Cemil BiçerKÖŞE YAZILARI

Batsın Bu Dünya, Orhan Gencebay ile Bir Anı – Cemil Biçer yazdı…

Orhan Gencebay, kim ne derse desin bir ekoldür Türk müziğinde, beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ama objektif olarak değerlendirmek gerekirse üniversitelerde yaşamı ve sanatı tez konusu olacak bir sanatçıdır bence.
Son yıllarda AKP‘nin “Akil adamlar” listesinde oluşu nedeni ile gereğinden fazla eleştiri aldı, bu durumundan ötürü de özeleştirisini verdi ayan-beyan olmasa da.
Kaldı ki bu akildanelik işi, onun şarkılarına yansımış “Halkların kardeşliği” felsefesinin siyasal bezirganlarca sömürülmesinden ibarettir.
Burada Orhan Gencebay‘ı savunacak değilim bu ne haddim ne de hakkım, akildanelik konusunda ona en çok öfkelenenlerden biriyim, belki de ilkiyim.

Anlatmak istediğim 1975 yılında İstanbul’da onunla ve değerli eşi Sevim Hanımla tanışmamıza dair bir anımdır.
1975 yılında İstanbul Pertevniyal Lisesi son sınıf öğrencisiyim, üniversite sınavlarına hazırlanıyorum. O yıllarda üniversiteye hazırlayan dershaneler şimdiki gibi her ilde, her ilçede yok. Sadece Ankara, İstanbul ve belki İzmir gibi büyük kentlerde bulunuyor.
Ben dershaneye gitmiyorum ama okulumuza yakın İMÇ (İstanbul Manifaturacılar Çarşısı) bloklarında bulunan önemli ve ünlü dershaneye kayıt yaptırmış Çarşambalı hemşehri arkadaşlarım var. Onları görüp hasret gidermek ve yarenlik yapmak amacı ile sık sık ziyaret yapıyorum dershaneyi. Teneffüs aralarında ve ders boşluklarında Çarşambalı çocukluk arkadaşlarımla buluşup çay, sigara içip hasbihal ediyoruz. Bu buluşmalar sıla hasreti çekmekten bizar olmuş yüreğime terapi gibi geliyor.

İMÇ bloklarını bilenleriniz vardır muhakkak. Saraçhane‘den başlayıp Unkapanı‘na kadar uzanan oldukça modern bir mimari ile yapılmış kocaman bir iş merkezi. Unkapanı’na doğru uzanan son bloklar dershanelerin ve o yıllarda çok önemli olan PLAK şirketlerine ait işyerleri.
Plak şirketleri stüdyoları ve Anadolu’ya toptan plak satışı yaptıkları ticarethaneler aynı zamanda ses ve saz sanatçılarının sıklıkla uğradıkları stüdyolar. Anadolu’dan sazını omuzlayan garip gurebalar Unkapanı plakçılar çarşısında alıyor soluğu.
Anadolu’nun mikro bir demografyasını görmek mümkün plakçılar çarşısı cay ocaklarında.
Arkadaşlarım derste iken bende bu çay ocaklarında onları seyredip, ilerde ünlü bir yazar olursam bu gözlemlerimden roman ve öykü konusu yaparım derdindeyim.
Orhan Gencebay’ın arabesk şarkıların taçsız kralı olduğu yıllar, Taşlıtarla-Eyüp-Balat-Alibeyköy-Küçükköy dolmuşcularının “Orhan’cı”, Ferdi’ci”,”Müslüm’cü “ fraksiyonlarına ayrılıp kanlı bıçaklı olduğu yıllar. Yaşayanlar çok iyi bilir o yılları. Plakları milyonlarca satıyor.
Popüler kültürün önemli unsurlarından biri olan arabesk müzik, Türkiye toplumunda oldukça geniş kesimler üzerinde uzun yıllar etkili olmuştur.
Arabesk müzik özellikle köyden, kente göç ile birlikte kent yaşamının zorluklarına katlanmaya ya da onlarla mücadele etme durumunda kalan kırsal kesim insanının yaşam algısını ifade etmesi bakımından önemli bir sosyolojik unsurdur,
İnsanın dini anlayışını, yaşam algısını ve Allah’la ilişkisini yansıtan önemli kavramlardan biri olan kader konusu, arabesk müzikte oldukça yoğun olarak ele alınmaktadır.
Arabesk müzik, dinî algının hem bir etkileyeni hem de bir göstergesi olarak kabul edilmesi ve değerlendirilmesi gereken unsurlardan biri olmuştur. 1960’lı yıllardan sonra gelişen ve özellikle 1980’li yıllarda önemli bir kitlenin hayatında yer edinen bu kültür, sosyolojik, psikolojik ve siyasal alanlarda olduğu gibi müzik kültürü alanında da pek çok tartışmanın konusu olagelmiştir.
Yapılan bir araştırmada arabesk müziğin dinleyicisinin şu özelliklerde olduğu tespit edilmiştir:
1. Arabesk müzik dinleyicileri çoğunlukla taşra kökenlidir.
2. Bunlar genellikle gecekondularda yaşamaktadır.
3. Büyük bir kısmı kentlerin küçük ölçekli işlerinde, kamu kuruluşlarının yardımcı hizmetlerinde çalışmaktadır.
4. Küçük esnaf, memur, fabrika işçisi gibi düşük gelir düzeylerinde olan kentlilerin de arabesk müzik dinleyici kitlesi arasında yer aldıkları bilinmektedir.
Yine kahrolası sosyalistliğim tuttu felsefe yapmaya başladım affınıza sığınıyorum.
Aslında amacım hemşehrim olmasından her zaman gurur duyduğum Orhan Gencebay ile unutamadığım bir anımı anlatmaktı ama “kahrolası” bu benim lafbazlığım, yine konuyu şirazesinden çıkarttı.

Biz; hesapta o yıllarda devrimci sosyalist liseliyiz hayatı hep sol taraftan görüp irdeliyoruz.
Bize göre arabesk müzik: İçinden çıktığı toplumsal ve kültürel çevreye göre biçimlenmiş, tutarlı bir kuramsal dayanaktan yoksun, ezgi yönünden Arap müziğinden, çalgı yönünden de batı müziğinden esintiler taşıyan, önceleri taşradan başlamakla birlikte zamanla toplumun tüm kesimlerinden gelen yaygın bir dinleyici kitleye sahip toplumumuza özgü bir türdür.
Kaderci bir anlayış ile halkımızın mücadele azmini pasifize eden bir nevi afyondur Arabesk müzik.
Bu felsefi anlayış çerçevesinde arabesk müzik ve onun önde gelen temsilcileri de doğal düşmanımız sayılıyor. Başta Orhan Gencebay olmak üzere tüm arabeskçi şarkıcılara karşı öfke ve hınç doluyuz.
Arkadaşlarımın dersten çıkmasını bekliyorum yanımda yine o yıllarda “GSB” -genç sosyalistler birliği- örgütünde beraber çalıştığım bir arkadaşımla birlikte yarenlik ediyoruz, satır arasında belirtmek istiyorum, her ne kadar amacım hemşehrim olan Çarşambalı, Samsunlu arkadaşlarımla yarenlik edip sıla hasreti gidermek ise de dershane öğrencileri arasında GSB siyaseti adına örgütsel çalışma yapıyoruz. (laf aramızda kalsın örgütleme üzerine üstüme yoktur, bu konuda hiç tevazu göstermem:)
Orhan Gencebay, o yıllarda KERVAN PLAK şirketi ile çalışıyor olmalı ya da o şirketin sahibi idi kesin bilmiyorum ama haftada en az üç-beş kez şirkete gelir saatlerce içeride kalırdı.Ona ve yaptığı müziğe ne kadar karşı çıksak ne kadar yoz bulsak da Orhan Gencebay’ı görmek onun kendine özgü duruşu ve edasını seyretmek hemşehrileri olarak içten içe zevk veriyordu bize.
O gün yine dershane arkadaşlarımızı görmeye gittik. Deneme sınavı oluyorlardı bir kaç saat göremeyecektik onları. Arkadaşımla birlikte plak şirketlerinin vitrinlerini seyrederek dolanıyoruz. Kervan Plak’ın vitrinindeki Orhan Gencebay’ın posterlerine odaklanmış bir vaziyette sohbet ediyoruz. Konumuz; Orhan Gencebay, -Orhan Gencebay giyimi saç ve bıyık şekli ile farklı bir tarza sahip bilirsiniz aradan 35-40 yıl geçmesine rağmen hala bu çizgisinden sapma göstermemiştir- hem vitrindeki posterleri ve plakları seyrediyoruz hem de Orhan Gencebay ve arabesk şarkılar üzerinde felsefe yapıyoruz. Ben yine her zamanki çok bilmişliğim ile mangalda kül bırakmıyorum, Orhan Gencebay’ı eleştirirken.
“Arabesk, dünya işlerinin bir süre ertelendiği, arkadaşlığın koyulaştırılıp kutlandığı, yakınlık iç çemberiyle tanımlanmış, erkeklerin rakı masası buluşmalarının vazgeçilmez elemanıdır, bu müziğin, söz konusu çaresizlik ve karamsarlık tablosuyla birlikte kitlesini, ileride daha geniş kitleleri pasifize edip kaderciliğe mahkum edecektir, proletarya kendi müziğini yapmalı ve sadece onu dinlemelidir….Gencebay’ın şarkılarında hayata bakışın mahiyetine baktığımızda dünyanın gelip geçiciliğine ve bu fani dünyanın acısıyla tatlısıyla tüm ihtimallerini barındırıyor, bu manada Gencebay bir halk düşmanı, burjuvazinin içimizdeki ajanıdır…..”
Orhan Gencebay ve diğer arabesk şarkıcılar olmasa bizim sosyalist devrimi gerçekleştirmemiz çoktan başarılmıştı bile🙂
Tepeden inme, kulaktan dolma tercüme sol dergilerin ezberlenmiş sosyalizm bilgisi ile veryansın edip duruyorum. Yanımdaki arkadaşım hiç ses çıkartmadan beni dinliyor, lafıma nokta koyup “Öyle değil mi EMİN ?” demek için başımı kaldırdığımda ne göreyim? Orhan Gencebay karşımda! Burun buruna geldik, yanında da sarışın güzeller güzeli bir kadın, utancımdan öleceğimi sandım. O anın heyecanını ömrüm boyunca unutmayacağım.
Her ne kadar siyasal görüş olarak Arabesk müziğe karşı isek de bu ülkenin insanları olarak sağcısı, solcusu, dincisi ateisti, faşisti, komünisti yüreğimizin zulasında saklayıp dinleriz Orhan Gencebay şarkılarını.
Kıpkırmızı olurum böylesi durumlarda ateş basar her yanımı. Bu yönümün çok zararını çekmişimdir öğrencilik yaşamımda. Polisiye durumlarda hemen kendimi ele veririm, yüzüm kızarır alı al moru mor olurum. En acemi zorbalar bile hemen “sen geç bakalım şöyle” diye alırlar beni fruko arabasının şoför mahalline.
Orhan Gencebay o müthiş bas bariton sesi ile “Merhaba genç dostum,” diyerek elini uzattı.
“Ben Orhan GENCEBAY, eşim Sevim” diyerek elini uzattı, mahcup bir ifade ile kekeleyerek “ben Cemil Biçer” diyebildim,
Orhan abi tevazu gösterip bizi Kervan Plak şirketine çay içmeye davet etti, “okul, dershane” diyecek olduk duymazlığa geldi. Adeta sürüklercesine davete icabet etmek zorunda kaldık. Aman tanrım o ne müthiş bir ofis! Tam anlamı ile filmlerdeki milyarder fabrikatör Hulusi Kentmen‘in yazıhanesi, koltuklara oturunca içine gömülüyor insan. Emin yoldaşım, sütten çıkmış ak kaşık misali etrafı seyredip oturuyor. Orhan abi benimle konuşuyor;  “Nerelisin Cemil kardeşim ?” diye sordu “Samsun’luyum Orhan Abi” diye fısıldadım. Samsunluyum lafını duyunca oturduğu koltuktan kalkıp yanıma geldi. Kollarını uzatıp omuzlarımdan tuttu gözlerime şüphe ile bakarak “hangi mahalledensin ?” dedi yine aynı utangaçlıkla ‘cedit’ten’ dedim. Cedit lafını duyunca rahatladı “Sazcı Ragıp’ı tanırmısın ?” diye sordu.
”Sazcı Ragıp bizim mahallenin kıdemlisidir. Saz yapım ustasıdır. Aynı zamanda değme sanatçılara taş çıkartır, hem çalar hem söyler ve muazzam besteleri vardır, babamın da kadim dostudur” Ben bunları bir çırpıda söylerken Orhan abi hüzünlü bir şekilde “duygulandırdın beni Cemilim” diye kucakladı beni. Samsun’a ve Samsunlu yıllarına dair anılardan bahsetti. Çok hoş sohbet ve nüktedan bir kişiliği vardı. Çaylar içildi kendimizi anlatmamızı istedi. Öğrenci olduğumuzu, üniversite öğrencisi adayı olduğumuzu söyleyince çok sevindi ve ilgilendi. Söz döndü dolaştı “Arabesk müzik” konusuna dayandı.
Ben dışarıda Orhan abinin beni dinlediğini bilmeden ona ve müziğine yönelik eleştirilerimin mahçubiyeti ile önüme bakıp duruyorum.
‘Cemil kardeş utanacak, kızacak bir durum söz konusu değil, senin eleştirilerinden çok daha ağırları ile ben her gün karşı karşıya geliyorum, işin özünde haklı olduğun yanların çok.’ diyerek söze girdi ve bizim gözümüzde sıradan lümpen bir pavyon türkücüsü olarak gördüğümüz, görmek istediğimiz Orhan abi müzik konusunda öyle bir akademik ders verdi ki bize o kadar olur. Dinlemeye doyamadık, iki saatten fazla misafir etti bizi. Arada bir gelen sekreter kıza “konuklarım var beklesinler” talimatı vererek randevularını bile öteledi. Biz kalkmaya yeltendikçe “lütfen oturun, sizinle sohbet etmek bana Samsunda olmak kadar iyi geldi” diyerek oturttu bizi. Nihayet izin isteyip kalktık. Bütün centilmenliği ile kapıya kadar uğurladı bizi, kucaklayıp öptü. Bana kartını vererek “lütfen beni bu numaradan ara” Samsun’a giderken Ragıp abime birşey göndereceğim seninle” dedi.
Sonrasında Orhan abi ile çok görüşmelerim oldu. Bir kez film platosunda set işçiliği yapıyordum, orada karşılaştık. Beni görünce kardeşini görmüşcesine ilgi gösterdi, film setinde ilgisi ile beni onurlandırdı. Üniversite yıllarımda polisle başım derde girdiğinde beni uzun zaman konuk etti. Parasal desteklerini söylememe çok kızacak ama bunu söylemek zorundayım, umarım beni affedecektir.
Akildane olarak görev aldığında kendisini oldukça ağır bir şekilde eleştirdim. Görev almasındaki amacını anlattı uzun uzun. Haklı yönleri vardı aslında ama bizim cenaha bir günah keçisi lazımdı ve bu iş için de en naif, en duygusal insan Orhan abi idi. Zaten bir müddet sonra bu eleştirilere dayanamadığı için ağır bir kalp hastalığı geçirdi.

Her şeye rağmen Orhan Gencebay bu ülke sanatının temel taşlarından birisidir. Samsunlu olmasına, dostluğuna arkadaşlığına ve sanatçı kişiliğine saygı duyarım.

Cemil Biçer

Başa dön tuşu