Dalkavukluğu Gıdıklayan Hümanizm – Veysel Boğatepe yazdı…

(Sayın Can Zaimoğlu’nun yalan ve çarpıtmalarına yanıtımdır.)
İstanbul Büyük Şehir Belediyesi (İBB) Kültür Daire Başkanlığı, Kültürel Etkinlikler Müdürlüğü’nün bu yıl üçüncüsünü düzenlediği “İstanbul Seramik Günleri” başlıklı seramik sergisinde yaşanan “sansür” olayına ilişkin “Günah Keçisinin Teşhir İnadı” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu yazıda sansürü uygulayan Can Zaimoğlu ile serginin küratörlüğünü yapan Duygu Bağlan’a sorular sormuş ve özellikle de hiçbir gerekçenin sansürü meşru kılmayacağı üzerinde durmuştum. Bu yazı, “www.kitaptansanattan.com” sitesinde yayınlandıktan sonra Can Zaimoğlu’ndan yanıt geldi. Şahsını muhatap alan eleştiriye yine şahsi sayfasından yanıt vermesi gerekirken D’art Sanat Galerisi’nin sayfasından yayınladı. Söz konusu eleştirimin D’art Sanat Galerisi’ni bağlamadığını özellikle vurguladığım halde “Sevgili Veysel Boğatepe…” diye başladığı açıklamasında konuyu çarpıtarak ve üstüne de yalanlar ekleyerek başka kalıplara dökme gayretine girdi. D’art Sanat’ın sayfasından yanıt vermesine gerekçe olarak da tiraj ve reklamı gösterdi. Yani, kendi aklınca o sayfaya taşıyarak tirajımızın artmasını sağlamış oldu ve bizim de inanacağımızı zannetti. Önce gerekçesini okuyalım.
“Size cevabı özellikle D’art Gallery’inin sayfasından yazıyorum ki, hiç olmazsa Galerinin facebook sayfasının en az 2.500 tirajı var belki böylece tirajınız artar.”
Can Zaimoğlu’nun, bilinçaltı çöplüğünün söze dökülmüş haline örnek teşkil eden bu cümlenin altından çıkan gerçeğin, sinsilik ve günümüzde pek de geçerli olmayan şark kurnazlığı olduğunu görmek hiç de zor değil. Aynı zamanda kaçak güreşmeyi de marifet sayan Can Zaimoğlu’nun gerçek amacı elbetteki yazının yayınlandığı sitenin tirajına katkı sunmak değildir. Gerçek amacı; tiraj olarak nitelendirdiği 2.500 kişiyi haberdar etmek ve kendisine destek olmalarını sağlamaktı. Yalnız pek de başarılı olduğunu söyleyemem çünkü yazının altına sözde yorum yapanlar, daha mevzunun ne olduğunu sormadan, söz konusu yazıyı okumadan Can Zaimoğlu’nun zırvalarına akıllarınca destek çıkarak düzeysizliklerini göstermiş oldular. Ancak hemen belirtmeliyim ki, değil 2.500, bunun üzerine bir bu kadar sayıyı dahi ekleyip, üzerime salmış olsanız dahi fikirsel kararlılığımdan ödün vermem, sinmem söz konusu olmayacaktır. Geçmişim bunun örnekleriyle doludur.
Evet, bu ucuz yollu tavrına farklı bir perspektiften baktığımızda ise başka bir gerçeği daha görmüş oluyoruz. Can Zaimoğlu, söz konusu sansür yazımızı hiç ilgisi olmadığı halde D’art Sanat’ın sayfasına taşıyarak kendisine koruma zırhı ararken aynı zamanda sayfanın koleksiyonunda bulunan 2.500 kişiden bazılarını da dürtmüş oldu ki; bizim için önemli nokta da burasıdır. Ayrıca sanatın gişeyle, bilet satışıyla, katılan kişi sayısı ile değerlendirilemeyeceğini, sizin gibi sanal sayfalarda arkadaş koleksiyonu oluşturup ve bu sayıyı da popülizm kokan övünç kaynağı yapılamayacağını bu kertede ısrarla belirtmek isterim.
Dalkavukluğu Gıdıklayan Hümanizm
Can Zaimoğlu ve avenelerinin bildiğini zannettiği tiraj meselesine açıklık getirmek zorunluluk olarak görünüyor. Çünkü kendisi, sayfasındaki 2.500 kişiyi tiraj olarak görmektedir. Bunun zihniyet dökümü de şudur: Can Zaimoğlu, D’art Sanat’ın sayfasındaki 2.500 kişiyi potansiyel müşteri olarak görmektedir. O nedenle kişi sayısını, tiraj olarak nitelendirmektedir. Fakat 25 yıllık reklamcı olmakla övünmesine rağmen tiraj kaygısı olan veya başarıyı tiraja endeksleyenin, Can Zaimoğlu gibilerini dikkate almanın yalnızca zaman kaybı olacağını bilmemektedir. Tiraj arttırmak, doğruları yazmakla olmaz Can Zaimoğlu, yalakalık ve dalkavukluk ile olur. Örneğini görmek istiyorsanız yazılı ve görsel medyanın muhalif olanlarla, siyasi hegemonyanın yalakalık ve dalkavukluğunu yapanlarını kıyaslayın. Aradaki fark, tüm gerçekleriyle gözlerinizin önüne serilecektir. Ama gerçeklerin yalancılar için daima rahatsızlık verdiğini de burada belirtmeliyim.
Kişisel hezeyanlarınızı okumaya devam edelim. Sözde masum gibi görünen ve “3” olarak numaralandırdığınız satırda “… sanatçıya bile sormadan sanatçının rızası ile yazmanız bile ne kadar araştırmacı bir eleştirmen olduğunuzu gösteriyor” şeklinde yine hastalıklı / ağır hasarlı bir cümle kurmuşsunuz. Önce şu çarpık düşüncenizin yazıya dökülmüş hasarlı halini düzeltelim. Hem sanatçıya sormamak hem de sanatçısının rızasını almak nasıl oluyor? Madem sanatçıya sormadım, o halde rızasını nasıl alabilirim sayın Zaimoğlu? Bir de tersten soralım; madem rızasını aldım, öyleyse sormadan bunu nasıl gerçekleştirdim? Dahası, bu kadar zırvayı bir araya nasıl getirdiniz? Bu size bahşedilen özel bir yetenek mi acaba? Peki, sanatçıya neden soracakmışım? İşte, çarpıklığın düğümü de buradadır. Yani özgürce yazmak yerine kibarca bana dalkavukluğu öneriyorsunuz fakat sorduğum sorunun birisini de istemediğiniz halde yanıtlamış oluyorsunuz. Burada da hatırlatmalıyım ki; ben siparişler alıp, güzellemeler yazmıyorum. Siz, mütareke basınıyla bizi karıştırıyorsunuz.
Evet Can Zaimoğlu, o sergide küratör veya çalışan olmadığınızı söylediniz. Hiçbir görev misyonunuz olmamasına rağmen de heykeli sansürlediniz. O halde sizin bu eyleminiz bir dalkavukluk girişimi değil de nedir? Bunu da kabul etmiyorsanız lütfen haklı gerekçenizi makul ve mantık çerçevesinde açıklayın da öğrenelim. Çünkü, sizin kişiselleştirmeye çalıştığınız ve bizzat tarafınızdan uygulanan sansür, toplumsal bir hadisedir. Yani ne sizin ne benim ve ne de bir başkasının kişisel insiyatifinde değildir. Toplumun haber alma hakkı vardır ve bu görev de bizim gibilerin sorumluluk alanındadır. İnsanın kimliğini diliyle oluşturduğu gerçeğinden hareketle, kendine özgü bir dil geliştiremediği sürece daima çelişkiye düşeceği de salt bir gerçektir. Dili etkin kılan ise kuşkusuz ki sanattır. Sanatçı da, kime ve neye karşı sorumlu olduğunun fakında olmak zorundadır. Bu nedenle sanatçının kimliği / kişiliği ile sanatını birbirinden bağımsız olarak değerlendirmek, karşı tarafın duygularını okşayan ve basite indirgenmiş pohpohlamadan öte bir anlam taşımaz. Bir yazar, gazeteci vb. danışarak, çanak sorular sorarak ancak kendisini kandırabilir ve “hümanist dalkavukluk” çıtasını yükseltebilir. Benzer kişilik yansımalarını, popülizm hastalığına yakalanmış olanlarda görmek mümkündür.
Ayakların baş olduğu düzende kafadan yazmak
Öncelikle bana yönelttiğiniz ve çatısı-temeli olmayan soruları yanıtlamakla başlayayım. En başta “… öncelikle ne kaygılarda ve ne kafalarda yazdığınızı gülümseyerek okudum” demişsiniz. Evet, o yazının sizi gülümsettiğinden kuşkum yok fakat bıçak kesiğinin bıraktığı sızıya benzer bir sızının da tüm bedeninizi işgal ettiği kesin.Yalana böylesine sıkı sıkıya sarılıp, konuyu özünden uzaklaştırmaya, çarpıtmaya kalkışmanızın diğer bir nedeni de budur. Kurmaya çalıştığınız bozuk cümledeki kaygıyı anladım da kafalarda yazmak ne demektir? Bilmiyorum. Bu üslup, sokak ağzına, halk deyimine, argo raconuna bile ters! Üstelik 25 yıllık reklamcının (kendiniz özellikle belirtmişsiniz) kelime dağarcığının bir ilkokul öğrencisinin düzeyiyle aynı olması beni şaşırtmadı diyebilirim. Siz 25 yıllık reklamcılığınızı (sanırım reklamcılık ile çat-kapı pazarlamacılığının da ayrımında değilsiniz) övgünç kaynağı yapacağınıza öncelikle biraz gramer ve biraz da dilbilgisi çalışmanız, bünyenize yapacağınız en iyi yatırım olacaktır. Kaygıya gelince; evet, benim tek kaygım var: sanat, kültür ve edebiyatın, özgürlüklerin, inançların baskılandığı, saldırılar gerçekleştirildiği, önemsizleştirildiği günümüzde, ideolojik fark gözetmeksizin siyasal erkin karşısında eğilmeden, bükülmeden karşı durmak ve savunmaktır. Bundan hiçte ödün vermediğim, yazılarımla ve pratikteki mücadelemle sabittir. Yazınızın devamında ise sansürün “bence” sinin ne olduğunu açıklamamı istemişsiniz. Bir kere sansürün ben’cesi, sizce’si, biz’cesi, onlar’cası yoktur Can Zaimoğlu! Kaldı ki, o yazıda sansüre ayrıntılı olarak değinmiştim. (BKZ: Günah Keçisinin Teşhir İnadı)
Bu sorunuz, aynı zamanda yazıyı okuduğunuz fakat anlama / kavrama zorluğu çektiğiniz gerçeğini de önümüze koymuş oluyor. Bu gerçekten hareketle sorduğunuz sorunun yanıtını yine sizin tanımlamalarınızdan çıkartacağız. Demişsiniz ki; “… sergilenen eserlerden herhangi biri kaldırılmış mı veya önüne-arkasına bant mı çekilmiş?” yani size göre bir eser sergiden kaldırılmış veya önüne arkasına bant çekilmişse, sansürlenmiştir(!) İşte sizin sansürden anladığınız / anlayabileceğiniz bununla sınırlıdır. Sizin sansürden ne anladığınızın üzerinde durmayacağım çünkü sansür göreceli bir kavram değildir. Öğrenmek istiyorsan, kitap karıştırmana da gerek yoktur. Asıl üzerinde önemle durmamız gereken nokta, eserin sansürlenmesi ile sansürü uygulayan kişinin zihniyetidir. Yani öz sansürdür, biçim ise sansüre uğrayan keçinin pipi’sinin görünmeyecek şekle getirilmesidir. (sansürün gerekçesi de zaten cinsel organın görünmesidir ve sizin zihniyetinize göre de ayıplıdır) Ancak siz, öz’ün önemini kavrayamayıp biçimsel farklılıklara kaydığınız içindir ki, popo ile pipi arasında farkın zaten olmadığını, benim ironik bir göndermede bulunduğumu da anlayamamışsınız. Ama yine de çelişkiye düşmüşsünüz. Cinsel uzuvları ayıplı gören zihniyet için popo, pipi, sizin deyiminizle de billur olması önemli değildir. Bunların hepsi, o zihniyet için ayıplıdır. Daha da net yazayım; madem sansür uygulayacaktınız, keçi heykelinin pipisini değil, poposunu da kapatmalıydınız. İşte bu tavrınız mizahın konusuydu ve bende bu ayrıntıya ironik bir şekilde yaklaşmıştım. Ve bu alt başlığın dipnotu, sergiye kaç sanatçının ve kaç eserin katıldığı değil, konumuz sansürdür. Kaldı ki; sayının da önemi yoktur. Önemli olan eserlerin nitelik ve niceliğidir.
‘Alkol’ün Sansürle Diyalektiği
Can Zaimoğlu, “5” olarak numaralandırdığı satırbaşında ise “…sanatta sansür olmaz fikri ile yola çıkan bu galeride nelerin sergilendiğini bizzat siz (açılışta alkol ikramı yaptığımız) tüm sergilere gelerek gördünüz.” şeklinde bir ifade kullanarak alkol ile sansür arasında kendince bir diyalektik kurmaya çalışmış. Bu ifadesindeki diğer bir yalan / yanlış da kendilerinin düzenlediği tüm sergilere gittiğimdir. Yalan söylüyorsunuz Can Zaimoğlu ! Tüm sergilerinize gelmedim. Açılış itibariyle 2 veya 3 serginize gelebildim. Üstelik görmediğim, gitmediğim, fikir sahibi olmadığım hiçbir konuda fikir beyan etmeyeceğimi, yazı yazmayacağımı, ne de kritik yapmayacağımı yukarıda ki beyanınızla da bizzat kendiniz teyit etmiş oluyorsunuz. Alkol servisini parantez içine almanız ve bu tavrınızı “sansüre bir tepki” olarak sunmanız ise tam bir zavallılık ve gülünçlük örneğidir. Çünkü; alkol denetimi, şahısa / özele ait mülklerde yapılmaz. Kaldı ki; yalnızca sizin açılışlarınızda değil, birçok kültürel etniklerin açılışında da alkol ikram ediliyor. Ayrıca sanatta sansür olmaz fikrinizi alkol servisine endeksleyerek sansüre bir karşı duruş sergilediğinizi de düşünebilirsiniz. Bu yalnızca sizin ütopyalarınız ve kişisel sanrılarınızdan öte salt bir anlam ifade etmiyor. Hasarlı cümlelerin cirit attığı yazınızın devamında ise yine altını dolduramayacağız bir iddia ortaya atmışsınız. Hemen belirtmeliyim ki, iddia sahibi, iddiasının altını doldurmakla mesuldür. Ama Sayın Zaimoğlu, tam anlamıyla boşa sallayıp, sonradan altını doldurmak için kendi karanlık zihniyetinin içinde debelenmeyi tercih etmiştir. Nasıl mı? İzah edeyim.
Yazısında, “İstanbul Seramik Günleri” adı altında düzenlenen sergi, benim hiç bilemeyeceğim, İstanbul halkına seramiğin sanat olduğunu göstermek içinmiş (!) Ayrıntıya dikkat ediniz. Seramik, benim hiç bilemeyeceğim bir konuymuş (!) Türkçe’den tekrar tercüme ettiğimizde, İstanbul halkı yalnızca bu sergiyle seramiğin de bir sanat olduğunu öğrenirken, biz de sayın Can Zaimoğlu’ndan öğrenerek bu konuda aydınlanıyoruz. Bataklığı kurutmak yerine, bataklık sineğini avlayarak sineğin kökünü kazıyacağını zannetmekle aynı şey. Sayın Can Zaimoğlu’na burada sormak gerekiyor. Çalışma programımı kendisine rapor etmediğime göre acaba 24 saatlik zaman dilimi içerisinde neler yaptığımı, programımın ne olduğunu nereden biliyor acaba? Peki, 16 Mayıs 2016’da açılışı yapılan ve 06 Haziran 2016’da sona erecek sergiyi sonradan ziyaret etmeyeceğime dair nasıl bu kadar peşin hükümde bulunabiliyor? (ki bu yazıyı yazarken serginin kapanmasına daha 9 gün vardı) Nedeni basit; serginin açılığına gelmemiş olmamdan yola çıkarak benim fikir sahibi olmayacağım sanısıına kapılıyor. Yani ona göre serginin açılışına gelmediğim için seramik, benim hiç bilmediğim bir konu olmuş oluyor (!). Tamam, kabul edelim ama en başta kendilerinin düzenlediği tüm sergilere ( tümüne gitmedim, bunun yalan olduğunu bir kez daha söyleyeyim) gittiğimi belirterek, kendisini yalanladığı gerçeğini görmezden mi gelelim?
Zifiri karanlıkta zikir çekmek
Kendisini yine kendi ifadesiyle yalanlamasına rağmen benim görmediklerim, bilmediklerim hakkında da ayrıntılar vermiş ve “Keşke lütfedip gelebilseydiniz, gelip görseydiniz” şeklinde hayıflanmanın ardından “… ve arkada kurulan atölyelerde çamurla oynamaktan, torna çekmekten ne kadar zevk aldığını gelin, görün” şeklinde bir öneride bulunmuş. Bu çağrısını, zifiri karanlıkta zikir çekmek olarak nitelemek mümkün ancak sadeleştirecek olursak, yukarıda da değindiğim gibi benim seramik sanatı hakkında fikir sahibi olmadığım, sergilere, atölyelere gitmediğim sonucuna varmak içindir. En başta söylemeliyim ki, kendisine gelen basın bültenlerinin birkaç katı bana gelmektedir. Eğer bilgi sahibi olmak, gelen bültenlere endeksleniyorsa kendisinden daha çok ve çeşitli bültenin bana geldiğini belirteyim. Kaldı ki; bana gelen bültenler yalnızca seramik ve resimle ilgili değil. Zaten görmediklerim, okumadıklarım hakkında kalem oynatmayacağım, bilinen prensiplerim arasındadır. Ayrıca yaşam felsefemin temelini “toplumcu-gerçekçilik” oluşturduğundan, gerçeklerin yalancılar için daima rahatsızlık verdiğini de çok iyi deneyimlemiş bulunmaktayım.
Can Zaimoğlu, böylesine tutarsız varsayımlardan yola çıkarak seramiğin veya söz konusu serginin benim hiç bilmediklerim arasında olduğu iddiasını sığınarak yalan söylemekle kalmamış, kendi yalanını yine kendisi çürüterek gülünç duruma düşmüştür. Şayet benim seramik veya diğer sanat alanları (resim, edebiyat, sinema, tiyatro vb) hakkında yazdığım yazılarımı (BKZ: Aydınlık Gazetesi, Berfin Bahar Dergisi, Radikal Kitap vb.) okumuş olsaydı, kaygan zeminde dans etmenin ne kadar riskli olduğunun farkına da varmış olurdu. Seramiğin yapım aşamasını çamurlarla oynamak şeklinde değerlendiren Can Zaimoğlu ile yalnızca sergilere değil, bizzat atölyelere giderek oradaki çalışmaları izleyen, özellikle seramik sanatının ağır işçilik ve emekçilik olduğunu ısrarla vurgulayan Veysel Boğatepe arasındaki fark, yalnızda bunlardan ibaret değildir.
Şaşkınlığın Hezeyanları
Şaşkın ördek gibi hangi göle dalacağını da kestiremeyen Can Zaimoğlu, bizzat içinde olmasına rağmen etkinliği kimin düzenlediğini de bilmeyecek kadar şaşkın olmalı ki; bana “… bence öncelikle etkinliği kimin düzenlediğini öğrenin” şeklinde bir öneride bulunuyor. Oysa söz konusu yazının “Hoşgörü ile hoş-körlüğün ironisi” alt başlığında, sergiyi düzenleyenin “ Yazımızın konusunu oluşturan sergiyi, İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı Kültür Daire Başkanlığı / Kültürel Etkinlikler Müdürlüğü” olduğunu belirtmiştim. Bu durumda ikimizden birimizin konuyu çarpıttığı ve yalan söylediği ortadadır. O halde kendisine tekrar soralım da doğruyu öğrenelim. Sayın Can Zaimoğlu, vermiş olduğum bu bilgi yanlış mı? Yanlış ise sergiyi düzenleyen kurumun tam olarak adını yazın da kamuoyu bilgilensin. Bir kez daha tekrar edelim; sergiyi düzenleyen, İstanbul Büyük Belediyesi (İBB) Kültür Dairesi Başkanlığı, Kültürel Etkinlikler Müdürlüğü değil mi? Soruları yanıtsız bırakarak sıvışmayı tercih ettiniz ancak buradan bir kez daha tekrar edeceğim;
- Heykelin sergiye dahil edilmesi konusunda size baskı yapıldı mı?
- Heykel, sizin haberiniz olmadan mı sergiye sokuldu?
- Peki, belediye yetkililerinden heykelin sansürlenmesi veya sergiden kaldırılması konusunda herhangi bir uyarı, tepki aldınız mı?
- Sansürlemek yerine o eseri sergiye hiç dahil etmemek, daha doğru bir yol değil miydi?
– Madem kabul ettiniz o halde neden sansürleme ihtiyacı duydunuz?
Burada dikkat çeken ve sizi şaşkın durumundan zavallı duruma sokacak bir ifadeniz daha var.
İki (2) ile numaralandırdığınız satırbaşında “Can Zaimoğlu, yani ben, o etkinlikte çalışan veya kürate eden kişi değilim” diyorsunuz. (Küratörlüğünü yapan kişinin Duygu Bağlan olduğunu yazımda belirtmiştim) Bu sözünüze istinaden başka sorularda gündeme gelmiş oluyor ve soruyorum;
– Madem kürate eden veya çalışan birisi değilsiniz, öyleyse o heykeli sansürleme, müdahale etme yetkisini nereden veya kimden aldınız?
– O etkinlikteki görev ve misyonunuz nedir?
– Bir göreviniz varsa, neden gizleme ihtiyacı duyuyorsunuz?
En kestirme soruyu sorayım Sayın Can Zaimoğlu, neden yalan söylüyorsunuz, sizi yalana zorlayan şey nedir? Bunca yalanı mağduriyet sosuna banarak servis etmenizin altında yatak gerçeğin aslında kendinizle kavga etmek olduğunu ne zaman anlayacaksınız?
Aynalarda Kanayan Suret
Yazınızın sonlarına doğru “ …aynalarda yaptığınız eleştiriler sizin olsun” şeklinde (nispeten alıngan) imalı bir ifade kullanmışsınız. Evet haklısınız, ben aynalarla barışık birisi değilim. Siz, dört duvarında aynaların asılı olduğu mekanlarda kendinizi farklı profillerden seyrederken ben, Silivri’de barikat yıkmaya gidiyordum. Siz meyhanelerde üç-beş arkadaşınızla birlikte ve alkol eşliğinde devrimci türküleri söyleyerek memleket kurtarırken ben, etrafı çevik kuvvetle sarılmasına rağmen DGM önlerine yürüyenler arasındaydım. Evet, sen ve senin zihniyetindeki sessiz çoğunluk, sanal ortamlarda birbirinizden aşırdığınız fikirleri paylaşırken ben, Türkiye Cumhuriyetini temelinden yıkacak olan en büyük kumpası bozmaya yemin etmiş üç-beşin arasında mücadele alanlarındaydım. Geceleri kıçınızda pireler sorti atarken ben, uykuya direnerek araştırma yapıyor, notlar alıyordum ve hala da devam ediyorum. İşimiz bununla bitmiyor tabi, iftira atılan, tutuklanan, hakkında dava açılan arkadaşlarımızı şahitlik yapıyor, davamızı sahipleniyorduk. Sözün kısası; sizin gibi oturduğumuz yerden kıçımızla dağ devirmiyoruz.
Yalnız teoride değil, davasını pratiğe dökmüş birisi olarak “kişiye titir yakıştırmak dava konusudur” gibi aba altından sopa göstermeniz beni, ne kararlığımdan vazgeçirtebilir ne de duruşumu ve ilkemi bozar. Davadan kaçacak, sinecek birisi olsaydım, bunca riskleri göze almak yerine sizin gibi teslim olur, mevcut sistemin amigosu olurdum. Kaldı ki; hukukun kapısını göstererek beni sindireceğinizi zannediyorsanız, yanılıyorsunuz. Zihniyetiniz gereği kadıların sözde adalet dağıttığı saraylara iltimas görmeniz, nispeten de olsa mümkündür.Yani bana göre daha avantajlısınız. Öyleyse neden bekliyorsunuz?
Evet Can Zaimoğlu, işte bu nedenlerden dolayı benim aynalara bakacak vaktim olmadı. Ayrıca kendisinden emin olmayanın aynaya bakmasının da bir şeyi değiştirmeyeceğinin altını çizerken yazının en başında izah etmem gerekeni sonuna dip not olarak düşmeyi zorunluluk olarak görüyorum. Tartışma kültürü oluşturamadığınız gibi yönünüzü el yordamıyla tayin ettiğinizden olmalı ki; yol ve yöntemde bilmiyorsunuz. Bu zamana kadar bilmiyor olabilirsiniz fakat bu yazıyla birlikte öğrenmiş oluyorsunuz. Bu tür durumlarda izlenmesi gereken makul, mantıklı yol şudur; Bir şahıs- kurum hakkında yapılan haber veya eleştiride yalan, çarpıtma, karalama var ise doğrusunu kanıtlayan bir tekzip yazılır ve düzeltilmesi talep edilir. Söz konusu yazıyı yayınlayan, aynı zamanda muhatap kişinin tekzibini de yayınlamak zorundadır.
Veysel Boğatepe
Veysel Boğatepe’nin tartışma yaratan ‘Günah Keçisi’nin Teşhir İnadı’ başlıklı yazısına bu linkten ulaşabilirsiniz:
http://www.kitaptansanattan.com/kose-yazilari/gunah-kecisinin-teshir-inadi/