Bu, sanatı salt yaratım süreci olarak ele almaktan çok, sanatçı gibi düşünmek, hissetmek ve dünyayı algılamak üzerine odaklanan bir yaklaşımı ifade eder. Sanatçı olmak, yalnızca teknik becerilere değil, sanatı yaşamın özünde anlamlandırma becerisine dayanan derin bir düşünce tarzını benimsemeyi gerektirir. Bu bağlamda sanatçı gibi yapmak, dünyaya yaratıcı bir gözle bakmak, sanatın özünde yatan filozofik ve estetik ilkeleri özümsemek ve bu ilkeleri hayata geçirmeyi içerir.
Sanatçılar, görsel algıyı yalnızca bir görüntü üretme aracı olarak değil, varlık ve boşluk arasındaki ilişkileri ve derinlikleri sorgulayan bir dil olarak görürler. Örneğin, renklerin ve formların bir araya gelerek “yaşam dolu bir yapı” oluşturduğu gibi, her ayrıntının anlam taşıdığı bir bütünlüğü ifade ederler. Sanatçı gibi yapmak, bu “bütünsel göz” ile bakmayı, renklerin, ışığın ve gölgelerin yalnızca fiziksel varlıklarını değil, aynı zamanda onların taşıdığı anlam katmanlarını da görebilmeyi gerektirir.
Sanatçıların yaratım sürecinde, plastik düşüncenin yani formların ve renklerin anlamla birleşmesinin önemi büyüktür. Sanat eserlerinde nesnelerin yanı sıra boşluklar da anlam taşır. Bu yaklaşım, görsel sanatlardaki nesne ve boşluğu “beden” gibi görme eğilimini öne çıkarır ve sanatçının düşünce şeklinin temelini oluşturur. Sanatçı gibi yapmak, bu plastik yapıyı yani formun ve rengin canlılık kazandığı bu plastik filozofik yapıyı içselleştirmek anlamına gelir.
Sanatçılar, eserlerinde yaşamın doğallığını ve organik yapısını ararlar; bu durum, sanatı yalnızca bir estetik nesne olarak değil, canlı bir bütün olarak görmelerine yol açar. Sanatçı gibi yapmak, yaşamı sanata aktarmak için eserlerde bir tür biyomorfizm veya organik form yapısı oluşturmayı içerir. Sanatçı, bu yolla eserin her parçasını anlamla doldurur; bir ağacın dokusunu, bir gökyüzünün derinliğini veya bir figürün içsel enerjisini sanatın diliyle yeniden yaratır.
Sanatçılar yaratım sürecinde kendilerine özgü yöntemler geliştirir. “Bir sanatçı gibi yapmak,” bu süreçte kişinin eserlerine kendine özgü bir üslup ve derinlik katması, sıradan olanı bile derinlikli ve katmanlı hale getirme çabasıdır. Bu süreç, soyutlama ve ayrıntıları bir araya getirerek bir bütünü ifade etme, pozitif ve negatif alanlar arasındaki ilişkiyi yapılandırma, spontane ifade ve formun akışkanlığı gibi pek çok unsuru içerir. Her bir unsur, sanatçının kişisel dünyasının yansıması olarak esere eklenir ve bu şekilde sanat, sanatçının öznel dünyasına açılan bir kapı haline gelir.
“Bir sanatçı gibi yapmak”, yalnızca eser üretme sürecine değil, bir yaşam tarzına dönüşür. Bu, sanatı yaşamın her ânında derinlemesine hissetmek, çevresel ve içsel deneyimleri sanatın diliyle ifade etmek anlamına gelir. Bir sanatçı gibi yapmak, dünyaya derinlemesine bakan bir göz, eleştirel bir zihin ve yaratıcı bir ruh gerektirir. Sanat, sanatçının bakış açısını izleyiciye aktaran bir “yaşam şekli” haline gelir; sanatçı bu yolla kendini ve dünyayı yeniden keşfeder, izleyici ise onun gözünden yeni bir anlam evrenine davet edilir.
Özkan Eroğlu