KÖŞE YAZILARIRESİMSANATTANVecdi Uzun

Veli Aras Yalçınkaya’nın ‘Kusurun Kusursuzluğu’ Sergisi Üzerine

Vecdi Uzun yazdı...

Veli Aras Yalçınkaya’nın ‘Kusurun Kusursuzluğu’ Sergisi Üzerine – Vecdi Uzun yazdı…

Müze Evliyagil bünyesinde kısa süreli sergi ve projelerin de gerçekleştirildiği ArtOda  06.04.202 5 ve 10.05. 2025 tarihleri arasında Veli Aras Yalçınkaya’nın “Kusurun Kusursuzluğu” isimli sergisine ev sahipliği yapıyor.

Veli Aras Yalçınkaya’yı 2016 yılında Adana Ressamlar Derneği Resim Yarışması’nda aldığı ödülle fark ettim ve sürekli takibe aldım. Son dönem genç kuşağın farklı, yatırıcı, özgür ve kuralları zorlayarak  sadece sanat yapma iddiasında olan Veli Aras Yalçınkaya’nın tüm kişisel sergileri gibi bu sergisinin de açılışında bulundum ve ardından sakin bir gün sergiyi daha detaylı olarak tekrar izledim. Her sergisinde mevcudu sıkı sıkıya  korumak  yerine,  tekrar yeniden öğrenmeye, yapılandırmaya ve kendisi için esas olan sanatı ortaya koymaya çalışmaktadır.

İhmal edilen sanatın  eğitim süreci ve sanat eğitiminde oyun yaklaşımının önemi; Veli Aras Yalçınkaya tarafından sahip bulunduğu sanat eğitimcisi kimliğiyle bu sergide ortaya konulmaktadır. Bu sergi esnasında sanat eğitiminde kuram ve pratiği birlikte görme yanında yanında Veli Aras Yalçınkaya’nın konu hakkındaki sanat çalışmalarını  görmek mümkündür.

Veli Aras Yalçınkaya’nın 'Kusurun Kusursuzluğu' Sergisi Üzerine

“Kusurun Kusursuzluğu” sergisi kataloğunda sergi hakkında detaylı bilgiler verilmenin yanı sıra kavramlar da detaylı olarak açıklanmaktadır.

““Kusurun Kusursuzluğu” sergisi, en temelde iki öğenin sapmasından ya da karşılaşmasından doğan formların kalıcı hale gelmesi üzerine kuruludur. Sanatçının uyuşmazlık biçimleri ya da deneyimleri olarak ifade ettiği bu karşılaşmalar montaj tekniğiyle ilişkili olarak kesilip, yırtılan, ait olduğu bağlamdan sökülerek yeniden bir araya getirilen bantlardan, sıradan bir nesnenin sıra dışılığın keşfedildiği tuvallerden arta kalan kısımların yeniden bir araya getirildiği çalışmalara uzanmaktadır. Sanatın hayat oluşu ile sıradan hayatın sanat oluşunun harmanlandığı kolaj mantığından, sıradan hayatın dünyasından alınmış nesnelerin yeniden sergilendiği yerleştirme sanatına bir çizgiyi takip eden bu süreç heterojen unsurlar olarak öğretmen ve öğrencilerin bir araya geldiği, eğitime ve sanata dair mevcut formların askıya alındığı, sanatsal pratiğin öğretimle birleştiği ve ortak bir mekân olarak bir dersliğe dair kusurlu parçaların sanat yoluyla yeniden biçimlendirildiği örneklere dönüşmektedir.

Bir eğitim ortamından yola çıkarak, ona itiraz etmek ve onun ilerisine geçmek amacıyla bir dersliğin olağan akışına müdahalelerde bulunan Yalçınkaya’nın estetik ve pedagojik sorgulamalar üzerinden bir sanat pratiği olarak eğitim olgusunu ele aldığı çalışmaları Felix Guattari’nin “bir dersliğe nasıl sanki bir sanat yapıtıymış gibi hayat verirsiniz?” sorusu üzerine temellenir. Guattari’nin sanat hakkında yeni yollar ve yeni öğrenme biçimleri üzerine sorduğu bu kışkırtıcı sorudan hareketle sanatçı-öğretmen ve öğrenci-izleyici ilişkisini sorunsallaştıran sanatçı, Michel Foucault, Jacques Rancière, ve Georges Bataille’ın fikirleriyle birlikte düşündüğü çalışmalarını primitif toplumların etik-estetik paradigmasıyla ve aşkınlık ilkesiyle, formsuzluğun, bilgi olmayanın, iktidarın/otoritenin dayattığı biçimlerin nötrleştiği özgürleştirici bir alan olarak oyun alanıyla birleştirir.

Veli Aras Yalçınkaya’nın 'Kusurun Kusursuzluğu' Sergisi Üzerine

“Kusurun Kusursuzluğu” adlı bu sergide, yüzünü sanata ama aynı zamanda eğitime çevirmiş hem yakındaki öğrencilere hem de oluşturulan ürünler ile izleyicilere seslenmeyi amaçlayan Yalçınkaya, sanatçı olarak öğretmenin aktif stüdyo faaliyetinin dışında, sanatın gerçekleştiği yerin odak noktasının elden zihne çevrilmesi halinde bir dersliği oluşturan bütün parçaların bir sanat yapıtına dönüşme ihtimali üzerinde durmaktadır. En temelde nihai ürünlere ve sonuçlara aşırı odaklanma eğiliminde olduğu kabul edilen okullarda, süreç odaklı bir müfredat yöntemi uygulanması halinde öğretmen ve öğrencinin deney yapmasına daha fazla olanak sağlayacağı ama aynı zamanda daha kavramsal ve çağdaş bir öğretmen/sanatçı pratiğine yol açabileceğini savunmaktadır.

Claude Levi-Strauss, Yaratıcı Çocuk Üzerine Gecikmiş Bir Kelam adlı makalesinde geleneksel eğitim modelinin kusurlarının tartışıldığı bir panelden hareketle artık eğitimcilerimizin, bir zamanlar öğrendiği yöntemleri uyguladığı toplumdan daha farklı bir toplumun amatör antropologları olmak zorunda olduğunu önerir (1). Levi-Strauss’un bu önerisini, sürrealist antropolog Georges Bataille’ın “biçimsiz” kavramıyla (2) ve 1990’ların sonlarından itibaren estetik ve politika arasındaki ilişkiyi sorgulayan Jacques Ranciere’in sanat olmayacak bir sanat vaadiyle kurduğu bağ (3)  ile okuduğumuzda, Schiller’in ve romantiklerin başlattığı şekliyle sanatın estetik rejiminin kurulu olduğu bu paradoks bizi bugün eğitimden her ne anlıyorsak, eğitimden başka bir şey olduğu zaman eğitim olabileceği düşüncesine götürür. Dolayısıyla, sanatçı nasıl ki mevcut yasaları, formları ters yüz eden, formu olmayana form bulan kişiyse “amatör antropolog” rolünden hareketle öğretmenin görevi de en nihayetinde verili formları bulandırmaktır.

Bir sınıf ortamında ise bu formlar kusursuzlar kusurlular, görünürler görünmezler, düşünenler düşünemeyenler, susanlar sesi çok çıkanlar, bilenler bilmediği varsayılanlar özetle öğretmen (sanatçı) ve öğrenciler (izleyiciler) olarak pay edilmiştir. Gerçekte bilgi ve iktidar ilişkilerinin bir yansıması olan, yazgılı olduğumuz bu uyuşmazlık biçimlerinin askıya alınması, oluşan hiyerarşik örgütlenmenin kesintiye uğratılması içinse duyulurolanın, yapıp etme, görme, konuşma, var olma tarzlarımızın bir ortaklık duygusuyla  yeniden biçimlendirilmesi gerekir. Bu ise ancak başka türlü bir araya gelmesi mümkün olmayan parçaları birbirine bağlayan, yapmış olduğumuz seçimleri yeniden düşünmemizi sağlayan, kolektif enerjimizi harekete geçiren, düşünceleri kışkırtan, formsuzluğun, bilgi olmayanın, iktidarın/otoritenin dayattığı biçimlerin nötrleştiği özgürleştirici bir araçla yani sanatla (oyunla) mümkündür(4).

“Kusurun Kusursuzluğu” en temelde iki öğenin sapmasından ya da karşılaşmasından doğan formların kalıcı hale gelmesi üzerine kuruludur. Uyuşmazlık biçimleri ya da deneyimleri olarak ifade edilen bu karşılaşmalar başlangıçta montaj tekniğiyle ilişkili olarak kesilip, yırtılan, ait olduğu bağlamdan sökülerek yeniden bir araya getirilen bantlardan, sıradan bir nesnenin sıra dışılığın keşfedildiği tuvallerden arta kalan kısımların yeniden bir araya getirildiği çalışmalara uzanmaktadır. Sanatın hayat oluşu ile sıradan hayatın sanat oluşunun harmanlandığı kolaj mantığından, sıradan hayatın dünyasından alınmış nesnelerin yeniden sergilendiği yerleştirme sanatına bir çizgiyi takip eden bu süreç heterojen unsurlar olarak öğretmen ve öğrencilerin bir araya geldiği, eğitime ve sanata dair mevcut formların askıya alındığı, sanatsal pratiğin öğretimle birleştiği ve ortak bir mekân olarak bir dersliğe dair kusurlu parçaların sanat yoluyla yeniden biçimlendirildiği örneklere dönüşmektedir.

Veli Aras Yalçınkaya’nın 'Kusurun Kusursuzluğu' Sergisi Üzerine

Özgürlüğün praksisi olarak eğitim nasıl ki geleceğe hazırlıktan ziyade yaşam sürecinin kendisini temsil etmekteyse bir şimdiki zaman pratiği olarak sanat da kişinin kendini inşa etmesine yaşamını biçimlendirmesine olanak sağlayan içsel ve varoluşsal bir etkinliktir. Ranciere’in de ifade ettiği üzere sanatın üstlendiği rol yaşama dair mesajlar ve duygular aktarmaktan ziyade özgül bir mekân ve ilişkiler yaratarak bu yaşam sürecini yeniden şekillendirmektir. Verili olan ortak dünyaya ait rollerin, öğretmen ve öğrenci ilişkisinin yeniden düzenlendiği, bir dersliğe yönelik bakış ve tavırda değişiklik sağlayacak durumların yaratıldığı bu çalışmalarda da asıl amaç bir nesnenin üretimi değil, yaşamın inşası ve ifadesi olarak bir deneyimin üretimi ve tüketimidir. Yaşamın yaşamsal deneyime doğru genişletilmesi olarak ifade edilebilecek bu yaklaşım, kendimizi bulmak için kendimizi kendimizin ötesine taşınmak anlamına gelir. Dolayısıyla, sanatsal ve pedagojik amaçları birleştirmeye dönük bu örnekler basitçe sanat ve eğitim arasındaki mesafeyi bulanıklaştırmaktan öte insanın normalleştirilmiş öznelliğine karşı koyan, yeni bir öznellik biçimi ve yeni bir sanat türü inşa etmek üzerine kuruludur.

Eğitime ve sanata dair mevcut kategorileri, yapıları, idealize edileni ortadan kaldırmayı amaçlayan ama aynı zamanda düşüncenin kendi kendini imha ettiği oyunla mümkün bir boşluk anı içinde bizi başka türlü düşünmeye, geleneksel yöntemlerin dışında alışılmadık olanı aramaya, müşterek bir yaşamın dokusunu örmeye zorlayan bu sanat formu, Michel Foucault’nun “özneleşme süreci” adını verdiği, kendimizi mevcut formların yani bilgi ve iktidarın dayattığı kuralların ötesinde “kendimiz” olarak yaratma sürecidir. Bu bağlamda, tarihin belirli bir zamanında belirli bir mekânda, karşılaştırılamaz olan iki şeyin karşılaştırıldığı, başka türlü bir araya getirilmesi mümkün olmayan parçaların bir “ortaklık duygusuyla” yeniden bir araya getirildiği bir sınıf ortamında şu soru yeniden anımsanacak olursa: Kendi yaşamımızı bir sanat yapıtı gibi inşa edebileceğimizi öne süren Foucault “herkesin yaşamı bir sanat eserine dönüştürülemez mi?

Niçin bir tablo ya da bir ev sanat eseridir de kendi yaşamamız değil?” diye sorar.(5)

Birçok sanatçının sanat ile toplumsal yaşam arasındaki mesafeyi daraltmaya, yaşamın kendisini başlı başına estetik bir forma dönüştürmeye yönelik öne sürdüğü fikirleri hatırlatan bu soruyu kendimizi kendimiz olarak yeniden yarattığımız bir sınıf ortamında yeniden ele aldığımızda, yanıt aranması gereken temel soru şu olmalıdır: Bir lamba, bir ev sanat yapıtı olabiliyorsa bir dersliği yeniden inşa ettiğimiz bütün bu süreç neden bir sanat yapıtı olmasın? Eğer yaşam bir sanattır önermesi kişinin kendini tanıması, kendini yönetme ve yaşama bir biçim kazandırması, bir varoluş estetiği olarak kendilik pratiklerinin bir sanat biçimine bürünmesi ise bir sınıfı oluşturan biçimsiz ya da kusurlu kalabalıkların yeniden biçimlendirildiği bir derslik neden bir sanat yapıtı olmasın?

(1) Levi-Strauss, Claude. (2022). Yaratıcı Çocuk Üzerine Gecikmiş Bir Kelam. Cogito, (108), 172-179. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

(2) Clifford, James. (1991). Documents: A decomposition. Visual Anthropology Review, (7), 74-76.

http://metafactory.ca/intermedia/wp-content/uploads/2010/10/clifford1991.pdf

(3) Ranciere, Jacques. (2012). Estetiğin huzursuzluğu, Sanat rejimi ve politika. A. Artun (Ed.).

İstanbul: Metis Yayınları.

(4) Massumi. Brain. (2012). Çıkarın Ötesinde Sanat. Cogito, (70-71), s. 418-436. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

(5) Foucault, Michel. (2021). Öz””

Veli Aras Yalçınkaya’nın 'Kusurun Kusursuzluğu' Sergisi Üzerine

Veli Aras Yalçınkaya’nın sanatçı yapısını sadece kişiliğinin temelini oluşturan farklı, yatırıcı, özgür, sınır tanımayan  ve kuralları zorlayan kişiliği  üzerinden analiz etmenin yetersiz olacağı düşüncesindeyiz. Veli Aras Yalçınkaya bu kişisel özelliklerini 2009 yılında Gazi Eğitim Fakültesi Resim-İş Öğretmenliği’nde başlayan lisans eğitimi, ardından yüksek lisans ve Hacettepe Üniversitesi’nde tamamladığı doktora eğitimiyle elde ettikleriyle birlikte düşünmek gerekir. Özellikle Hacettepe Üniversitesi’ndeki doktora eğitiminin;  ona farklı bakış açısı kazandırması yanında cesaretine ve ataklığına kendine özel yapı oluşturduğu düşüncesindeyim. Veli Aras Yalçınkaya  bu sergisinde yine korkusuz, farklı ve atak,  ama tüm bunları bir disiplin içinde gerçekleştirmektedir.

Veli Aras Yalçınkaya’nın Milli Eğitim Bakanlığı’nda 2016 yılında başlayan sanat eğitimciliğinin ona sağladığı katkıları bu sergide de  görmek mümkündür. Bir sanat eğitimcisinin Veli Aras Yalçınkaya’ya sağladığı önemli avantaj; bir taraftan sanat eğitimciliği yapması, bir taraftan öğrencilerin saflığıyla onlarla sanat yapmak ve eğitimciliğini de sanat kabul ederek öğrencilerle birlikte yaptıkları çalışmaları ortaya koyacak cesarette ve özgünlükte olmasıdır.

Veli Aras Yalçınkaya’nın bir disiplin içinde gerçekleştirdiği felsefi okumalarının onun düşünsel zenginliğinin yanında sanatına da yansıdığı ve sanatçının da tekrar kendisinin sağlamasını sanat ve felsefe üzerinden yaptığı düşüncesindeyim.

Bu sergi; sanatın belirli süre içinde kalıplar içine sığdırılan sanat eğitimi yerine sürekli eğitim ile her çalışmanın bir oyun temelinde olması gerektiği ve bu oyunlardan da içten sanat çalışmalarının doğacağının göstergesidir.

Veli Aras Yalçınkaya çalışmalarını izlemeye başladığım süreçle birlikte neler yapacağını tahminimle, onun sanat adına bugüne kadar ortaya koydukları arasında farklılık göremedim. Gideceği yeri planlıyor, kendisini de biliyor ve  eksikliklerini girerek çalışıyor!

Vecdi Uzun

Veli Aras Yalçınkaya’nın 'Kusurun Kusursuzluğu' Sergisi Üzerine

Bir Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu