Yeni ve Özgün Bir Şey Çıkmayacaksa Hangi Çağdaş Sanattan Söz Edilebilir ki? – Ekrem Kahraman yazdı…
"Kültür Endüstrisi ya da Kültürün Kültürsüzleştirilmesi Üzerine"
Sanıldığının aksine içinde yaşanılan çağ aslında birkaç kuşaktır sözüm ona içerisinde bin bir siyasi ekonomik ahlaki ya da kültürel acı yanılgı ve sıkıntıyla geçerek yaşayanların hatta o çağın entelektüelleri tarafından dahi yeterince anlamadıkları bir süreçtir çoğunlukla.
Özellikle de tarihsel olarak büyük toplumsal kültürel kırılmaların, büyük değişim ve dönüşümlerin yaşandığı çağlardır bu süreçler.
Bilinebilir gelmiş geçmiş tarihsel zamanlarda gerçekleşmiş bütün tarihsel kırılma ve dönüşümler ile bunların başlangıçta pek kestirilemeyen sonuçları böyle kendi doğaları sonucu gerçekleşmiştir kesinlikle.
Bunun böyle olması aslında yalnızca ne oluyor nasıl ortaya çıkıyor ve neyin geliyor olduğunu öngörmesi gerekenlerin yetersizlikleri nedeniyle değil aynı zamanda oluyor olanın -yani içinden geçiliyor olan dönemin her doğal olguda olduğu gibi- ortaya çıkan etkenlerle zorunlu olarak kırılmasının ve dönüşümün karakterinin zamanlamasının ve biçiminin yalnızca tahmin edilebileceği fakat bunun yine de öyle saf bir formül formatında gerçekleşmediği gerçeğiyle ilintilidir.
Örneğin tarihsel “liberalizm”in nasıl oldu da zamanla “neoliberal” küresel bir ideolojik kurgu ve kurama dönüştürüldüğünü, bu dönüşümde üretici ideolojik kültürün bir sistem olarak Avrupa’nın “modernite” kökenli köklü bir devrimi hangi batak iddialarla terk edip geriye döndüğünü, buna karşılık yeni dönemin yeni süper gücü Amerika’nın ise o büyük ideolojik bataklık üzerinde yine Avrupalı entelektüeller tarafından üretilen sözde postmodernizmin yer yer haklı sayılabilecek bazı yanlarını alıp onları da manipüle ederek ve yeniden kodlayarak tarihsel Avrupa’yı yeniden düzenleyerek kendi ideolojik, sosyal, ekonomik, kültürel uydusu haline getirebileceğini hatta günümüzde özellikle de İkinci Dünya Savaşı sonrasında getirmiş olduğu tarihsel evrilmeyi bile yine de yeterince anlamayabilirsiniz ne yazık ki…
Fakat siz ne olduğunu anlamasanız da bildiğiniz üzere bu kurgusal manipüle devlet tasarımı “postmodernizm” günümüzde çoktandır bitmiş durumda.
Hani ne derler? “Ahı gitmiş vahı kalmış” durumda ne iyi ki?
Bu satırların yazarı bunun böyle sonuçlanacağını daha 1990’lı yıllarda (yani postmodernizm teorilerinin en azgın bir biçimde hem ideolojide, hem sanat ve kültürde, hem bütün dünyada bölgemizde ve Türkiye’de en parlak dönemindeyken) yazmaya başlamıştı sanat ve kültür dergilerinde.
Hem de kültürü bir tür “endüstri”yel üretim alanı olarak algılamayı reddederek.
Çünkü, hakiki entelektüel düşünce bir kuram olarak kendi doğal iç işleyişi ve ortaya çıkarak adım adım belirişi sırasında her bilimsel bilginin oluşumunda olduğu gibi bu alanda da elbette bir dizi yanlış varsayımlara, saptayışlara, büyük yanılgılara, teknik ve kavramsal çöküntülere evrilebilecektir zaman içinde.
Zaten hakikatin ya da bilimsel bilginin doğumu da ancak yarattığı kendine özgü yollar ve yöntemlerle gerçekleşebilecektir.
Doğal olarak bu süreçte “yanlış olan” “doğru olan”la sınana sınana aşılacaktır ve bu bilimsel bir yol yöntem kurma sürecidir bir yandan da.
Önünde sonunda “hakikat”, “bilgi” ya da “sanat yapıtı” bir kültür olarak öyle bir biçimde ortaya çıkacaktır ki zaten aslında felsefede de bilimde de sanatta da ve doğal olarak kültürde de yeni özgün “olgu’ sonuç böyle işler ve tezahür eder esas olarak.
Fakat dünya hegemonyası peşinde politikalar kuran herhangi bir süper devlet gücü eğer bu iç işleyişe müdahale ederek bu entelektüel bilimsel düşünsel alanı kendi devlet çıkarı planlar yoluyla manipüle ederek yeniden biçimlendirip yönlendirmeye girişirse varıp varacağı tek sonuç kesinlikle hüsran olacaktır.
Elbette her ne kadar başlangıçta önemli ölçüde bunun ekmeğini yemiş, sanatı ve kültürü tepe tepe kullanmış olsa da aslında önünde sonunda bu müdahaleli kullanımın bedelini çok ağır bir biçimde ödemek zorunda kalacaktır.
Şu içinden ölümlerle, kısıtlamalarla, ne olacak ne zaman olacak korkularıyla insanlığın başına bela kesilmiş küresel coronavirüs salgını da, ABD’deki Trump – Biden sözde seçim tuluatı da, ABD’nin hem Ortadoğu’daki hem dünyadaki her gün biraz daha çöküşü de, bütün dünya da insanın “insan” diye diye “insansızlaştırılması”, sanatın “sanat”, çağdaş sanatın “çağdaş sanat” diye aslında “sanatsızlaştırılması” da, kültürün “kültür” diye diye “kültürsüzleştirilmesi” ve sığlaştırılıp neredeyse “asprin”leştirilmesi de, hatta dinin giderek dinsizleştirilmesi dahi bunların sonucu aslında.
Hiç kimseler kusura bakmasın… Bütün bunlarda gerek bireysel gerek ilgili olanların farklı taraflarda yer alan enstrümanları ve toplum olarak hepimizin çokça günahı ve suçu var.
Çünkü elbette birileri neoliberal küresel sistemin de yardımlarıyla sistemi böyle örgütleyip düzenledi ama sonuçta “insanın insansızlaşması” birazda insanlar tarafından sağlanmadı mı?
Yine sözüm ona “felsefenin felsefesizleşmesi” biraz da düşünceyi “fikir” olanın sahasından çıkaran sözde felsefeciler kanalıyla olmadı mı?
Ya “sanatın sanatsızlaşması”, “kültürün aşırı kültürsüzleşmesi”, sanat yapıtının ve sanat yapma eyleminin giderek “kültür endüstrisi”nin kurguladığı piyasanın temel “şaklaban”ı haline getirilerek bir tür sanat alanından çıkarılıp sözde ekonomik bir yatırım nesnesine dönüştürülmesi sözüm ona sanat ve kültür alanındakilerin marifetleriyle gerçekleşmedi mi?
Ya yine aynı süreçte bir yandan da insana ait her ahlaki, dini inanç, siyasi ideolojik bakış, kültürel birikim ve yaklaşımlardaki büyük sapmalar ile “yüce” olanın kaybedilmesine ne demeli?
Kim bütün bunların müsebbibi sanıyorsunuz?
Doğrusu ya aslında her şey iç içe gerçekleşmiş durumda. Yani “tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan?” gibi bir durumla karşı karşıyayız: Yani tarihsel insanın insaniliği kayboldukça toplumsallığı da bir biçimden öteki asıl olgun biçimine geçemeyecektir doğal olarak.
Peki eğer durum böyleyse sanatçı neyi ne olarak nasıl yapacaktır? Yeni bir içerik ve form nasıl ortaya çıkacaktır?
Eğer yeni ve özgün bir şey çıkmayacaksa hangi çağdaş sanattan söz edilebilir ki?
Ekrem Kahraman
Ana Görsel: Pablo Helguera, Artoons (2010) – “Teori kanepeye uymuyor”
Bende tam o noktada yıllardır -hiç yeni değil yani – şunu merak ediyor ve deneyimliyorum . Yeni ve özgün bir şey çıksa , çıkmış olsa , tam bir şiyasa halini aldığından ; piyasa ve piyasanın ekmek yiyenlerine rağmen , bunu görecek ya da görsek ayırdına varacak , ayırdına varsak bunu piyasa dışı alandan doğru bildirebilecek durumda mıyız / durumda mısınız / durumdalar mı ? Hatta daha önemlisi buna ihtiyaç hissediliyor mu ? Buna yani içinde sanat olan sanat ‘ a ihtiyaç duymak işimize geliyor mu ? Çünkü alınıp satılabilir , mülkiyete dahil edilebilir olmayanın , onunla hava atamadığımızın , bu sistemde ” değer ” kazanması söz konusu değil . Hatta tam da Aynı yerden , kendini sunmak , pazarlanmak ya da parlatılmak amacı gütmeyene de sanatçı gözüyle bakılmıyor , yok sayılıyor iken . O halde tekrar soruyorum ; bu alet edavat ile ölçüp biçerken , zaten göremediğinizi / görünmeyeni populerlikten ve bu sisteme rağmen / yem etmeden , nasıl olacak da görüp / ayırd edip / birbirimizle çıplak gerçekliğiyle paylaşacağız ? ?