KÖŞE YAZILARIÖzlem Kalkan Erenus

Gecenin Çocukları – Özlem Kalkan Erenus yazdı…

Dünya var olmadan önce Khaos vardı. Varlığa kavuşmamış her türden ilk maddenin tanımlanamaz bir karışımıydı Khaos. İlk olarak doğanın ana ilkesi Gaia; Hesiodos‘a göre, “bütün ölümsüzlerin sürekli, sağlam tabanı” çıktı Khaos’tan, hemen ardından da yeraltının karanlığı Erebos ile yeryüzünün karanlığı Nyks: Gece

Titanlardan ve Olimpos Dağı’nın tanrılarından da yaşlı bu iki karanlık kardeşin birleşmesinden aydınlık çocuklar doğdu: İncecik, ışıklı gök Aither ile gün ışığını simgeleyen Hemera. ‘Gece Anne’ Nyks ile ‘Gündüz Kız’ Hemera, yeraltındaki ölüler ülkesinin en derin yeri olan Tartaros’ta bulunan Nyks’in kasvetli konağının kapısında, her gün bir an için buluşup, selamlaşabilirlerdi ancak. Çünkü içerideyken biri, diğeri hep dışarıdaydı…

Daha pek çok çocuğu oldu Gece Tanrıça’nın. Kendi kendine doğurdu sonraki çocuklarını: Kader Tanrıçaları Klotho, Lakhesis ve Atropos, İntikam Tanrıçası Nemesis, Kavga Tanrıçası Eris, sularıyla belleği uyuşturan ırmak Lethe, İhtiyarlık Tanrısı Geras, kaderin hükmünü taşıyan ölüm tanrısı Moros ile ölümcül hastalıkların taşıyıcısı, zorlu ve korkunç ölümlerin tanrıçası Keres ve daha pek çok çocuk… Gece’nin babasız dünya getirdiği onlarca çocuğu arasında birbirlerine en bağlı olanlar, Uyku Tanrısı Hypnos ve Ölüm Tanrısı Thanatos‘tu.

Hermes izlerken Hypnos (solda) ve Thanatos (sağda) ölü Sarpedon’u taşıyor.

Birbirinden hiç ayrılmayan ikiz kardeşler Hypnos ve Thanatos, Gece Anne’nin karanlık konağının yanı başında, bir mağarada yaşardı. Haşhaş çiçekleri, gelincikler ve bin bir türlü uyutucu otla kaplı bir bahçenin ardındaki mağaranın içinden, suları her şeyi unutturan Lethe geçer, fildişi kanepesine yayılan Hypnos, gün boyunca uyur, gece olunca annesinin treniyle gökyüzüne tırmanırdı. Toprağın ve denizin üzerinde dolaşarak, kanatlarıyla tatlı bir huzur taşırdı insanlara. Hypnos, uykunun şefkatli kollarına bıraktıklarına tüm endişelerini unutturur, huzurlu düşler görmelerini sağlardı, Rüya Tanrısı oğlu, Morpheus aracılığıyla.

Önlenemeyen, yumuşak ve sakin ölümlerin tanrısı Thanatos ise, ruhu bedenden ayıran keskin bir kılıç taşırdı yanında. Dünyevi bedenlerinden ayrılan ruhlar, Kharon‘un sandalıyla Akheron nehrini geçerek, Hades‘in hüküm sürdüğü yeraltı dünyasına doğru, dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkardı.

Gece’nin Oğulları Uyku ile Ölüm, iki kardeş hiç ayrılmazdı. Sanki upuzun bir uykuydu Ölüm, geri dönüşü olmayan… Uyku ise yaşamla ölüm arasında, bilinmez bir diyardı, her gün gidip gidip, sonra gerisin geri dönülen…

Bedenin yorgunluğunu gideren uyku, Lethe‘nin her şeyi unutturan suyunun yardımıyla aklın farkındalığını elinden alır, sıkıntıları ve ruhsal yorgunlukları da iyileştirirdi. Uyku, ölümlü bedenleri hiç değilse her gece dinlendirirken, kardeşi Ölüm, bedenine veda eden ruhları dinlendirirdi sonsuz gece boyunca…

Birbirine sıkı sıkıya bağlı iki kardeşin arasındaki belli belirsiz sınırda dolaşanların en tanınmışı Endymion’dur şüphesiz. Ay Tanrıçası Selene, ölümlülerin en güzellerinden biri olan, çoban Endymion‘a kaptırır gönlünü. Tanrıların Tanrısı Yüce Zeus‘u ikna eder sevgilisini sonsuza dek, hem de şimdiki gibi genç ve yakışıklı olarak yaşatmaya. Ancak bir dağın tepesinde, sürekli olarak uyuyacaktır Endymion. Selene de uyumakta olan sevgilisini her gece görebilecektir böylece. Uykunun bedeni koruyup kolladığı açık seçik anlaşılır bu hikâyeden. Gelin görün ki, uyku esnasındaki hareketsizlik, sonsuz uyku ile ölüm arasında pek de fark olmadığını getirir akıllara. Bu şüpheyi ortadan kaldırmak için, hikâyenin bir başka anlatımında, gözleri tamamen açık olarak uyutulur Endymion. Bu kez de yaşamla ölüm arasında, bir tür koma halinde gibidir yakışıklı çoban. Sürekli bir uyku ile ölümü bir türlü ayıramaz birbirinden, antik dünyanın masalları.

Bilinen tarih boyunca anlatılan tüm efsaneler, tüm hikâyeler sanki daha da bağlar iki kardeşi birbirine. Cervantes, Don Kişot‘un uyku düşkünü uşağı Sancho Panza‘ya, en aklı başında sözlerini söyletirken, övüp durur uykunun meziyetlerini: Düşlerin gerçekleştiği, eksiklerin giderildiği bir yerdir uyku memleketi. Yoksul olanı zengine, aptal olanı akıllıya eşit kılar. Ama “uyuyan bir adamla ölü adam arasında çok az fark vardır” neticede.

Romeo ve Juliet‘te, uyku ve ölüm arasındaki çizgiyi bir hayli saydamlaştıran Shakespeare, esas Hamlet’in dilinden söyler, o meşhur tiradında; “ölmek, uyumak sadece!”

19. yüzyıl masallarında da, Grimm Kardeşler, Pamuk Prenses‘i ya da Uyuyan Güzel‘i yatırırlar bitmek bilmeyen uykulara. Yakışıklı prenslerin hayat veren öpücükleri olmasa, uyanacakları yoktur onların da…

Ve işte bugün bile: Sanki upuzun bir uykudur Ölüm, geri dönüşü olmayan… Uyku ise yaşamla ölüm arasında, bilinmez bir diyardır, her gün gidip gidip, sonra gerisin geri dönülen… Gece’nin Oğulları Uyku ile Ölüm… Birbirine sıkı sıkıya bağlı iki kardeş…

Özlem Kalkan Erenus

Ana Görsel:  Özlem Kalkan Erenus,  “Sesler, Yüzler, Sokaklar, II” 2016, 32 x 54 cm. t.ü.karışık teknik

Başa dön tuşu