Azize Bergin Ve ‘Babıali’de Topuk Tıkırtıları’ Üzerine – A. Didem Uslu yazdı…

Azize Bergin, Türk gazeteciliğine emek vermiş bir gazeteci ve çevirmendir. Adnan Menderes zamanıyla başlayan Babıali’de Topuk Tıkırtıları romanı 2000’li yıllara kadar sürer.
2004 yılında basılmış olan (1932-2016) Azize Bergin’in Babıali’de Topuk Tıkırtıları romanı bir kadın gazetecinin anılarını anlatan otobiyografik bir kurgudur. Bergin 1950 yılında gazeteciliğe başlamış, elli yılını çeviri ve gazeteciliğe vakfetmiştir. Bu roman bir kadının yaşam öyküsü olduğu gibi, bir gazetecilik tarihidir aynı zamanda. Anlatıcı elle yazma döneminden daktiloya ve sonrasında bilgisayara geçer. Daha da önemlisi Türkiye’de gazetecilik kültürü, gazete çalışanlarının samimi ve dost ilişkilerle haber yaptıkları modernizmden gökdelenlerdeki soğuk ilişkilere yönelen postmodernist döneme geçer. Bu dönem, idealizmden açgözlülük ve paraya geçiş zamanıdır. Ne var ki romanın uzun bir süresi, eski gazetecilik günlerini hatırlar ve anlatır. Azize Bergin bu yılları yaşadığı için mutludur.
Roman boyunca Türkiye’deki çok hızlı ve sık değişim gözlemlenir ve izlenir. Bu tempo dinamiktir ama biraz fazla dinamiktir. Roman süresince çalışanlar arasındaki gerginlik gittikçe artar ama anlatıcı hanım bu olayların dışında kalmayı başarmıştır. Romanda 1950-2000 yıllarındaki gazetecilik ve yayımcılık, iç dünyası ve karmaşık yapısıyla gözler önüne serilir. Önceleri meslekten yetişme gazete sahipleri gazetecilerken, zamanla iş adamları patron olurlar.
Yazar, roman boyunca duygularını katmadan, nesnel bir bakışla insan ilişkilerini ele almayı becermiştir. Dosdoğru yazmış, kimseyi suçlamadan, övmeden veya abartmadan anlatmıştır. Bu nedenle de kendi karakterini fazla açık etmez. Kurgunun içinde ailesi de çok yer almaz. Tüm roman sıradan bir gazete çalışanının uzun hikayesine dayanır. Roman karakterler üzerinden ilerleyen bir otobiyografik anlatıdır. Farklı farklı huyları ve çalışma anlayışları olan insanlar geçidi, gazetecilik dünyasını apaçık ortaya çıkarır. Ne var ki gazetecilik hem yaratıcı, hem de palavracı bir iş gibi görünür. Meslek ise kurtlar sofrasıdır. Üst kadrodakilerin iç yüzleri inanılmaz hikayelerle doludur. Yazar kendi hakkında fazla bilgi vermezken, sadece Babıali’deki çalışmaları, rekabetleri ve gazetecilik mesleğini anlatır. Yazım şekli, onarlı yıllarla ilerleyen kronolojik bir romandır.
Roman, gazeteciliğin yanı sıra edebiyat ve kültür sanat olaylarına da el atar. Bir zamanların bilindik olayları, ünlü dergileri ve meşhurları tek tek zaman geçidinden ilerler. Romanda kimi yer komik, kimi yer hüzünlüdür. Mesela 1950’lerde Yusuf Ziya Ortaç’ın bermudalı hali komiktir. Bir aralar o yılların tabiriyle “besleme gazete” denen Menderes yanlısı gazeteler de ortaya çıkmıştır. Bunlar daha sonraki yılların tabiriyle “yandaş” gazetelerdir. Devir, II. Dünya Savaşının hemen sonrasındaki Soğuk Savaşın başladığı ilk yıllar olduğu için, o devrin ülkeleri kasıp kavuracak komünizm korkusu da ilginçtir. Ne var ki ABD Türkiye’ye el atmıştır. Adnan Menderes ise ABD yanlısıdır. Sayfa yetmişteki DP’nin ABD’ye el açtığı zamanların anlatımı da unutulur gibi değil.
Yazarın evliliğe geçiş dönemindeki 6-7 Eylül olayı da o yıllara damga vuran, anlaşılamamış ama spekülasyonlarla tarihe kaydedilmiş tarihsel olaylardandır. Çalışan annenin sıkıntıları konusu kısa zamanda trajik bir olayla biter. 1960’larda Azize kütüphaneci olur. Tam bu yıllarda da solculuk ve Amerikan düşmanlığı başlamıştır. Yıllar geçmektedir. Hayat ansiklopedisi ve Azize hanımın şakası ikramiyeye mal olur. Ses mecmuası, Çetin Emeç’in DP partili babası ve pek çok tanınmış gazeteci Azize hanımın tanıdığı olur. Bu yıllar Ses ve Hayat Dergilerinin ünlü olduğu yıllardır. Bu arada yabancı konuklar da Türkiye’yi ziyaret eder. Türkiye’yi ince ayrıntılarla kötü ve geri kalmış gösteren 1964’deki Topkapı filmini de filmden hemen sonra moda olmuş gülkurusu ayakkabı modasıyla hatırlarım.
Yıllar geçmektedir. Fransa’da basit nedenlerden başlayan öğrenci olayları Türkiye’ye zorbalık ve vahşet getirmiştir. 1968 öğrenci olaylarıyla Dev-Genç diye anılan solcu öğrenciler bilinmeyen nedenlerle ayaklanır; hatta ülkeye hakim olurlar. Her şeyden öte, ülkenin rejimini değiştirmek için olaylara girişirler. “Bu kış da komünizm gelmedi” cümlesi daha sonraları bir şaka olarak kalır ama özellikle köyden göçen gençlerin varlık özentisi ve burjuva nefreti ülkeye damgasını vurur. Türkiye komünist olmalıdır. Tek yol devrim ve komünizmdir. Öldürmeler ve yaralamalar başlamıştır. Banka soygunları yapılır. Sendikalar solcu kuruluşlar olarak aktiftir. Öğrenciler işçi grevlerinde görev alır, fabrika işçileriyle köylüleri kışkırtmak isterler. Herkeste solcu söylemi başlamıştır. Tüm entelektüeller solcu olmuştur. 1970’li yıllar da çalkantılıdır. 1961-1971. Bu sırada çıkan Hayat Dergisi Demirelcidir. Çetin Emeç ise solcudur. Kurum ve kuruluşlar, Devlet memurları, hatta üniversitelerle okullar sağcı ve solcu diye ikiye ayrılmıştır. Kimi karışık okullarda solcu öğrenciler solda, sağcılar sağ yanda oturmaktadır. Bu ayrımcılık ilkokullara kadar inmiştir. Ülke huzursuzluk ve istikrarsızlık içinde kaynamakta ama siyasilerden ses çıkmamaktadır. Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit büyük bir kibir ve nefret içinde milli bayramlarda Anıtkabir’de birbirlerine sırtlarını dönerler.
Daha sonraki yıllarda Azize hanım Hürriyet’te çalışır. Yine çeşitli yurtiçi ve yurtdışı ünlüleriyle röportajlar yapar. Çetin Emeç’in adaletsiz ve gittikçe öfkeli olan hali sonrasında bir değişim gelir. Azize hanım önemli gazetecileri yakından tanır. Bu sırada solcuların karşısına çıkan sağcılarla sağ/sol kavgaları iyice şiddetlenir. 1980’e doğru ikinci ihtilalin ayak sesleri işitilmektedir. Ecevit’le Demirel şiddet ve bölünme olaylarına bigane kalınca halk askerin kontrolü ele almasını ister.
1960 ve 1980 askeri harekatları, o yıllarda halkın beklediği ve gelmesini istediği ama siyasetçilerin askerden hoşlanmadıkları bir olaydır. Askerleri halk sever ama solcu ve sağcı siyasetçiler, işlerine karışıyor ve müdahale yapıyor diye askeriyeyi sevmez ve istemezler. Oysa Anayasa, askerlerin de her zaman söyledikleri gibi, orduya savaş zamanında ve barışta da müdahale görevi vermiştir. Yıllar sonra sanki siyasetçiler ülkeyi çok iyi idare ediyorlarmış gibi, o devirde “devrim” denen askeri harekatlara “darbe” denmeye başlanır.
Askeri harekatlar sonrasında Azize Bergin’in anlattığı gibi, gazeteci palavraları ve yalan haberler başlar. Askerler kötülenmektedir. Çetin Emeçle ilgili bölümler olayların iç yüzünün anlatılması açısından ilginçtir. O günlerde daha sonra şöhret olacak gazeteciler ortaya çıkar. Bunlar yeni deyimle “medyatik” gazetecilerdir. Dalkavuklar ve yalancılar artarken, Azize hanım kaypak zeminlerde objektif kalmayı başarır. Bu sırada 1990’lar gelmiştir, Cağaloğlu taşınmaktadır. Çetin Emeç vurulmuştur. Solcu gençlik cenazededir.
1990’lı yıllarda gazetelerde uzmanlaşma başlar. Bu işler için büyük paralar verilmektedir. Babıali’ye veda edilirken İkitelli’ye taşınma gerçekleşir. Ancak burada eski samimiyet yoktur. Fiziksel uzaklaşma neticesinde üretme zevki de yok olur. “Hastane çehreli binalar” devri başlar. Zaten daktilo da bilgisayara dönüşmüştür. Her şey postmodern olma yolundadır. Çalkantılı günlerde baba Erol ile oğul Sedat arasında çekişmeler başlar. İkitelli’ye ise soğukluk ve kibir hakim olmuştur. Yukarıdaki depremleri, aşağıdakiler anlayamazlar. 2000’le birlikte yeni patron gelir ama gazete, yetki karmaşasıyla iki başlı olmuştur. Sendikalardan istifa zorlamaları başlar. Bu sırada torpiller ve torpilliler de işin içine girer.
Eskiden idealizm varken, 2000’li yıllarla birlikte para ve dalkavukluklar ortaya çıkar. Hep ikiler arasında bir gerginlik yaşanır. Bu yıllarda eskilerden ölenler de olur. Bir kuşak değerli gazeteci hakkın rahmetine kavuşmuştur. Azize hanım ise çevirileriyle öldüğü 2016 yılına kadar yoluna devam eder. Türkiye gazeteciliği farklı anlayışlar ve postmodern teknolojiyle değişik yollara doğru yönelecektir.
Prof. Dr. A. Didem Uslu
Strese Karşı Sessizliğini Dinle Ve Ona Güven – Etingü Dönmez Durgun yazdı…