Aşk Ve Siyaset Oyunu Üzerine: ‘Seninle Kendimim’ – Pınar Çekirge yazdı…
"Sanki ikimizin arasında apayrı bir tarih var. Kesintilere rağmen, kesintisiz akan."
Tiyatro Su yapımı, Tarık Günersel‘in yazıp yönettiği “Aşk ve Siyaset” adlı oyunun dünya prömiyeri, 23 Ekim 2023 tarihinde Kadıköy Eylül Sahnesi‘nde gerçekleştirildi.
Bir prova arasında, Tarık Günersel’in yanına oturup, oyundan kısaca bahsetmesini istedim:
“Öncelikle ‘Yarım Bardak Su’ piyesimi yalınlaştırdım, iki perde yerine, yetmiş dakikalık tek perdeye indirdim ve iki oyuncu için yeniden işledim. ‘Aşk ve Siyaset’ adını yeğledim. Oya Esin ile Kaya Düşsel’in 1950’lerde yaşadıkları bir duygusal ilişkiydi bu…Birbirini çeken ama siyasette çatışmalı iki kişi. Birbirlerine yasaklı. Biri ünlü bir piyanist diğeri başvekil. Adnan Menderes’ten esin var, ama tümüyle hayalî bir ilişki, bir dönemin izdüşümü, diyelim.”
İhanet, bazen aşk ve siyaset arasında da ince bir tayf gibi yaşanır. Kim bilir belki de aşk ve siyaset birer misillemedir yek diğeri için. Salıncakta üçüncü kişi olmak, konar göçer aşkların tutsağı olmak mıdır sahiden? Ya uzaktaki, nedense imkansız sanılan bir hayale takılı kalmak? Dayatılan hayatların dışına çıkamamak, hep bir ‘keşke’ye sığınmak…
Ne tuhaf değil mi, tek bir “dilek” uğruna bazen hep geç kalırız bazen de hep erken davranırız.
Hele konu AŞK ve SİYASET’se birbiriyle böylesine çatışan, birbirine böylesine yasaklı iki sözcükse…
“Soprano vapurdan inerken gülümsüyormuş. Gözleri, insanların gözlerinin bir parmak üstündeymiş. Cemil Şevket Bey: ‘Herkesin alnına bakıyordu. Herkesin alnı ak mı diye bakıyordu…’ diyor ve mağrur bir ifadeyle başını sallıyordu.Soprano, beyaza yakın krem rengi bir tayyör giymişti. Saçlarını aynı renkte gayet zarif bir şapka örtüyordu. İskarpinleri yüksek ökçeliydi; iskarpinleriyle bir örnek çantası kolunda asılı duruyordu.‘Sabık ve sakıt’ Başvekil’le gizli, yasak bir aşk yaşamış olan soprano, kendisini ezmek istercesine bakmaya yeltenenlere gülümsemekle kalmıyormuş, bir yandan da onları bağışladığını söylemek ister gibi gülümsüyormuş.(…)Bu soprano, iktidarını belki de ebediyen kaybetmiş bir adama aşkını söylüyor, hala söylüyordu.Bu soprano, çoktan sona ermiş bir aşkı -aşık olduğu adam şimdi çökkün, hürriyetinden yoksunken- adeta diriltiyor, bu aşkı yeniden dile getiriyordu.Nihayet bu soprano, hiçbir aşkın hiçbir şekilde bitmeyeceğini açıkça ilan ediyordu.”[1]
1998’de “Öteki Kadın” adlı kitabımı yazarken, o soprano çıkış noktam olmuştu. Hatırlıyorum, 2003 yılı olmalıydı, Tarık Günersel’in “Adnan Menderes idam edilmese ve Ayhan Aydan mahkemede aşkını savunmasaydı bu piyes yazılamazdı” diye tanımladığı “Yarım Bardak Su”yu izlemiş, neredeyse tüm zamanlarımı alt üst eden o eserle, işte böyle, tanışmıştım. Şimdilerde de “Aşk ve Siyaset”i aynı duygularla karşılıyorum.
Tarık Günersel’in belirttiği gibi, birbirini çeken ama siyasette çatışmalı iki kişinin yaşadığı duygusal ilişkinin kahramanlarından biri Başvekil Kaya Düşsel‘di.
Tam da günbatımına denk gelen bir prova sonrası, Başvekil Kaya Düşsel’i yaşar kılan Serkan Aydın ile konuştuk.
– Yakın tarihimizden çağrışımlar yapan bir karakter…
Kısmen, diyebilirim. Hem gerçek, hem hayal iç içe aslında. Hani derler ya, sahici kişilerle bir ilişkisi yoktur, benzerlik varsa rastlantısaldır, diye.
– Bir başvekili oynamak, o kimliğe bürünmek nasıl bir duyguydu?
Kaya Düşsel’in millet vekili seçim sonuçlarını tedirginlikle, heyecanla, kuşkuyla beklediği bir geceyle başlıyor oyun. Sonrasında farklı zamanlar yaşanıyor… bir uçak kazası mesela. Tırmanan toplumsal huzursuzluk, gerilen siyasi ortam ve bir askeri darbe. İşte, bütün bu yıllar içinde iktidar sahibi bir adamın çocuksu masumiyetini, sevgi, güven arayışını, çıkışsız kalışını ortaya koymaya çalıştım. Farklı duygusal gelgitlerin çok doğru, en inandırıcı biçimde yansıtılması gibi bir sorumluluğum vardı, her şeyden önce.
– Biliyorum, klasik bir soru olacak ama, bu role nasıl hazırlandın, diyeceğim…
Öncelikle 1950’li yılların Türkiye’sini etüt etmem gerekiyordu. Gazete arşiv ve yayın taramaları yaptım, birkaç belgesel izledim. Sonrasında Kaya Düşsel neye, hangi durumda nasıl tepkiler verir, duygu dünyası nasıldır, bunları düşündüm. Nasıl yürür, nasıl bakar, nasıl oturur, kimi sözcükleri nasıl vurgular, konuşurken ellerini nasıl kullanır… tüm bu detaylara yoğunlaştım, diyebilirim.
– Yazarın, yönetmenin ve senin açından bakarsak tam olarak istenilen, en başta hayal edilen yorumu elde ettiğini, düşünebiliyor musun?
Zor bir soru. Kısmen, diyeceğim. Tabii, en büyük hakem izleyici. En geçerli ve doğru kararı onlar verecek.
– Provalarda bazı duygusal anlar yaşanmış, öyle değil mi?
Kendimizi piyesin akışına bırakınca, bazen gözyaşlarına boğulduk… düşünsenize, fonda Ludwig van Beethoven.
– Ayışığı Sonat’ı üstelik.
Evet, doğru.
– Demin sormam gerekirdi aslında role kattığın pathos neydi?
Mevki, ünvan ve şiddetli güç zehirlenmesi kıskacına rağmen, Kaya Düşsel’in insan özelliklerini ortaya çıkartmaya özen gösterdim en çok. Yüreğiyle beyni arasında koşan çocuğun muzipliğine göz yumuşunu yansıtmayı hedefledim. Aslında şöyle de açıklayabilirim: Tarık Bey, karakter ve hadiseleri belli bir şiirsel gerçekliğin üstüne oturtmuştu. En yenilmez, en acımasız, en amansız hüzünlerle sınanırken bile Oya Esin ve Kaya Düşsel, bir ‘belki’ ye sığınmışlardı. Ve itiraf edeyim..
– Ne, neyin itirafı bu durup dururken?
Kaya Düşsel karakterinde kendime rastladım zaman zaman, bir tür kesişme, buluşmaydı bu yaşadığım.
– Biraz daha açıklar mısın?
Belki de kendi yaralarımdan tanıdım en çok onu. Birbirimizin öyküsünde nefes alıp vermeye başladık giderek. Ve bazen rüyamda boşlukta sallanan bir ilmeğe doğru yürüdüğümü gördüm.Ne tuhaf, hayat ateş gibidir, yakıp kül eder…
– Bu konuyu biraz daha açsak mı ?
“Kimsenin etkilenmesi umurumda değil. Doğrusu sizden başka,” der Kaya Düşsel.
Aslında içindeki çocuğu hiç kaybetmemişti.Hep o küçük çocuğun sesine kulak vermişti yıllar yılı.O savruluşlar, o keskin hüzünlerle sınanmış memnu yanlızlıklar belki de bundandı.
– Yoksa her başka bedende bir anne arayışı mı ? Olası tehlikelere karşı koruyan, güven veren, her koşulda koşup sığınabileceği, şefkatli bir anne…
Tarık Günersel bir defasında Kaya Düşsel’den şöyle bahsetmişti :
“Kaya’da bizi en çok etkileyen şeylerden biri samimiyeti,
nezaketi, duygulu ve duyarlı oluşu.
Kadının yanında kendisi olabiliyor.
Ama dış dünya başka:
İstediği oyun oynanmayınca bozulup saldırganlaşıyor:
‘Şimdi de üniversitelerde muhalefet başladı!’
Meclis’te, siyasette muhalefet yetmiyormuş gibi!
Bunu anlayamıyor. Kendisi hep haklı çünkü!
Psikolojide ‘mitomani’ hastalığı varmış,
yarattığı mythe’e, efsaneye inanmak.
Sanatçı olsa yararlı olabilecek bir sorun.
Siyasette tehlikeli, hatta öldürücü…Oya’nın estetik güçlülüğü ve olgunluğu çekici geliyor.
Anne düşkünlüğünün izi.
Coşkulu çocuksuluk sanatta verimli olur, ama siyasette (ve iş hayatında) tehlikelidir.
Sınırsızlaşmak istiyor Kaya. Çapkınlıkları bundan belki.
Bu istek iktidarda baskıcılığa yol açıyor ister istemez.”
– Kaya Düşsel ne zaman sığındığı çocukluktan sıyrıldı ?
Tarık Günersel bu konuda şunları söylemişti :
‘ Reşit olmak’ yaşla olmaz,
çoğu insan reşit olmadan yaşlanıp ölür.
Kaya ne zaman reşit oluyor?
Hapisteyken.
‘Meydanlar nasıl da dolardı!..’
O uzun replik farkına varma sürecini yansıtıyor.
Hayretler içinde.
Son sözü: ‘Kimseye kırgın değilim.’
Bağışlama. Kendisi dahil mi?
Kabulleniş. İçten, çocuksu yine.’
Oyun sonrası fuayede şu yorumla karşılaştım “O kadar gerçekti ki her şey…”
Ne diyeyim AŞK ve SİYASET, böyle bir şey, işte!
– Kaya Düşsel ölüme giderken, “Kimseye kırgın değilim,” der. Peki ya, Serkan Aydın?
Aslında “Değilim,” diyebilmek için değişik hayat scala’larından geçmem, çok kez acıyla, işsizlikle, tutulmamış sözlerle, sayısız mobbing ile, yarı yolda bırakılışlarla sınanmak gerekiyormuş. Değilim, diyebilirim.
– Bu arada kadroda ekran veya sosyal medya fenomeni bir isim, bir hanende, sazende olmamasına rağmen, üç temsile ait biletlerin çok kısa bir sürede tükenmesini neye bağlıyorsun?
Tarık Günersel faktörü, diyebilirim. Ve oyunun adı…
– ” Aşk ve Siyaset “.
Çağrışımlara, hatırlatmalara eşik oluyor. Doğru zaman, doğru yer, doğru kişiler kuralına da denk geldik. Uyumlu, harika bir ekiple çalıştık. Bu arada sosyal medyada tıklanma sayısının asla geçerli ve güvenilir bir ölçüt olmadığını, her zaman söylemişimdir.
– Bir sonraki projeyi sorsam…
Aslında yine Tarık Günersel ile tek kişilik bir oyun gündemde. Ve bir de, halen üzerinde çalışılan bir tekst var. Orada Sepon, Vasilis, Kirkor, Stephan adlı dört farklı karakteri canlandırmam söz konusu.
Hınzır baharların, ertelenmiş tutkuların, bir yudum komedi ve bir tutam dramla alaşımlandığı “Aşk ve Siyaset”, hayatın ertelenmemesi gerektiğini de fısıldıyor izleyiciye. Ve yaşamı, hüznü, ölümü… En keskin matemlere eşlik eden erguvan yağmurlarını.