Sevgi İyileştirir: Bisikletli Çocuk Filmi Üzerine
Hilal Serra Toplu yazdı...

Sevgi İyileştirir: Bisikletli Çocuk Filmi Üzerine –
Hilal Serra Toplu yazdı.
“Birey, kendini ilk kez başkalarının gözlerinden tanır.
Çocuk, çevresindeki yetişkinlerin bakışları ve sevgisiyle kendini tanımlar.
Bu yüzden eksik ve terkedilmiş bir çocuk,
yalnızca sevgiyle iyileştirilebilir.”
-Jacques Lacan
Bazılarımız için çocukluk, eksikliğini hep içinde taşıdığı ama bir türlü adını koyamadığı bir yaradır. Çocukken yaşadığımız her olay, hissettiğimiz her duygu büyüdükçe bizi şekillendiren parçalardır. Bu parçalar, bilinçaltımıza kazınan bir gölge gibi bizimle kalır ve kişiliğimizin temelini oluşturur.
Geçmiş, kimimiz için sıcak bir kucaklaşmanın, içtenlikle okunmuş bir masalın anısını taşırken, kimimiz içinse, hiç duymadığı sevgi sözcüklerini, ihtiyaç duyduğunda yanında kimsenin olmayışının verdiği eksikliği taşır. Sağlıklı bir ortamda, sağlıklı ebeveynlerle büyüyen çocuk, yetişkinliğinde de problemlerini sağlıklı bir şekilde çözebilir ve kendi hayatına odaklanabilir. Bir diğer durumda ise, sağlıksız ebeveynlerin, kendine örnek alabileceği bir otorite modelinin olmadığı , güvenli bir ortamın içinde olmayan çocuklar, büyüdüklerinde bu durumun etkilerini ve ruhlarında açtığı eksikliklerini kendi hayatlarında, ilişkilerinde, çevresiyle kurduğu bağlarda, sıradan bir günde, yaşadığı herhangi bir olayda yoğun bir şekilde oldukça hissederek, geçmişlerindeki bu başarısızlığın sebebinin yarattığı etkileri, çoğu zaman kendi hatalarıymış gibi görür ve kendilerini suçlarlar. Bu durum zaman zaman yüzleşmek istemediği, kabullenemediği yada her fırsatta görmezden gelip kaçtığı bir kovalamaca oyununa dönüşür.
Çocukluğumuzda, bu eksikliği kapatmak adına oluşturduğumuz geçiş nesnelerimiz vardır. Bu bazen bir oyuncak ayı, bazen de bir bisiklet olabilir. Büyümek, bu eksik parçaları tamamlamaya çalışmakla geçer. Küçükken istediğimiz ama hiç sahip olamadığımız maddi ve manevi birçok şeyi büyüdükçe kendimize vermeye çalışırız. Yetişkinlikte de benzer şekilde bu nesnelere benzeyen duygularımız oluşur. Bunlar, bazen küçücük bir ilgi kırıntısı, bazen öylesine bile söylenmiş bir onay cümlesi, bazense kocaman sevilmek, bir yere, birine, bir şeye ait olma isteğimiz olabilir. Bu durum, psikolojik olarak kendimizi güvende hissetmemizi sağlayan bir tür mekanizmadır. Duygularımızı nesnelere, insanlara, rutinlere yansıtarak bu ihtiyaçlarımızı gidermeye çalışırız.
Farkına bile varmadan hayatımıza yön veren izlerimiz ve isteklerimiz, kimi zaman en mutlu anlarımızda bile içimize sızan, belirsiz bir hüzne dönüşür. Sevildiğimizi bilsek de bunu gerçekten hissedemediğimiz için, içten içe sevilmeme korkusuyla yaşar, güvende olsak da, eksik bir şeyler varmış gibi hissederiz. Terk edilmenin açtığı boşluklardan sızan vedalara duyduğumuz kırgınlık, çocukken anlam veremediğimiz olayların içimizde bıraktığı eksikliği tamamlamaya çalışmamızdan doğar. Ne kadar büyürsek büyüyelim, o boşluğu kapatmaya çalışırken hâlâ çocuk kalırız.
Bir yetişkin olarak, nereye gidersek gidelim, ne kadar yeni hayatlar kurmaya çalışırsak çalışalım, her şeyi yeniden başlatmaya uğraşsak bile geçmiş bizimle gelir, peşimizi bırakmaz. Çünkü biz her ne kadar görmek istemesek de “bazı yaralar kapanmaz”, ama onlarla yaşamayı öğrenebiliriz.
Belki de çözüm, onu iyileştirmeye çalışmaktan çok, varlığını kabul etmek, onunla barışmayı öğrenmektir. Çocukluk, sadece geride bırakılan ve bizi takip eden bir anılar bütününden çok, aynı zamanda insanın kendini var ettiği, kim olmayı seçtiği, en derin köklerinden biridir. Bu sayede kaybettiklerimizin eksik bıraktığı boşluğu doldurmak için sevmeyi öğrenir, yalnızlığı tanıdığımız için bir başkasının yalnızlığına dokunmayı biliriz. Ve kim olmak istediğimize karar verip, geçmişin izleriyle beraber, içimizdeki o kırılmış çocuğu büyütür, elinden tutar, bugünkü halimizi kucaklamayı başarabiliriz.
Bisikletli Çocuk (Le Gamin au Vélo), Dardenne kardeşlerin yönettiği, 2011 Cannes Film Festivali’nde de Nuri Bilge Ceylan‘ın Bir Zamanlar Anadolu’da filmiyle Büyük Ödülünü paylaşarak, en iyi senaryo ödülünü de kazandıkları, yalın ama derinlikli anlatımıyla, fazla dramatize edilmeden, günlük hayatın sıradanlığıyla, toplumsal meselelere ışık tutan etkileyici bir film. Babası tarafından yetimhaneye bırakılıp, terk edilen Cyril’in hikayesini anlatıyor.
Babasının kendisini terk ettiğine inanmak istemeyen Cyril, çaresizce yetimhaneden onu arayarak, ulaşmaya çalışıyor, telefonları cevapsız kalıyor, babasına bir türlü ulaşamıyor. Bu durumu asla kabullenmeyerek, babasına ulaşabilirse eğer hem onu geri almasını hemde en azından o süreye kadar, dünyadaki tek sahip olduğu varlığı, “bisikletine” kavuşmayı istiyor. İçinde yaşadığı bu sarsıntıyı ve ulaşılamamazlığın verdiği belirsizliği, terk edilmişliğin kabullenilmez çaresizliğini, minicik yüreği ve çocuksu masumiyetiyle dışarıya ancak öfkeyle kusabiliyor. Arayışını ısrarla, usanmadan, bıkmadan sürdürüyor. Babasının yaşadığı mahalleye gidiyor, kapıcıyla konuşuyor, esnaflara soruyor. Babasının taşındığını ve bisikletini sattığını öğreniyor. İnanılmaz büyük bir hayal kırıklığı ve giderek tükenen umudu ile baş başa kalıyor.
Bu süreçte, bu arayışın yolu, aynı mahallede kuaförlük yapan Samantha ile kesişiyor. Samantha, Cyril’e bisikletini geri veriyor ve Cyril’in isteği üzerine ona koruyucu aile oluyor. Hafta sonlarını beraber geçirerek, babasını aramaya devam ediyorlar. Diğer insanların bakış açısıyla, problemli bir çocuk olan Cyril, Samantha için, acısını ancak dışarı yansıtabilen bir çocuk. Bu yüzden onu, olduğu haliyle kabul edip sabırla, şefkatle yüreğine basıyor. Cyril için ise bu duygular oldukça karmaşık ve bilinmez. Annesinin olmayışı ve babasının onu terk ettiği bir durumda, sevilmenin ne demek olduğunu anlamakta zorluk çekerek, bu sevginin karşılığını vermekte zorlanıyor. İçinde yaşadığı karmaşık duygular, babasından almak istediği güven, sevilme ve onaylanma duyguları onu yanlış bir yola sürüklüyor. Bu hikâyede Cyril, içinden çıkılması oldukça zor olan bu durumun üstesinden gelebilecek mi? Yoksa çocukluğunun masumiyeti yitip gidecek mi?
Cyril, kim olmak istemediğini, sevmenin ve sevilmenin verdiği huzur, güven ve şefkatin kollarına kendini koşulsuzca bırakabilecek mi?
Hikâyenin sonunu öğrenmek isteyenlere, şimdiden iyi seyirler dilerim!
Hilal Serra Toplu