KÖŞE YAZILARI

Fesleğen – Ebru Önal yazdı…

Duraktaki genç kız sigaraya yeni başlamış belli ki. “Kime ne kaç yaşındayım ayol…da yine de biri görmese bari…” tedirginliği içindeki gözleri bana kendimi hatırlattı.

Bir isyan içinde ama yine de sınırları belli bir çemberin içinde kalakalmak.

Yani akıl dünyamın ve kalp dünyamın kavgasının bitmemesi.

43 yaşındayım, insan seçimleriyle yaşar diyorum. Hatta harika örnekler buluyorum benimle doğrudan veya dolaylı olarak ilgili. Televizyonda da görüyorum ve diyorum ki evet onlar yapmış ben de yapabilirim.

Bir cesaret, bir heves soyunuyorum bu işlere.

Mesela geçenlerde kalbimden ziyade mantığım dedi ki, “En zararsız uğraşın bahçe olur. Toprak tedavi eder. Ot, çiçek falan ek.”

Fakat ruhum bir türlü kabul etmiyor bu faaliyeti. Ben hep en son çare olarak görmüşüm “bahçeciliği” nedense. Çünkü hiç hevesim olmadı.

Ama madem mantık bunu öngörmüş dedim ki, o zaman hodri meydan, şu bir avuç kuru bahçeyi çiçeklerle donatayım. Sanki çok kolay bir işmiş gibi…. Tüm bilgim, “toprak-fide-saksı” üçgeni kadar. Bir de sevginin işe yaradığını duymuştum. Bu üç elementi birleştirip, sevgimi de katıp camımın içine fesleğen ektim. Bir bonsai ustasının sabrı var üzerimde. İstediği kadar sürsün, bu fesleğenler salatamda yer alacak.

Her nasılsa, sadece bir minicik bir fidani toprağa gömerek sanki o işin ustası oldum. Sorsalar fesleğenin tarihçesini, ne kadar su istediğini, ömrünü, hangi aileye ait olduğunu anlatabilirim. İnsanoğlunun haddini bilmesi çok önemli. Ama bana “maydanoz” derlerse tıkanırım. Çünkü henüz ekmedim.

Beklemeye başladım.

İçimden, sanki yıllardır keşfedilmeyi bekleyen bir sevgi bahçıvanı çıktı. Gözümün önünde, fesleğenin seri üretimine geçtiğim, gülen yüzlerle fesleğen tarlamın içinde çektirdiğim resimler var. Dünya markası olmuşum. Dedim ya insan hayal ettiği müddetçe yaşar.

Günler geçti ve birazcık sıkılmış olsam da hergün ama hergün sevgi verdim saksıma.

Ve artık şekillenmeye ve tatlı tatlı kokmaya başladığı o günler geldi.

Bu tip emek, sabır isteyen işlerde manevi destek çok önemli. Aksi halde, zaten de gönülden tutunmadığınız için terketmeye çok meyilli oluyorsunuz.

O sabah oğlum geldi ve dedi ki “aaa bunlar satılıyor niye ektin ki?”

Organik morganik diyecek oldum ama hevesim kaçıverdi.

Zaten gönlüm istememiş bahçe işini, mantık da bir yere kadar götürdü.

Hayallerimiz, düşüncelerimiz ile başlar,

Düşüncelerimiz, hayal ettiklerimizle düşer aklımıza

Düşündükçe, hayallerimizle ilgili aklımızı ikna ederiz. O zaman da aklımızdakileri yaşarız, gerçekleştiririz.

Ve zannederiz ki evren verdi.

Bütün olay yeterince güçlü hayal edebilmekte. Korkmadan, ürkmeden hayallerimize sahip çıkmakta. “Ama”lar, “keşke”ler, “nerdee”ler, korkular, mutsuzluklar hep boş.

Yolun sonuna gelip gelmediğimi bilmiyorum ama tahmin ediyorum o son noktada tutunmak isteyeceklerimiz sadece yaşadıklarımız. İsteyip de “ama”lar yüzünden yaşayamadıklarımız değil.

Mutluluk elle tutulmaz, sadece bir ruh hali. Geçer gider, gene gelir, gene gider. Mutsuzluk da öyle. En ağır dertlerin içinde, erken açan bahar çiçeklerinden mutlu olmak mümkündür veya gün batımını izlerken, bir sivrisinek yüzünden mutsuz olmak.

İşte yaşam, yönü ne olursa olsun, sadece bu anların toplamından ibaret .

Mutlu olmayı seviyorsanız, gönlünüz ile ruhunuz birbirine sahip çıksın.

Mutsuzluk favoriniz ise, umutsuzluklarınız ön planda olsun.

Ama yaşamanın en keyifli tarafı hayal kurabilmektir ve bunu da bir tek mutlu iken yapabilirsiniz.

Hayallerinizin gerçek olduğu bir hafta olsun.

Ebru Önal

Başa dön tuşu