Bülent BakanKÖŞE YAZILARI

Çitlenmiş Çekirdek – Bülent Bakan yazdı…

Günlerden bir gün bir yakasına kar yağmış, öbürüne yağmamış sonra yağmura çevirmiş ve diğer yakasına cömert davranmamışken bilim ve sanat açısından iki yakası bir araya gelmemiş şehrin birinde ödül almış- doymamış bir şehirli o güne kadar tükettiği şehrin imgelerine baktı ve işte şimdi bu şehrin ışıkları ışık ve taşıtları taşıt oldu diye düşündü. Camera obscura’sını aldı ve bir imgeyi daha tüketti.

Bu arada güler yüzlü bir piksel emekçisi yıllar öncesinde bir yontucu ve bir benekçi ile yaptığı sohbeti hatırladı ve yattığı yerde huzursuz bir şekilde ters tarafa döndü. Yontucu da benekçi ve ben de bu yerel pazarın adamı kaldık diye düşündü. Yontucu’nun ‘Azizim, bu işin bir savaş meydanı vardır. Çıkarsın, çarpışırsın. Bu meydan da yerel yerler değildir. Ya Paris’tir, hatta o da değildir. New York’tur. New York. Amerika’ sözünü hatırladı. Zamanda yolculuğuna devam etti. ‘Allame-i cihan olsan fark etmez. Bir Picasso, Max Ernst olamazsın. Onlar da olmamıştır zaten ama zaman içinde kutup gibi tek tek kalmışlardır. Galericiler, komisyoncular, eleştirmenler ve borsa, sanat borsasıdır önemli olan. Ama o borsa değere göre çalışır, o değeri de kim biçer, nasıl ölçülür, bilinmez. Sonuçta sanat yapıtları işte bu bezirganların elinde paraya dönüşür. Sanatsa sanat ama, terazisi bunların elindedir. Bu da borsa gibi bir oyun olsa gerek.’ diye bilmişti. Yontucu ‘Bu işin meydanı artık Paris bile değil, New York, New York, Amerika’ diye ısrar ediyordu. O sırada kuzey ışıkları, Aurora yontucunun kafası üzerinde belirivermişti.

Nuri Bilge Celyan & Beyoğlu’nda Tramvaylar, 2004

Sonra emektar camera obscurasını gözünün önüne getirmeye çalıştı. Yanında getirmesine müsaade edilmemişti. ‘Bir Leica olmadan cennetin ne anlamı olabilir?’ diye düşündü. Bir camera obscura olsa ne güzel kareler çekilirdi. Sonra yaktığı ve ortadan kaldırdığı milyonlarca kareyi düşündü. Ortaya çıkardığı güzel karelerin arkasında milyonlarca leş bırakmıştı. Bu litrelerce gümüş iyodür demekti. Deklanşöre bastığı her sefer mükemmele doğru yapılan bir yolculuktu. Milyonlarca kare çekmiş olmasına rağmen bir avuç fotoğraftı sonuçta kamuyla paylaşılan. Bu bir camera obscuracı laneti diye düşündü. Bu işte bu kadar emek vermiş ve her yaptığını her çiziktirdiğini her karaladığını orta yere sermemişti. Hiçbir kimse de ondan böyle bir şey beklememişti.

Bu sırada ödüllü şehirli kahvaltıda yediği zeytinleri yeşil ve siyah zeytin çekirdekleri olarak ayırıyor ve sergilenmek üzere poşetliyordu. Karalamaları, çizgileri, desenleri, resim dizileri, iskambil kağıtları, spor toto kuponları, milli piyango biletleri, fotoğraf denemelerinden sonra onlara da bir gün sıra gelirdi elbet.

Aynı anda ‘Bugün New York, daha önce Paris, yarın kim bilir neresi..’ dediğini hatırladı camera obscuracı. Londra bayrağı bu arada teslim almıştı. İki yakası bir araya gelemeyen şehrini düşündü. Bu şehir kimlere kalmıştı böyle. Her yaptığını bir halt zanneden yeni yetmelerin bir karesini daha çekemeyeceğine üzüldü. Bu şehrin bayrağı devralamayacağına üzüldü. Bu şehri ve imgelerini emekçilere bıraksa biraz da New York’a bakan dairesinden kareler çekse- Central Park’a bakan balkonunda çekirdek çitlese de onları sergilese diye içinden geçirdi. Huzursuzca yattığı yerde bir kez daha döndü…

Bülent Bakan

Ana Görsel: Nuri Bilge Ceylan 

Başa dön tuşu