Suyun Altında ve Üstünde: Mathilda – Görkem Dikel yazdı…

Saadet Küçük’ün ‘Mathilda’sını izlerken kıvrım kıvrım hayat dolu mercanlarından, yapraklarından yahut başaklarından tutunup bizler de hikâyeye eklemlenebiliriz. Burada topraktan göğe kadar aynı örüntüyle devam eden ginkgo yapraklarıyla, başaklarıyla ve mercanlarıyla toprak, su ve hava elementlerinin nasıl da güzel kaynaştığını hissedebiliriz. Çünkü Mathilda biziz, bu da bizim dünyamız.
Mathilda olagelmiş hikayelerin bir izi aslında. Bu hikâye, Anadolu’dan Latin Amerika’ya kadar tüm coğrafyalarda akan bir olaylar silsilesi olabilir. Doğadan kültüre, kültürden doğaya, doğadan insan psişesine, oradan tekrar kültüre uzanan bir iletişim ağı. Bu olaylar silsilesinde neler olup bittiğinden ziyade, nelerin tekrarlandığı daha önem kazanıyor. Tıpkı resimdeki dokular gibi tekrar eden bu örüntüler doğada da kültürde de mevcut. İnsanın icat ettiği, hayatı kolaylaştıran üretimler ve yöntemlerle, bir balığın pullarının ve mercan resiflerinin yaşam örüntüleri arasında ortak bir şeyler var.
Mathilda bizi üç alanı düşünmeye sevk ediyor. Doğa, insan ve psikoloji. İnsanın üreten ve doğayı dönüştüren bir beşer olarak döngüye dahil olduğu sosyokültürel olgular ve birey olarak kendi psişesi. Bu üçü de sanatçıyı, spesifik olarak, o eseri o şekilde üretmeye iten süreçler. Sonuçta Picasso’nun “Guernica’yı siz yaptınız” dediği noktaya varıyoruz. Mathilda’yı biz yaptık! Güzel, akıllı, çalışkan, üretken, doğaya hayran, ama bir derdi var gibi…
Sanatçının anılarının derinliklerinde ise bir hasat hikayesi var: Çocukluğunda köydeki tek patos (batöz) makinasıyla tüm köy halkının buğdaylarını başaklarını sırayla öğüttüğü ve her akşam başka bir hanede konuk edilen çalışkan patosun, evlerde ailelerde bereket neşesi saçtığı, insanların geç saate kadar oturup birbirinin evine girip çıkarak sohbet ettiği, öğütülen buğdaylarıyla, taneciklerin bereketiyle mutlu bir çocukluk anısı bu… Bu bağlamda Sümerlerden beri Anadolu’da pek bir şey değişmemiş olsa gerek. İnsan tahılı topladı, öğüttü, birlikte, el ele vererek. Paylaştı, çoğaldı. Doğanın diline kulak verdi, 1’den bin yaptı, tahılı fermente etti. Artı değerin ortaya çıktığı düşünülen zamanlardan çok daha geriye gidersek… İnsanın döngülerinin doğanınkilerle bir olduğu; güneşin, ayın, yıldızların, ekin oksun yaşamı doğrudan etkilediği, ana tanrıçaların yer altında esir alındığında doğanın kuruyup öldüğüne, dirilip yer yüzüne çıktığında ise doğanın yeniden canlandığına, baharın geldiğine inanılan zamanlar.
Küresel doğa politikalarında daha çok Mathilda gibi düşünsek, Mathilda’nın götürdüğü başak tarlasına bir kez olsun biz de gitsek…
Eser Adı: Mathilda
Konu: Doğa ve İnsan Döngüsü
Ölçü :2,96 x 200 cm
Yer: Devri Daim Enstitüsü – Kadıköy/Yeldeğirmeni
Doğanın sonbaharda, kışta ölümünden daha kötü bir şey var: baharda artık kendini yenileyemeyecek olması. Balıklar, arılar, mercanlar geri dönülmez bir şekilde zarara uğradığında ana tanrıça dirilip yer yüzüne de çıkamayacak. Doğayla birlikte insanın anlatageldiği o güzel mitler de bir bir ölecek. “Son arı da ölüp beyaz adam hata yaptığını anladığında” sanat devreye giriyor. Bahar yeniden gelecekse şiir yazmaya gerek yok…Ama gelmeyecekse, orada bir sorun var. Mathilda’nın bize görünmesinin sebebi de bu…
Doğa gibi, sanatçının da ruhunda ana tanrıçanın yer altına indiği, yahut gökteki ayı devlerin yuttuğu dönemler olur. Bu dönemde çiçekler açmaz, damarlarda öz suyu akmaz, kökler kurumuştur ve dirilmeyecek gibidir. Yaşam enerjisi eylemsizlikle yer değiştirir, karanlıkta korkularla gideceğimiz yolu göremeyiz. Eskiden derin ve bereketli, gür ve coşku dolu orman şimdi kurumuş, Yengeç dönencesindeki ölmüş okyanus gibi çölleşmiştir. Sonra bir şey olur, sanatçının ayağı bir deniz kabuğuna takılır. Bu kabuk burada eskiden coşku dolu bir hayat olduğunun izidir, o capcanlı hayvandan kalan bir iz… O farkındalık anından sonra içimizdeki, kırgı bayırlar, erozyonlar bir bir yerini atalarımızın hücrelerinden yapılma o bereketli ormanlara, volkanik tüf dolu ovalara, sulak nehir kenarlarına ve şelalelere bırakır. Sonra bahar da gelir, orkideler açar, selvada renkli papağanlar uçar ve insan cihetinde sabahlara kadar keyifli sohbetlerle, dayanışmayla dolu hasat geceleri başlar.
Hem sosyolojik hem psikolojik bağlamda zarar veren örüntüler son bulup, doğadan yana taraf aldığımızda, hayat dostu örüntülere güç kazandırdığımızda, balık pullarının, mercan resiflerinin yahut gingko yapraklarının geometrisiyle ortak yanlarımızı gördüğümüzde Mathilda’nın yüzündeki gizemli gülümsemeyi daha iyi anlayabiliriz.
Görkem Dikel
Güzel bir yazı; tebrikler Görkem Dikel. Başka yazılarınızı da bekliyoruz..
kaleminize sağlık, Picasso-Guernica örneği çok güzel.
Muhteşem bir yazı..Mathilda’nın açtığı pencereden sanatında ki renklerin coşkusunu ve neşesini kaleminde de görüyoruz.