uzun

Sıradan Olanın Farklılığı: Uğur Pişmanlık

Vecdi Uzun yazdı...

Sıradan Olanın Farklılığı: Uğur Pişmanlık – Vecdi Uzun yazdı…

YEREL ENTELEKTÜEL ÖRNEĞİ
UĞUR PİŞMANLIK

 “Bir anlamda felsefi olarak kendimi geliştirmenin ve başkalarının da felsefeyle buluşmasının zeminini yaratmış oldum.
Ben bir felsefe işçisiyim. Felsefe olmadan aydınlanma olmaz!”

Sıradan olanın Farklılığı serisinde bu yazıya kadar sanat dünyasından örnekler sunmaya çalıştım. Bu defa felsefe-kültür-sanat konularında yerel bir entelektüel olan Uğur Pişmanlık’ın sıradanlık içinde nasıl farklı olduğunu kendi cümleleriyle açıklamaya çalışmaktayım.

Ülkemizde İstanbul,  Ankara ve İzmir dışında ülkeye sanat, kültür ve felsefede katkı sağlayan merkezler bulunmamaktadır. Anadolu’dan çıkıp ulusal çapta kültür ve sanatta bireysel olarak katkı sağlamak oldukça zor olduğu gibi, bu çabalarını yılmadan yaşadığı coğrafyaya yoğunlaştıranların da sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Uğur Pişmanlık’ı tanıtmaya çalışmamdaki temel amacım; Uğur Pişmanlık’ı kayda geçirmek, çok sınırlı bir çevre tarafından fark edilen “Uğur Pişmanlık Parmak İzi”ni görünür kılmak ve hak ettiği ilgi ve desteği aleni şekilde paylaşmaktır. Uğur Pişmanlık’ı sosyal medya üzerinden tanıdım ve uzun süre inceleme altında tuttum. Uğur Pişmanlık’ın parmak izinin orijinal halinde yansıması amacıyla gönderilen açıklamalarda birkaç yazım düzeltmesi haricinde değişiklik yapılmadan olduğu gibi yayınlanmıştır.

Taşrada entelektüel olmaya çalışmak kadar sürdürmek oldukça zordur. Uğur Pişmanlık bu süreci geçerek Tarsus’ta bir kültür-sanat-felsefe kolonisi yarattığı gibi etkinliğini bölge ve ulusal düzeye yayabilmiş nadir taşra entelektüelidir.

Üstelik eğitim gerektiren felsefe gibi önemli ve zor bir konuda kendini eğiterek yılmadan çalışan Uğur Pişmanlık; Tarsus’un geçmişteki felsefe merkezi olma özelliğinden hareketle Tarsus’ta bir felsefe adası yaratmaya çalışmaktadır.

Taşradan çıkıp çevresine katkı sağlayan yerel entelektüele rastlamak ve tanıtım eksikliği nedeniyle fark edebilmemiz oldukça uzak ihtimaldir. Tüm okurlardan önemli ricam; uzun olduğunun farkında olduğum ve kısaltmadığım yazıyı dikkatli okuyarak, Uğur Pişmanlık gibi çevremizdeki yerel entelektüelleri fark etmek ve onları yüreklendirecek çabalar içinde olmanızdır.

Uğur Pişmanlık hakkındaki düşüncelerimi son bölünde yazacağım.

Sıradan Olanın Farklılığı: Uğur Pişmanlık

Uğur Pişmanlık kendisini detaylı olarak aşağıda anlatmaktadır:

“Adım Uğur Pişmanlık, Ekim 1961’de Tarsus’ta doğdum. Ortaokul mezunuyum. Yaptığım işlere bakılarak hayat üniversitesi de denilebilir ama buradan hiç mezun olunamıyor çünkü hayat hep öğretiyor.

İlk ve ortaokul yıllarında tatillerde yaptığım çeşitli çıraklıkları saymazsak, 1970’li yılların ilk yarısından sonra çalışma hayatına atıldım. Babam Tarsus’un en eski tanınmış aşçılarındandı. Okumayınca onun yanında lokantada çalışmaya başladım. Sonra bir benzin istasyonu, bir hızar, iki fırın, bir yağ fabrikası işçiliği yaptım. Bunlar arasında zaman zaman çeşitli lokantalarda bazen yalnız, bazen babamla çalıştım. Sonra babamla bir tekstil fabrikasının yemekhanesinde çalıştım. Babamın yanında yetişerek aşçılıkta onun yanında kalfa oldum ve ustalaştım.

1976-1980 arası dönem bu çalışma yaşamı sürerken Aziz Nesin, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Yaşar Kemal gibi edebi okumaların yanı sıra ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal ortam içinde birkaç arkadaşında etkisiyle sol siyasetle tanıştım ve örgütlü mücadele içinde yer aldım. Sonra 12 Eylül askeri darbesi oldu.

Darbenin ilk aylarında İstanbul Ümraniye’de Netaş’ın yanındaki sanayi sitesinde küçük bir lokantada çalıştım. İstanbul’da 6 ay kaldıktan sonra askere gitmek için Tarsus’a döndüm. Askerlik işlerini beklerken gözaltına alındım. Askeri gözaltında 107 gün kaldıktan sonra tutuklanarak Tarsus Cezaevine konuldum. Gözaltı ve tutukluluğun 8’inci ayında tahliye oldum ve beraat ettim.

Cezaevinden çıkınca askere gittim, Isparta ve Ankara’dan sonra askerlik bitti ve Tarsus’a döndüm. O yıllarda babam Tarsus Amerikan Kolejinin yemekhanesinin aşçısıydı ve yeni emekli olmuştu. 1983 yılında Tarsus Amerikan Koleji’nden ben çalışmaya başladım. Burada çalışırken ilgi duyduğum fotoğrafa bir makine alarak başladım. Kolejde 1988’e kadar çalıştım. Sonra okulun yemekhane, temizlik, çamaşırhane ve güvenlik gibi çeşitli birimlerinin taşeron müteahhitte verilmesi ve tensikat gündeme geldi. Çalışanların sayısını düşürmek için bir işten çıkartılacaklar listesi hazırlamışlar. Listede benim de adımı gören ustam personel müdürünün yanına çıkmış, “Uğur, çalışkan ve dürüst bir arkadaşımız. Onu niye işten çıkartıyorsunuz? Burada işten kaytaran ve tembel elemanlar var neden onlardan birini seçmiyorsunuz?” demiş. Personel müdürü ustama “Biliyoruz, Uğur, çalışkan ve dürüst bir çalışanımız. Ancak o burada kalırsa, okulumuza kızıl Sovyet bayrağını çeker. Onu bu yüzden çıkarıyoruz” yanıtını vermiş.

Tarsus Amerikan Koleji’nden sonra Türkiye’nin en büyüklerinden biri olan Berdan Tekstil fabrikasının işçi alım sınavlarına girdim. Sınav sonuçlarını beklerken bir kitabevinde çalıştım. Sınavı kazandığım haberi gelince, evraklarımla Berdan Tekstil fabrikasında işe başladım. Burada 1988’den 1991 yılına kadar çalıştım. O zamanlar Irak’ın Kuveyt’i işgal ettiği 1. Körfez Savaşı vardı. Fabrikada çalışırken, kapalı kapılar arkasında ucuza sözleşme imzalamaya çalışarak işçiyi satan sarı sendikacılara karşı mücadele ediyordum. Tam da o günlerde üç büyük sendika konfederasyonu hayat pahalılığı, çalışma ve yaşama koşullarının zorluğu ve ücretlerin düşüklüğü nedeniyle hükûmeti uyarmak için 3 Ocak 1991’de ülke genelinde bir günlük genel grev yapma kararı almışlardı. Gelgelelim fabrikamızda yetkili sarı Teksif sendikası bu grev meselesinde de yan çiziyor, işçiyi greve götürmek yerine isteyen gelir çalışır diye işverenden yana bir tutum alıyordu. Fabrikanın iplik-dokuma bölümünde 2 bine yakın işçi, benim çalıştığım konfeksiyon bölümünde birkaç erkek dışında 300 civarına kadın işçi vardı. Ben 12 Eylül’de emekçilerin pek çok kazanımlarını kaybetmiş olmasından dolayı işçi konfederasyonlarının aldığı bu karara uyularak genel greve katılmak gerektiğine inanıyordum. Yalnızdım ama ben örgütlü mücadeleden geliyordum. Ve fabrikada kesim, dikiş, ütü, paketleme bölümlerindeki kadın işçilerle günlerce, molada, yemekte, iş girişi ve çıkışımda konuşarak onları genel greve katılmaya ikna etmeye çalıştım. Bu arada bir yerel gazetede köşe yazıları yazıyordum ve tekstil işçisinin sorunları üzerine yazdığım yazıları, planlama bölümünde çalışan memur kızlar fotokopisini çekiyor, fabrikada işçilerce elden ele dolaşarak işçiler okuyordu. Grevi örgütlememde bu gazete yazılarım da etkili oldu. O günlerde işçi temsilci odasında yapılan bir toplantıda işçi arkadaşlara bir konuşma yapıp grevin önemini anlatıp bir kez daha grev çağrısı yaptım. Genel grev günü gelip çattığında 2 kişi hariç 300 kadın işçi işe gelmedi ve genel greve yüzde yüz katılım oldu. Bu grevi örgütlemem fabrikanın iplik-dokuma bölümünde de işçilerin katılımını sağladı. Sonuç;  Berdan Tekstil fabrikası beni önce iş değişikliğiyle sürgün etti ve temizlik işlerine verdi, sonra da işten çıkardı.

Berdan Tekstil’den çıkınca bir süre kitap ve ansiklopedi pazarlama işine girdim. Bunu yaparken bana bir gazetenin bölge temsilciliği teklifi geldi. Kabul ettim. Zaten önceden de gönüllü olarak yerel ve ulusal bazı gazetelere yazılar yazıyor ve haber yapıyordum. Böylece profesyonel gazeteciliğe adım attım. Çalıştığım İçel’de Katılım gazetesi 1994 5 Nisan krizinde kapandı. Tam da o günlerde Türkiye’nin en uzun süreli ekonomi gazetesi olan Dünya gazetesi Tarsus Temsilciliği teklifi geldi. Kabul ettim ve kent merkezinde bir büro açtılar. Dünya gazetesinde 7 yıl çalıştım. Gazeteye Tarsus’la ilgili ekonomi haberleri yaptım, köşe yazıları yazdım ve kent tanıtım ekleri yayınladım. Bu arada gazetenin sahibi Nezih Demirkent öldü. Dünya gazetesi Tarsus Temsilciliği de 2001 krizinde küçülmeye gidince Tarsus gibi ilçelerdeki temsilcilikleri kapatmaya gittiler.

Bu işten sonra bir süre Tarsus’taki firmaların reklam işlerini yaptım. Sonrasında ise bir gübre fabrikası ile bir engelli çocuklar rehabilitasyon merkezinin halka ilişkiler yöneticiliği görevinde bulundum.

2004 yılında hayalim olan Aratos dergisini yayınlamaya başladım. 2005’te emekli oldum.”

Çok eski bir medeniyet merkezi olan Çukurova ve Tarsus merkezinde kendisini nereye koyduğu ve bu bölgenin onun Uğur Pişmanlık olmasını sağlayan kültürel katkısı detaylı olarak anlatılmaktadır.

Tarsus, her şeyden önce çok katmanlı bir kent. Bu katmanlara bir göz attığımızda önce Tarsus’un 10 bin yıllık bir tarihi olduğu karşımıza çıkar. Bu da Tarsus’un sadece Anadolu’nun değil aynı zamanda dünyanın en eski kentlerinden biri olduğu gerçeğiyle karşılaşırız.

Kentin bu çok katmanlı yapısına anlatmaya devam edersek; kentin ilk yerleşimci sakinleri olan Luvileri görürüz. Sonrasında Hatti, Hurri, Hitit, Helen, Roma uygarlıkları, Bizans, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemleriyle son bulan ve Cumhuriyetle devam eden bir süreç.

Tarsus, tarih boyunca iki kez Hitit İmparatorluğu iki kez da Roma İmparatorluğu döneminde toplam dört kez başkentlik yapmıştır. Tarsus başkentti ve otonom (bağımsız) bir kent olarak da ayrıcalıkları vardı. Tarsus kendi sikkelerini darp etme yetkisine sahipti ve paralar üzerine kendi yerel tanrılarının ya da figürlerinin resmini basıyordu. Mezopotamya’yı İç Anadolu’ya bağlayan geçiş yolları üstende bulunan ve karayoluyla kervan ticareti olanakları olan Tarsus, sahip olduğu liman aracılığıyla da denizaşırı ticaret yapıyordu. Bu de kenti hareketli olduğu kadar zengin yaparken, ekonomik gelişmenin yanı sıra sosyal ve kültürel açıdan da gelişmesini sağlıyordu.

Bütün bu anlatılanların arasında son derece önemli bir katman ise Tarsus’un bir felsefe kenti olmasıdır. Antik çağda Tarsus’ta pek çok felsefe okulu vardı ve bu okullarda yetişmiş çok sayıda filozoftan söz edilebilir.

Antik çağın sona ermesiyle Avrupa’daki gibi Anadolu’da karanlık bir çağa gömülür. Felsefe, bilim, sanat ve kültür adına neredeyse hiçbir şey üretilmez. Bu sürecin tarihsel kırılma noktası Osmanlı feodalizminin yıkılıp cumhuriyetin kurulmasıdır.

Yeni kurulan cumhuriyet ve aydınlanma sürecinin etkileri Tarsus’ta da görülür. Örneğin 1937’ta Tarsus Halkevi kurulur ve çalışmalara başlar. Halkevi tiyatro çalışmalarından oyun yazar Haşmet Zeybek gibi bir sanatçı çıkar. Bu süreçte cumhuriyet döneminin ilk sosyologlarından sayılabilecek Prof. Cavit Orhan Tütengil, romantik şair Ümit Yaşar Oğuzcan, tiyatro oyuncusu Erdal Gülver, tiyatro sanatçısı ve sinema oyuncusu Savaş Başar gibi bilim, sanat insanı aydınlar yetişir.

Bütün bunlar, kentin tarihi ve kültürel zenginliğini oluşturan katmanlardır. Daha fazlası da var elbette. Örneğin; Tarsus bir tekstil ve bir işçi kentidir. 1940-1980 arası dönem çok ciddi işçi eylemlerine, sendikal mücadelelere, grev ve direniş ile fabrika işgallerine tanık olmuştur.

Kentin mahalle yaşamı, tiyatroları, sinemaları, eğlence yaşamı biri sosyal ve kültürel olgular da bu kentin katmanlarını oluşturur.

Şimdi sorunun ilk bölümünü yanıtlamak gerekirse, kendimi bütün bu katmaların tam orta yerine koyuyorum. Beni şekillendiren bu kentin tarihi kültürel dokusu, insan ilişkileri ve açık söylemek gerekirse, sınıfsal bakış ve sosyalist bir bilinçtir. Ancak bu bilinç içinde önemli iki şeyi barındırır; kent bilinci ve tarih bilinci. Bu da yaşadığım kente, ülkeye ve insanlığa karşı sorumluluğumu yerime getirmeye çalışmamı sağlar.

Sorunun ikinci bölümü ise arkasında sınıfsal bakış olan bir kent bilinci ve tarih bilinciyle duyduğum sorumluluk gereği üretmek ve paylaşmaktır. Bunun bir yanı siyasi mücadeledir bir diğer yanı felsefe, sanat ve edebiyattır. Ben her alanda üretmeye ve bunu toplumla paylaşmaya çalışıyorum. Bir gazeteci, bir amatör fotoğrafçı ve yazar olarak yaşadığım kentten ve ülkeden beslenerek üretiyorum.

Beni ben yapan bir dünya görüşüm var. Ama bunun altında yukarıda söz ettiğim kentle olan ilişkim var. Yaşadığım kent Tarsus’un, beni pek çok açıdan beslediğini düşünüyorum. Kent bilinci, tarih bilinci ve sorumluluk duygusu gibi algılarımız açıksa, nereye, nasıl ve niçin bakacağımızı bilirsek, kent bizi besleyecek bir sürü veri/olgu sunar. Bugün benim fotoğraftan kitaba, belgesel film çalışmalarıma kadar yaptığım pek çok şey kentin bana sunduklarıyla beslenmemden ortaya çıkmıştır.

Kentle insan arasında karşılıklı bir beslenme ilişkisi var. İşte ben de beni yaşadığım kentten beslenerek ürettiklerimi kente, kent insanına/topluma vererek kenti beslemiş oldum. Bunu bir anlamda, Marks’ın, “Üretimin yeniden üretilmesi” esası gibi bir şey. Bakmasını ve beslenmesini bilirsen üretirsin ve yeniden kenti beslersin. Bütün bu besleme ve beslenme ilişkisi, politik bir mücadelede kişiye bir kişilik, bir kimlik ve duruş kazandırıyor. O zaman sen oluyorsun. Kişi kendini var edebilen bir varlık. Felsefe, kişinin kendini oluşturma sürecidir. Kişi felsefe aracılığıyla kendi inşa eder. İnsan yapıp ettikleriyle var olur, ben olur.

Uğur Pişmanlık kendisini farklı yapan ve bu farklılıklardan yaratıcılığıyla çevresine yarattığı kültürel ve sosyal katkıları nasıl gerçekleştirdiğini anlatmaktadır.

Eğer insanın içinde yaşadığı toplum ve hayatla bir derdi varsa, bir çaba içinde olmalı. Bunun içi ise önce insanın bu hayatta bir ana amacı olmalı, ana amacını da ara amaçlarıyla beslemeli. Çoğu insan ana maçla ara amacı karıştırıyor. Zengin olmak, mesleki kariyer yapmak, dünyayı gezmek, mutlu bir yuva sahibi olmak ya da futbol, araba ya da başka şeyler yapmak; bunların hepsi ara amaçtır.Bir insanın ana amacı olması demek, toplumsal sorumluluk aldığı bir amaca yönelmesi, bir ideale yönelmesi, bir hedefi olması demektir. İnsan ancak duyduğu toplumsal sorumlulukla, içinde yaşadığı toplumsal yapıyı, ileriye doğru değiştirip dönüştürebilir. Bunun adresleri bellidir; kültür, sanat ve siyaset, kişi kültür ve sanat aracılığıyla toplumda bir bilinç oluşmasına katkıda bulunabilir. Sanat, yavaş da olsa toplumda kültürel gelişmeyi sağlar. Siyaset ise toplumsal değişim ve dönüşümleri daha etkili ve sonuç alıcı olarak gerçekleştirebilir.

17 yaşından beri siyasi mücadelenin içindeyim. İçinde yaşadığım ve beğenmediğim toplumsal yapıyı değiştirmek için politik mücadelemi sürdürürken, kültür ve sanatın çeşitli alanlarında bir uğraş da veriyorum. Kültür ve sanattan beslenerek hem kendimi geliştirme çabası içinde oldum, hem de kültür sanatı toplumla buluşturma çabasıyla birlikte ben de ürettiklerimi paylaştım. Siyasi mücadelenin beslendiği üç önemli şey olduğunu düşünüyorum; felsefe, bilim ve sanat. Yaratıcı olduğumu düşünüyorum ve çevremde felsefe, sanat ve siyaset çabaları üzerinden kültürel ve sosyal katkılar gerçekleştiriyorum. Tarsus’un ilk amatör fotoğrafçısıyım ve Türkiye’nin pek çok kentinde kişisel sergiler açtım. Yarışmalardan uzak durdum. 2024’te fotoğrafta 40. yılım anısına Aratos dergisi ve başka yayınlarda çıkmış yazılarımı derleyerek, “Işığın Büyülü Dili: Fotoğraf Yazıları” adlı kitabımı yayınladım. Fotoğrafçılığım ve yazarlığım bana gazeteciliği getirdi, 1987’de gönüllü olarak yerel ve ulusal gazete ve dergilere yaptığım haberler ve yazdığım makalelerle başlayan süreç yaşadım. Sonra bölgesel ve ulusal gazetelerde profesyonel muhabirlik, bölge temsilciliği ölçeğinde gazetecilik yaptım. Bir gazeteci sorumluğuyla Tarsus basın tarihini “Tarsus Basın Tarihi/100 Yıllık İzler” adıyla kitaplaştırdım ve yayınlandı. Çok sayıda, ulusal, bölgesel ve yerel gazete ile dergilerde haber yaptım yazılar yazdım.

Bizim ve bizden önceki kuşağın hem yazar hem de okurlarında bir dergicilik geleneği vardır. Ya dergi çıkartırsın ya dergi okursun. 12 Eylül darbesi öncesi politik mücadele içinde siyasi dergiler ve sanat dergileri hatta Gırgır başta olmak üzere mizah dergileri okurduk. Aktif gazeteciliği bırakmayı düşündüğüm zamanda ya yerel bir gazete çıkartacak ve Tarsus’taki sayıları 20’yi bulan yerel gazetelerde bir yenisi eklenecekti ya da Tarsus’ta olmayan bir şey yapacak, bir okur ve yazar olarak kültür sanat dergisi çıkaracaktım.

Sıradan Olanın Farklılığı: Uğur Pişmanlık

Ben dergi yayıncılığı yapmaya karar verdim. 2004 yılında ilk sayısını bastığımız ve adını antik çağda yaşamış şair, matematikçi ve gökbilimci Tarsuslu filozoftan alan Aratos dergisini çıkardım. Bir grup arkadaşımla birlikte yayın hayatına giren Aratos Tarih, Felsefe, Kültür ve Sanat dergisi, iki ayda bir düzenli olarak yayınlayarak şimdi 22. yılına girdi. İçinde tarih, felsefe, kültür ve sanat yazıları olsa da, Aratos dergisini bir felsefe dergisi olarak tanımlıyorum. Dergi, sadece yayınlandığı kentte değil ülke çapında da ilgi gördü ve çok sayıda okura ulaştı. Aynı şekilde yurtdışında da okurlarımız oldu. Her ne kadar künyesinde yerel bir dergi olarak yer alsa da Aratos ulusal ölçek düzeyinde bir yayın oldu. Aratos dergisinde yayınlanan yazılar, lise, üniversite öğrencileri ve akademisyenlerce takip edildi, yazılarından yararlanıldı, kaynak gösterildi.

Aratos dergisinin yurtiçi ve dışında bir bölümü çeşitli üniversitelerin farklı dallarından hocalar ile kültür ve sanatın çeşitli alanlarından sanatçılardan oluşan 450’yi aşkın yazarı var. Aratos dergisi onların sayesinde var oldu. Aratos’a yazarak, okuyarak katkıda bulunanlara teşekkür ediyorum.

10 bin yıllık geçmişi olmuş, pek çok filozof yetiştirmiş, yakın tarihimizde değerli bilim ve sanat insanları çıkarmış, pamuk üretiminin yoğun olduğu, dolayısıyla başta tekstil olmak üzere çok sayıda fabrika bulunduğu için bir işçi kenti olmuş Tarsus gibi yerleşimde toplumu kültürle, sanatla ve felsefeyle buluşturacak başka şeyler de yapmamız gerekiyordu.

Dergi yayıncılığı ile sınırlı kalmayıp başka somut işler de yapmak gerekiyordu. Bunlardan biri kitap yayıncılığıydı. Aratos dergisi olarak bugüne kadar derginin ekinde ayrı basım 70 kadar kitap yayınladık. Bu kitapların birkaçı şiir, öykü ve roman gibi edebi eserlerdir. Bunlar dışında 13 tane felsefe kitabı ve kalanı ise yaklaşık 45 civarında ise Tarsus tarihi ve kültürünü yansıtan kitaplardır.

2011 yılında Aratos Felsefe Okulu’nu kurduk. “Madem antik çağda çok sayıda felsefe okulu varmış, neden bugünün formatına uygun seminerler dizisi şekilde felsefe dersleri yapmayalım?” diye düşündüm ve kendime sordum. Mersin ve Çukurova Üniversitesi Felsefe Bölümü hocalarıyla görüştüm. Bu hocalarımızın bazıları Aratos dergisine yazı da veriyorlardı. Bir felsefe okulu oluşturmak istediğimi, ders verip veremeyeceklerini sordum. Memnuniyetle kabul ettiler ve ilk dersi, Prof. Dr. Afşar Timuçin hocayla “Stoa Felsefesinin Temel Özellikleri” başlığıyla yaptık. Sonrasında 15 günde bir aksatmadan başlangıçta kentteki farklı mekân ve salonları kullanarak, daha sonra ise kurduğum Aratos Kültür Sanat Evi’nde dersler yaptık. Hocalarımız, herkese açık ve ücretsiz bu dersleri gönüllü olarak veriyordu. İstanbul, Ankara, İzmir, Muğla, Gaziantep gibi kentlerden hocalarımız kendi imkânlarıyla geliyordu.

Aratos Felsefe Okulu 14. Yılı geride bırakıyor ve bugüne kadar 30’a yakın üniversiteden 40 kadar akademisyen ders verdi. Hocalarımızın verdiği dersleri kalıcılaştırmak için, şu ana kadar Aratos Felsefe Okulu Ders Metinleri adıyla 5 cilt kitap yayınladık. Bu arada her yıl Aratos Felsefe Günleri düzenledik ve her etkinliğin oturumunda 4 ile 6 arası akademisyen konuşmacı oldu. Bu etkinliği daha sonra Tarsus Felsefe Festivali ve Aratos Felsefe Sempozyumu olarak devam ettiriyoruz. Aratos dergisi olarak her yıl, cumhuriyet döneminin ilk sosyologlarından biri olarak anabileceğimiz Tarsuslu bilim insanı ve aydın Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil adına ve anısına sosyoloji araştırmaları sempozyumu düzenliyoruz. Bu güne kadar 3 kez gerçekleştirdiğimiz Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil Sosyoloji Araştırmaları Sempozyumu’nda sunulan bildirileri “Basın Sosyolojisi”, “Kent Tarihi ve Kent Araştırmaları Sosyolojisi” ile “Göç Sosyolojisi” adlarıyla kitaplaştırarak yayınladık.

Çukurova Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim-Heykel Bölümü Aratos dergisi için zamana yayılmış olarak başta Tarsuslu filozof Aratos olmak üzere toplam 7 filozofumuzun büstünü yaptı. Biz bunlara Tarsus’un 7 bilgesi diyoruz.

2015 yılında Aratos Kültür Sanat Evi’ni kurduk. Öncesinde dergi adına yaptığımız, söyleşi-imza günü, sinema günleri, konser gibi etkinlikleri kentin çeşitli mekânlarını kullanarak yapıyorduk. Tarsus’ta 40 yıla yakın zamandır, çoğunlukla gönüllü olarak rehberlik yapıyorum. Dergi olarak mevsime göre Aratos’un İzinde Tarih Kültür Gezileri düzenliyoruz. Kent içi turlar dışında Tarsus çevresindeki ören yerleri gezisiyle, doğa yürüyüşleri ve kanyon yürüyüşleri yapıyoruz. Virüs salgın dönemi olan 2020 yılına kadar 5 kez Aratos Belgesel ve Kısa Film Günleri gerçekleştirdik. Genellikle 3 gün boyunca süren bu etkinlikte çok sayıda belgesel ve kısa Filmin gösterimini yaptık.

İlgi duyduğum fotoğrafa amatör olarak 1984 yılında başladım. Bugüne kadar Türkiye’nin pek çok kentinde kişisel fotoğraf sergileri açtım.  2019 yılından bu yana Mersin’de yayın yapan İçel TV ve Sun TV’de İbrahim Öngü ile birlikte hazırlayıp sunduğumuz bir felsefe programı yapıyoruz. “Aratos’un Penceresinden Felsefe” adıyla ayda bir yaptığımız programa bölge üniversitelerinin çeşitli dallarından akademisyenler ile yazar ve sanatçıları konuk ettik. Bu Türkiye televizyon kanallarındaki tek felsefe programıdır.

Tarsus Belediyesi 2004 yılında, Uluslararası Tarsus Yarı Maratonu adıyla bir spor etkinliği başlattı. Bu maratonun başlama alanında STK’lar stant açtı. Aratos dergisi olarak biz de bir yayın standı açtık. Aratos dergisi kültür dizisi olarak 2008’de Antik Çağ’da Tarsus Olimpiyatları ve Uluslararası Tarsus Maratonu adıyla Türkçe-İngilizce bir kitapçık yayınlayarak maratonun tanıtımına katkıda bulunduk. 2011 yılında ise Almanya’da çalışan Erhan Üvey arkadaşımızın koşucu olması nedeniyle antik kıyafetlerle antik çağda yaşamış Atlet ve filozof Khrisippos’u temsilen maratonda koşmasını sağladık. Maraton çeşitli nedenlerle ve covit salgını nedeniyle bazı yıllar yapılmasa da, ilk katıldığı tarihten itibaren bütün maratonlara gelerek Aratos dergisi adına Atlet ve filozof Khrisippos’u temsilen maratonda koşmaya devam ediyor. Öte yandan, antik olimpiyatlarla ilgili kitapçığımızı geliştirdim ve Mersin Büyükşehir Belediyesi “Antik Çağ’da Tarsus Olimpiyatları, Atlet Filozof ve Uluslararası Tarsus Maratonu” adıyla kitabımı yayınladı.

Türkiye televizyon kanallarındaki tek felsefe programı olan “Aratos’un Penceresinden Felsefe”de şu ana kadar 50’yi aşkın programda başta felsefe olmak üzere, tarih, arkeoloji, tıp, Ekoloji, uzay bilimleri, edebiyat, resim-heykel sanatı gibi pek çok konu konuşulup tartışıldı.

Araştırdığım kadarıyla, PTT Genel Müdürlüğü cumhuriyet tarihi boyunca tek bir Anadolulu filozof adına pul basmamış. Ben de Tarsuslu filozof Aratos’un ve onun adına çıkarttığımız Aratos dergisinin 20. yılı anısına biri sadece Aratos’un resminin olduğu diğeri de önde gelen 6 Tarsuslu filozofun büstlerinin resminin yer aldığı iki adet özel anma pulu bastırdım.

Yukarıda kitap yayıncılığında söz ettik ancak benim yayınlanmış 7’si derleme toplam 32 kitabım bulunuyor. Bu kitapların bazıları profesyonel ulusal yayınevlerince basıldı. Bir bölümü de Aratos Yayınları’ndan çıktı.  Bunlardan birkaçı şunlardır, “Tarsus İşçi Sınıfı Tarihi”, “Antik Çağ’da Tarsuslu Filozoflar”, “Gezginlerin Gözüyle Tarsus”, “Tarsus Tiyatro Tarihi”, “Tarsus Sinema Tarihi”, “Tarsus Mutfağı ve Hakkı Usta Yemekleri”, “Tarsus Kahvehaneleri” ile “Antik Çağ’da Tarsus Olimpiyatları”.(Kitapların tüm listesi son bölümde liste olarak sunulmuştur)

Aratos Felsefe dergisi olarak, 2006’dan bu yana, Tüyap Çukurova, İzmir ve İstanbul kitap fuarlarında, bölge ve ülke çapındaki festival, şenlik gibi kültür sanat etkinliklerinde dergimiz ve Tarsus kitaplarından oluşan yayın standı açarak Aratos’un ve Tarsus’un tanıtımını yapmaktadır

Son üç yıldır ise Tarsus Belediyesi’ne Tüyap Çukurova kitap fuarında stant açmasını sağlayarak hem Aratos olarak biz hem de diğer Tarsuslu yazar arkadaşların kitaplarıyla stantta okurlarla buluşmasına öncülük ettik.

Kitaplar dışında belgesel film senaryoları yazıyorum. Bu belgesellerin bazılarının yardımcı yönetmenliğini yaparken bazılarını yönetmen olarak kendim çektim.

Kitaplarımın biri belgesel olurken, Aratos dergisinde yazdığım bir makalem de benim danışmanlığımda TRT Belgesel kanalınca çekildi.

Senaryosunu yazdığım ve çektiğimiz belgelerin ikisi hariç hepsi Anadolulu filozoflar ve felsefeyle ilgilidir.  (Belgesel filmlerimizin listesi son bölümünde liste olarak sunulmuştur)

Yine bir dönem Tarsus Kent Konseyi’nde görev aldım ve o zaman Tarsus Stoa Felsefe Festivali’ni başlattık. Neredeyse 25 yıldır, Tarsuslu sanatseverleri otobüslerle Adana Devlet Tiyatrosu ve Mersin Devlet Opera Balesi’ne götürüyor, onları bu sanat etkinliğiyle buluşturuyorum. Gökten üç elma düşmediyse de hayattaki ana amacım dışında ve amaca da hizmet edecek üç hayalim vardı. İlki dergi yayıncılığıydı ve Aratos Felsefe Dergisinin 22 yıldır yayınlayarak bunu hayat geçirdim. İkincisi, bir sanat evi kurmaktı; onu da 2015 yılında Aratos Kültür Sanat evi adıyla kurmuştum. Üçüncüsü ise, Tarsuslu filozof Aratos şair ve matematikçi olmanın yanı sıra o bir gökbilimci astronomdu. Tarsus’a Aratos Gözlemevi kurma hayalimi de Mersin Büyükşehir Belediyesi’yle hayata geçirmeyi umuyorum. Bu yönde çalışmalar başlattık. Uğur Pişmanlık ve Aratos dergisi olarak yaptığımız işlere  Aratos Gözlemevini de yaparak Tarsus’a kazandırırsak mutlu olacağım.

Şimdilerde, Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin Sivil Toplum İlişkiler Müdürlüğü’nce bünyesinde kısa adı TADEKA olan Tarsus’a Değer Katanlar oluşumu içindeki 8 kuruldan (Felsefe-Arkeoloji Kurulu, Kent Tarihi Araştırmaları ve Kent Belleği Kurulu ile Fotoğraf, sinema ve Karikatür Kurulu) 3’ündea görev alıyor ve önerilerimiz doğrultusunda Tarsus’ta kültür sanat etkinlikleri yaparak aydınlanma çabasını sürdürüyoruz.

Kısacası, bir gazeteci olarak, bir fotoğrafçı, bir dergi yayıncısı ve bir felsefe işçisi olarak ve tabi taşıdığım siyasi dünya görüşünün de gereği olarak, toplumsal yaşamın ileriye doğru değişip, dönüşmesi için bir çaba içindeyim. Toplumda bir farkındalık, bir bilinç oluşturmak için aydınlanma yaratmak gerekiyor. Bu yüzden çok yönlü bir felsefe çabası içindeyim. Çünkü felsefe olmadan aydınlanma olmaz. “

Uğur Pişmanlık Tarsus’tan yetişen değerleri aşağıda özetlemiştir.

“Antik çağda yetişmiş 45 Tarsuslu filozofun dışında özellikle cumhuriyet dönemi aydınları olarak anacağımız bilim, sanat ve edebiyat alanında değerli isimler bulunmaktadır. Bunların başında cumhuriyet döneminin ilk sosyologlarından biri olarak anabileceğimiz ve 12 Eylül öncesi üniversiteye ders vermek için sabah beklediği durakta kurşunlanarak öldürülen Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil gelir. Romantik şairimiz Ümit Yaşar Oğuzcan Tarsusludur. 1960’lı yıllarda Tarsus Halkevi’nde ilk ciddi tiyatro çalışmalarını başlatan ve ülkemizin en değerli tiyatro oyun yazarlarından biri olan sanatçı Haşmet Zeybek Tarsusludur. Aynı şekilde, senaryolaştırılarak sinemaya aktarılan Hazal filminin romanını yazan Necati Haksun, yine kadın yazarlarımızdan Fazilet Çulha, Türk Halk Müziği sanatçısı, halk bilim araştırmacısı, yazar ve TRT program yapımcısı ve koro şefi Dr. Halil Atılgan, Tiyatro sanatçısı ve sinema oyuncusu Savaş Başar, yazar, fotoğraf sanatçısı Dr. Ali İhsan Ökten, uzay bilimleri hocası ve yazar Prof. Dr. İ. Ethem Derman da Tarsusludur.”

Uğur Pişmanlık geçmişte bir felsefe merkezi olduğunu ifade ettiği Tarsus’un bu özelliği hakkında da bilgi vermektedir.

Tarsus’un kültürel katmanlarından biri onun felsefe kenti olmasıdır. Antik çağda Tarsus’ta pek çok felsefe okulu vardı ve bu okullarda yetişmiş çok sayıda filozoftan söz edilebilir.

Karayolu kervan ve deniz aşırı ticaretle zenginleşen ve başkent olma özelliğiyle de siyasi olarak da güçlü bir kent olan Tarsus’ta ekonomik gelişmişliğin bir sonucu olarak sosyal ve kültürel anlamda da gelişiyor. Bir yanda kentsoylu aileler Tarsus’ta felsefe okullarında ve buradaki hocalardan çocuklarının eğitimi için ders aldırırken, diğer yandan Tarsuslu ya da dışarıdan gelen gezgin filozoflar kent meydanında felsefe söylevleri çekiyordu. Tarsus, Atina, Roma ve İskenderiye gibi antik dünyanın önde gelen stoa felsefesinin merkezlerinden biridir. Tarsus’ta eğitim veren felsefe okulları ve yetişen filozoflar daha çok stoacı görüştedir.

Amasyalı coğrafyacı ve gezgin filozof Strabon, Tarsus’taki felsefe okulları ve filozoflardan şöyle söz eder, “Tarsos’ta halk kendini büyük bir şevkle sadece felsefeye değil aynı zamanda bütün öğrenim dallarına vermiştir. Kent bu konuda, Atina’yı ve İskenderiye’yi veya filozofların dersleri ve okullarıyla anılan herhangi bir yeri geçmiştir. Fakat burası diğer kentlerden o kadar farklıdır ki, öğrenmeye düşkün olanların tümü yerlilerdir. Tarsos kenti, her tür retorik okullara sahipti ve genellikle gelişen ve güçlenen halkı ile bölgenin ana kenti olma ününü, birçok yetenekli kişinin kentten ayrılarak geri dönmemesine rağmen korudu. Kentin ünlüleri Stoiklerdir… Ancak bize bu kenttin bilginlerinin sayısını en çok Roma söyleyebilir. Çünkü Roma Tarsoslu’larla doludur. İşte Tarsos böyledir” Saptayabildiğimiz kadarıyla, Antik çağda matematikçi, astronom, tragedya yazarı, eczacı-hekim, sözcük bilimci ve gezgin Tarsuslu filozofların sayısı 45 tanedir. Bu da kentin felsefede ne kadar ilerde olduğunu ortaya koymaktadır.

Antik Anadolu’da hiçbir kentte bu kadar filozof yoktur. Tarsuslu filozofların önde gelen isimlerinden Aratos, hem Makedonya kralı Antiokhos Gonatas’ın yanında bulunmuş ve ona hocalık yapmıştır, hem de Suriye kralı Antiokhos Soter’e hocalık ve danışmanlık yapmıştır.

Tarsuslu Khrisippos, gençliğinde uzun mesafe koşucusu olarak olimpiyatlarda maraton koşmuştur. Sonradan felsefeye de merak salmış, stoacılığın kurucusu Kıbrıslı Zenon’nun Atina’daki okulunda dersler almış, onun ölümünden sonra okulun başına geçmiştir. Ve çok önemli bir bilgi ise, Zenon’dan sonra stoacılığın temel ilkelerini belirlemiş, bu yüzden çağdaşları ve ardılları onu Stoacılığın temel direği sayarak, “Khrisippos olmasaydı, stoa felsefesi olmazdı” demişler.

Yine Roma İmparatorlarından Augustus’un hocası Tarsuslu filozof Athenedoros’tur. Pek çok yer gezmiş olan stoacı düşünür Athenedoros, Tarsus üniversitesini de yönetmiştir. Onun yaşadığı zamandaki belediye başkanı zeytinyağı alımında yolsuzluğa bulaştığı için İmparator Augustus tarafından görevden alınmış ve kenti yönetmesi için hocası filozof Athenedoros’u görevlendirmiştir.

Tarsuslu Zenon da Kıbrıslı Zenon’un akedemisinde onun ölümünden sonraki zamanlarda Tarsuslu Khrisippos’tan dersler almıştır. Khrisippos’tan sonra okulu Tarsuslu Zenon yönetmiştir.

Areios, MÖ 1 yüzyılda yaşamış olan eczacı-hekim Areios, Tarsus’taki antik tıp merkezi olan Asklepion Sağlık Tapınağında bir yandan hekimlik yaparken diğer yandan da tıp öğrencisi yetiştiriyordu. Yetişen öğrencilerden en bilineni ve önemlisi Anavarzalı eczacı-hekim Pedanius Dioskorides’tir. Tarsuslu eczacı-hekim Areios, öğrencisi Dioskorides ile birlikte Kilikya bölgesinde çeşitli bitkiler toplayarak, ilaç için bunlardan karışımlar elde etmiş, macunlar ya da şuruplar yapmışlardır. Hocasının yanında yetişen Dioskorides, Roma lejyonlarına katılarak askerlere hekimlik yapmış, gittiği her yerde topladığı bitkilerin defterine çizimlerini işlemiş, yeni ilaçlar elde etmiştir. Daha sonra bütün bu ilgileri “Materia Medika” Bitkilerin Bilgisi ya da maddesi adıyla kitaplaştırmıştır. Dioskorides, kitabının önsözünde, “Bu kitabımı Tarsuslu hocam Areios’a ithaf ediyorum” yazmıştır. Dioskorides’in yazdığı “Materia Medika” kitabı tıpta 12 yüzyıla yani İbni Sina ortaya çıkıncaya kadar kullanılmıştır.

Antik çağda yaşamış 45 Tarsuslu filozoftan sadece birkaçına değindim. Felsefe okulları ve yetiştirdiği onlarca filozofuyla Tarsus bir felsefe kentidir. Düşüncenin bu kadar güçlü olduğu gerçeklikten etkilenmemek mümkün değil. İşte bu nedenle günümüzde Tarsus’u yeniden felsefenin kenti yapma uğraşı içindeyiz.

Sıradan Olanın Farklılığı: Uğur Pişmanlık

Özellikle yönlendirdiğim “Çevreye katkı için dört tarafı mükemmel insan olmaya gerek yok, eksiklikleri ile de katkı sağlamak mümkündür. Yeter ki; günün farkına var?” Siz de Tarsus’ta bu kadar eksiklik içinde ortaya çok önemli değerler yaratabiliyorsunuz? Bunu nasıl sağlıyorsunuz?  Felsefe size bu süreçte ne gibi katkılar sağlıyor?” soruna verdiği cevap çalışma yöntemini ve hayat felsefesini ortaya koymaktadır.

“Ben her şeyin parayla olacağını düşünmüyorum, düşünmedim de. Elbette para gerektiren işler de oldu ama onlar da çok komik rakamlardı. Çünkü ben dâhil çevremizdeki pek çok yazar, sanatçı akademisyen ya da etkinliklerimizin organizasyonunda görev alan arkadaşlarımız ve özellikle de gençler, herkes gönüllü olarak koşturdu, emek verdi. Halkımızın bir deyişi vardır; “Her şeyin başı sağlık” diye. Ben de yaşamın tüm alanlarını, meslekleri, sanat dallarını düşündüğümde hep aklıma bu sözden türettiğim “Her şeyin başı felsefe” cümlesi gelir. Pek çok yerde yaptığım konuşmada sıkça tekrarladığım iki şey var; “Her şeyin başı felsefe” ve “Felsefe olmadan aydınlanma olmaz”. İşte toplumdaki uyanış, yurttaşlık bilincinin gelişmesi ve aydınlanma için gerekli olan şeyin öncelikle felsefe olduğunu düşünüyorum.

Bana göre bugün çeşitli STK’larda yönetici ya da üye olarak görev alanlar, bir yandan da felsefeye yönelseler ve ufuklarını açsalar hem kişisel gelişimleri artacak hem de yaptıkları iş çok daha farklı ve yaratıcı boyutlara taşınacaktır. Bence felsefeyle ilgilenmedikleri için hem bireysel hem de kurumsal olarak kısır kalıyorlar. Felsefenin en büyük katkısı bana bir dünya görüşü, ilkeli bir duruş, toplumsal sorumluluk bilinci kazandırmış olmasıdır. Kişi kendini felsefe aracılığıyla inşa eder ve felsefe aracılığıyla kendini oluşturur. Aynı şekilde felsefenin aracılığıyla bir dünya görüşü oluştururken bir de toplumsal bir ideal ortaya koyar ve o ideal için mücadele edersin. Felsefe, sorgulatır, harekete geçirir, tetikleyicidir. Aklı ve vicdanı uyarır. “Felsefe size bu süreçte ne gibi katkılar sağlıyor?” hakkında şunu söyleyebilirim. Her şeyden önce insan olmamı, insan kalmamı sağlıyor. Bana kazandırdığı tarih ve kent bilinciyle toplumsal sorumluluklarımı yerine getirmemi, kendimi, dünyayı algılamamı ve anlamamı, aydınlanırken, bir de aydınlatma görevim olduğunu hatırlamamı sağlıyor.

Aradığımı bulup bulamadığıma gelince; Sinoplu Diyojen bile elinde fener aradığını bulamamış. Tabi bu bir yana, kendi adıma yaptığım onca iş ve uğraşa baktığımda, dergiden, kitap yayıncılığa, felsefeden siyasete, sinemaya, kent tarihinden televizyon yayıncılığına ve fotoğrafçılığa kadar 50 yıldır verdiğim mücadelede pek çok insana ve kuruma dokunduğumu, yaptığım işlerin duyarlı insanlarda karşılığı olduğunu, bir bilincin oluşmasında katkım olduğunu görüyorum. Öyle yaşanmışlıklar oldu ki, aldığım, teşekkürler, takdirler ve en çok da pratikte karşılığını gördüğüm şeyler beni çok mutlu etti. İnsanı hiçe sayan kötü bir düzende yaşıyoruz. Gerçek aradığımı ya da aradığımız gerçeği, ancak bu düzenden kurtulduğumuzda bulurum ve buluruz diyorum. Önceki sorulardaki yanıtlarım içinde yaptığımı söylediğim işler, benim topluma olan borcumun gereğidir. Ben bu hayata, yaşamın anlamını ve amacını insanlık için bir şeyler yapmakta buldum. Bu nedenle sorunuzu evet buldum diye yanıtlayabiliyorum.

Victor Hugo, “Felsefe, düşüncenin mikroskobudur” diyor. Doğrudur. Ben de felsefe düşüncenin mikrobudur diyorum. Mikrobudur, çünkü insan bir kere felsefeye bulaştı mı, bu düşünce mikrobundan kolay kolay kurtulamaz.  Karl Jaspers ise, ”Felsefe yolda olmak demektir” diyor. İşte benimde felsefe yolculuğum ilk gençlik yıllarında sosyalist siyasetle başladı. Devrimci mücadele içerisinde kendimizi geliştirmenin en iyi yolu okumaktı. Örgütlü mücadelenin pratiği içinde koştururken kitap okurduk. Gazete ve dergi takip ederdik.

Benim bu okuma serüvenimde şiir, öykü, roman gibi edebi okumaların yanı sıra politik kitaplar 1970’lerin olmazsa olmazı idi. Üstelik o yıllarda hararetli tartışmalar politik kitaplar üzerinden yapılırdı.  Bu okumalarımın bir başucu kitabı da Georges Politzer’in “Felsefenin Temel İlkeleri” adlı yapıtıydı. Böylece felsefenin alanına girmiş oldum. Felsefe bir merakla beni sardı, içine çekti. Elbette bu okumalarımızı besleyen ve içinde yaşadığımız dünyayı ve ülkeyi pek çok yönüyle anlamamızı sağlayan başka kitaplar da vardı.  Bir yanda “Felsefenin Temel İlkeleri”, diğer yanda, “Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm”, “İlkel, Köleci, Feodal ve Kapitalist Toplum”, “Sosyalizmin Alfabesi”, “Komünist Manifesto”, “Doğanın Diyalektiği,” “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” ya da Server Tanilli’nin “Uygarlık Tarihi” gibi politik yapıtları okuyorduk. Bütün bu okumalar, felsefi düşünce ile iç içeydi, sorgulayıcı ve aydınlatıcıydı.

O yıllarda felsefe yolunda başlayan yolculuk şimdiki zamanlarda felsefeye yönelik ilgimi sadece kendim için değil, felsefenin toplumsallaşması için pratik bir çabaya yönelerek devam etti.  Toplumsal kurtuluş projesini politik olarak hayata geçirmenin en önemli yollarından biri örgütlü mücadele yürütürken felsefe ve sanattan yararlanmaktır.

Normalde bireysel olarak felsefe öğrenmeye çalışmak zordur. Ben felsefeyi daha önce ifade ettiğim gibi hayatın ve siyasi mücadele içinde öğrendim. Ben akademisyen değilim, bir felsefe gönüllüsü, felsefe sever, felsefe dostu diye de tanımlanabilir ama ben bir felsefe işçisiyim. Felsefe üzerine kafa yoruyor ve yazıyorum ama felsefe sadece düşünüşten ibaret değil. Ben felsefenin yaşamda karşılık bulması için çabalıyorum. Felsefi düşüncenin bir dönüştürücü gücü de olmalı. Ben bireysel olarak kendimi felsefi açıdan geliştirirken, ilerleyen zamanda bir felsefe dergisi yayınlamaya başlamam ve sonrasın Aratos Felsefe Okulu’nu kurmamla bu okulun bir öğrencisi olarak da derslere katıldım.

Bir anlamda felsefi olarak kendimi geliştirmenin ama başkalarını da felsefeyle buluşturmanın zeminini yaratmış oldum.”

Uğur Pişmanlık gelecek dönemde bölge kültüründe önemli katkı sağlayacağına inandığı Çukurova Sanat Kültür ve Eğitim Vakfı ve faaliyetleri hakkında aşağıda bilgi vermektedir.

“Çukurova Sanat Kültür ve Eğitim Vakfı Tarsuslu ressam Ekrem Kahraman ve bir grup sanatseverin öncülüğünde 2021 yılında kuruldu. Vakfın kuruluş amacı, Tarsus’a uluslararası ölçekte çağdaş sanatlar müzesi kazandırmak ve sanat etkinlikleri yapmaktır. Çukurova Sanat Kültür ve Eğitim Vakfı 2023 yılında 15 Nisan-30 Mayıs tarihleri arasında 45 gün süren 1. Uluslararası Akdeniz Çağdaş Sanatlar Bienali yaptı. Bu yıl ise 15 Ekim-30 Kasım tarihleri arasında 2. Uluslararası Akdeniz Çağdaş Sanatlar Bienalini gerçekleştirecek. Ben Çukurova Sanat Kültür ve Eğitim Vakfı’nın kurucularındanım. Burada zaman zaman dile getirdiğim gibi sanatın dönüştürücü gücüyle, kültürel gelişme ve toplumsal yaşamı ileriye taşımaktır. Vakıf kurulurken, kentin kültür sanat yaşamının bir öznesi, aydın kimlikli bir sanatçı olmam nedeniyle teklif üzerine vakıf kurucusu oldum ve etkinliklerde gönüllü olarak görev alıyorum.”

Kendisini tek bir noktaya değil yerel bir usta aşçıyı tanıtma ve maraton koşusu dâhil bu kadar çok yönlü çalışmaya sevk eden duygularını aşağıda özetlemektedir.

“12 Eylül darbesi ile birlikte toplum sindirilmişti. Adeta bir korku cumhuriyeti yaratılmıştı. Toplumsal sanatsal ve kültürel olarak hiçbir hareketlilik yoktu ve yaprak kımıldamıyordu. Askerden gelip kolejde işe başladığımda bir fotoğraf makinesi alarak amatör olarak fotoğrafa yöneldim. Tarsus’ta ilk fotoğraf sergisini açan kişiyim. Ayrıca Tarsus’ta ilk karikatür sergilerinin açılmasına öncülük ve organize ettim. 1986, 1987 ve 1988’de üç ayrı karikatür sergisi açılmasını sağladım. Eğer yaşadığınız kentte yazan, çizen, sanat yapan ya da toplumu aydınlatmak için kültür ve sanatla uğraşan kimse yoksa kentin bir aydını olarak bunun sorumluluğunuzu üstünüzde hissediyorsunuz. Bu sorumluluk denilen şeyi tetikleyen de içinde yaşadığınız çarpık düzenle bir derdinizin olmasıdır. Usta aşçı olan kişi babamdır. Onunla bazı lokanta ve fabrika yemekhanelerinde birlikte çalıştık. Bir mesleğim de aşçılık. Ben onun yanında yetiştim. Babamdı, ustam oldu. Ben 70-80 civarında yemek pişirebilirim. Babamın aşçılık meslek yaşamını ve yemek tariflerini kitapla kalıcılaştırmak ve Tarsus mutfak kültürüne kazandırmak istedim. Kısacası, gazeteci, fotoğrafçı ve yazarlıklarla ilerleyen süreç, ben de birbirini besleyerek çok yönlü bir üretkenlik sağladı. Bunda benim tarih ve kent bilincinin olması, çoklu ve bütüncül bakış ve bir şeyler yapma, üretme ve paylaşma isteği etkili oldu sanırım. Eğer içinizden gelmezse hiçbir şey üretemezsiniz.  Bu çok yönlülük, bu çeşitlilik beni zengin bir birikimle daha donanımlı hale getiriyor. Sanırım bütün bu çabaların en güzel yanı da kişinin toplum için bir şeyler yaparken kendini de geliştirmesi oluyor.”

Uğur Pişmanlık Hakkındaki Yorumlarım:

Uğur Pişmanlık’ın yaşadığı zorluklar içinden çıkarak yaşadığı Tarsus’ta bir Kültür-Sanat-Felsefe vahası yaratabilmesi, hiçbir çaba ortaya koymadan sürekli mazeret üretmeye devam eden kartvizit entelektüellerine çok ciddi bir ders olmalıdır. Bir taraftan ekonomik ve siyasi baskı altında olacaksın, Kavramsal felsefe için yeterli eğitim fırsatın olmayacak, ülkenin entelektüel kalbinin çok uzak olduğu Tarsus’ta yaşayacaksın, ama tüm bunlara rağmen kendini yeniden yaratacaksın ve önce Tarsus’ta, sonra Çukurova’da ve en sonunda ülkede küçük bile olsa karanlığı delmek için ışık tutmaya çalışacaksın!  2025-2026 yılında fırsat buldukça bir izleyici olarak Uğur Pişmanlık’ın Tarsus’ta düzenlediği kültür-sanat-felsefe etkinliklerine katılacağım. Özellikle Çukurova Sanat Kültür ve Eğitim Vakfı’nın faaliyetlerinin de katılımcısı ve izleyicisi olmaya çaba göstereceğim. “Yerel Entelektüel” kavramını özellikle kullanmamdaki temel yaklaşımım; Uğur Pişmanlık’ın Tarsus odaklı çalışması ve çalışma etkilerinin yaşadığı çevrede hissedilebilmesidir.

Nadir bulunan ve çaba gösterilmezse zor fark edilebilen bir yerel entelektüel olan Uğur Pişmanlık’ın tüm çabalarını Tarsus için çok önemli ve değerli buluyorum. Uğur Pişmanlık’ın hepimize yaşadığımız çevreye katkı yapmamız için örnek olmasını dilerim.  Bu yazıyla önce “Uğur Pişmanlık’ın Parmak İzi”ni ve oradan da genelde göremediğimiz yerel entelektüelleri fark etmenizi sağlamaya çalıştım. Her şey önce yerelden başlar.

“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/ Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”
Ziya Paşa bu beytinde diyor ki:
“İnsanın aynası iştir, lafa bakılmaz. Bir kişinin aklının seviyesi yaptığı işte görünür.”

Vecdi Uzun

Her Yaşta D Vitamininin Önemi Ve Bilinmeyen Yönleri

3 Yorum

  1. Soyadı pişmanlık, fakat yaptıkları pişmanlık duyulmayacak kadar müthiş işler,çok çalışmak gerçeğinden yola baş koymuş bu insanı ayakta alkışlıyorum..

  2. Vecdi Bey kaleminize sağlık, gerçek bir düşünür, filozof tanıdık sayenizde.

  3. Çok sevindik Uğur Bey i tanıdığımıza. Çalışmalarında başarılar dilerim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir



Başa dön tuşu