KÖŞE YAZILARINihal GüresSANATTAN

Haldun Dostoğlu ile Fahrelnissa Zeid ve Nejad Melih Devrim’in Sanat Pratiği üzerine – Nihal Güres yazdı…

“Büyük bir tablo yapmak için önce kendini tablonun içinde hissetmelisin, bütün varlığınla tabloya yerleşmelisin. Sevdiklerinin nasıl bir alemde yaşamasını istersen renklerini ona göre kullan.”

Modern sanatın öncülerinden ve soyut sanatın ülkemizdeki ilk temsilcilerinden olan Fahrelnissa Zeid hem İstanbul Modern Müzesinde hem de Tate Modern Müzesindeki sergilerle anılıyor. Bu kapsamda İstanbul Modern’de 2006 yılında çekilmiş filmi gösterildi hem de Haldun Dostoğlu‘nun verdiği söyleşiyle oğlu Nejat Devrim ile olan ilişkileri yadedildi.

Haldun Dostoğlu, Zeid ile Devrim’in aynı tarihlerde yapılmış eserleri üzerinden yola çıkarak ana oğulun resimlerindeki ruhsal beraberliği yakaladı ve vurguladı. Aynı yıllarda değişik ülkelerde olmalarına rağmen yaptıkları eserler renk kompozisyonları ve biçimleri olarak birbirlerine benzerlikler taşıyordu. İkisinin yaşamları birbirine hiç benzemese de demek ki kalpleri birbirine yakın atıyormuş.

Fahrelnissa Zeid, aynı tablolarını yaptığı gibi yaşamını da aynı büyük bir tablo gibi boyamış, hatta o tablo o kadar derinmiş ki yıllar sonra biz de hâlâ o tablonun büyüsünün içindeymişiz.

1901 yılında İstanbul’da doğan Zeid, Sadrazam Cevat Paşa‘nın kardeşi diplomat, asker, fotoğrafçı ve tarihçi Şakir Paşa‘nın  kızıdır. Neredeyse tüm ailenin sanatçı olduğu ailede sanatın dışında hiçbir başarı takdir edilmiyormuş. Kızı Şirin Devrim gösterilen belgeselde çok önemli bir izdivaç yapmasının bile çok fazla önemsenmedigini anlattı. Kardeşi Nejat Devrim ile yaptıkları her şeyin Zeid tarafından takdir edilmek için yapıldığını söyledi. İki kardeş de annelerinin yaptığı büyük resmin içinde yer almak istiyorlarmış. Çünkü Zeid’in yaşamı son derece teatral ve ekzantrik ve bir film melodisi gibi güzel.

Sanayi-i Nefise’de resim bölümünde öğrenim gören Zeid, 1928‘de Paris‘e gidiyor. Ranson Akademisinde Bissiere ve Stahlbach atölyelerinde çalışıyor. 1934‘te Irak Büyükelçisi Prens Zeid ile evlenerek Amman‘a yerleşiyor. Dostoğlu’nun söylediğine göre Gümüşsuyu’ndaki apartmanının karşı balkonunda oturan Büyükelçi Prens, Fahrelnissa’nın büyülü cazibesine karşı koyamıyor. Nasıl karşı koysun ki, biz bile yüz yüze tanışmadığımız halde tamamıyla etkisi altındayız.

Irak’ta devrim oluyor, Prensin bütün ailesi katlediliyor. 2. Dünya Savaşı sırasında Paris’te sıkıntılı günler yaşayan Zeid ilk defa yemek yapmaya başlıyor ve tavuk kemikleri ile karşılaşıyor. Bu kemikleri sanatında kullanmak üzere çeşitli tablolar ve heykeller yapıyor.

Paris yılları sırasında oğlu Nejat Devrim de Paris’e geliyor ve Zeid’i oradaki sanat ortamı ile tanıştırıyor.

Ana – oğul ilişkisi Nejat’ın evliliği ile bozuluyor. Daha sonra Nejat, Polonya’ya yerleşince iyice bitiyor. Anlatılanlara göre Nejat’in evliliği Zeid’in hoşuna gitmemiş. Belki de onun da bir prensesle evlenmesini isterdi kendi yaşadığı büyülü aleme uygun olsun diye..

Eşi Prens vefat ettiği zaman Paris’ te yaşayan Zeid bir daha asla resim yapmamaya karar veriyor. Fakat Amman’da yaşayan ailesi ve prensten olan oğlu onu Ürdün’e taşınmaya ikna ediyor.

Ürdün’de bir grup genç kadına resim öğretmeye karar veriyor. Böylece büyük büyülü tablosuna geri dönen Zeid, yeniden resim yapmaya başlıyor.

Haldun Dostoğlu, boyu 1.65 olan Zeid’in bu kocaman tabloları nasıl yaptığını merak ettiğini vurguladı. Ekonomik zorluklar nedeniyle Nejat Devrim daha küçük tablolar yapabiliyormuş.

Zeid en büyük eserlerini 1940 – 1970‘li yıllarda boyuyor. Ürdün’e döndükten sonra yalnızca portre yapıyor. 1970’leri belirleyen en önemli özelliği çocukluk yıllarında da, henüz 14 yaşındayken yaptığı nenesinin portresi gibi çok başarılı  portreler.  Yeniden portre boyamaya başladığı zaman, soyuttan nasıl olup somut olan bir şeye, portreye döndüğü  yolundaki bir soruyu, ” Bence bu da soyuttur, hiç farkı yok. Ben yüzün fotoğrafını çekmiyorum, iç dünyasını yansıtmaya çalışıyorum. İnsanın iç dünyası da soyuttur.” diye yanıtlıyor.

Kişinin iç dünyasını yansıtabilmek için modelini çok uzağa oturtuyor. Keskin dış çizgileri ve stilize renkleriyle bir ikon etkisi yaratıyor. Zeid portrelerini önce kafasında çizdiğini, bu süreci tamamladıktan sonra tuvale aktarma işini kısa sürede tamamladığını belirtiyor. Tüm resimlerini başladıktan sonra bitirinceye kadar durmadan tamamlıyor, ne kadar sürerse sürsün. Resim onun için ne figür ne form ne renk ama yalnızca bir ruh halidir.

Beraber çalıştığı öğrencileri onunla çok derin bağlar kuruyorlar ve Prenses Fahrelnissa’nın öğrencisi oldukları için kendilerini çok şanslı buluyorlar. Onun son derece alçak gönüllü olduğunu ve ruhlarına dokunduğunu ifade ediyorlar. Prenses öğrencilerine de önce yapacakları portre figürlerinin ilerde nasıl görüneceğini hayal etmelerini ögütlüyor.

Gerçek yaşamını bir tablo gibi boyayan, bütün varlığı ile bu muhteşem tablonun ortasına oturan bu müstesna insan ve müstesna ailesini seyretmek bizim için fevkalade bir öğleden sonra oldu. Ben de bu aileden bazı kişileri tanıma şansına eriştim; Halikarnas Balıkçısının oğlu Sina Kabaağaç, İstanbul Üniversitesi Klasik Filoloji bölümünde okurken Latince hocam oldu. Kendisi de aynen aile özelliklerini taşıyan bir insandı.

Zeid’in yeğeni Füreya Koral‘ı da tanımak zenginliğine eriştim. Kendisini önce Teşvikiye sokaklarında ayağında pembe pabuçları ve elinde sigarasıyla yürürken görürdüm. Sonra O’na saygı için Maçka Sanat Galerisinde düzenlenen sergi açılışına katıldım ve tanıştım.

Böyle güzel insanları tanımak ne büyük bir zenginlik. Böyle muhteşem sergiler ve söyleşilerle onları yadetmek,  eserlerini yeniden görmek, hatırlamak ve düşlerine ortak olmak. Büyük düşlerinin içindeki tabloya yeniden  girmemizi sağlayan bu kurumlara da teşekkür borçluyuz.

Büyük bir tablo var, bu tabloda renkler olsun, barış olsun, adalet olsun, herkes düşlerindeki prenses olsun. Sanat düşlerdeki prens ve prensesleri yakalayabilmek için en büyülü yol…

Nihal Güres

Başa dön tuşu