Muhtaç olduğumuz kudret… – Erbil Karakoç yazdı…
“Kahraman görmek istiyorsanız her şeye alışan fakat açlığa alışamayan öfkeli işçilerin gözlerine bakın. Kolalı gömleklilerin gözlerinin içine değil.”
İşçi sınıfı olmadan bir edebiyat düşünülemezdi sanırım. Ya da öfkesi kında olmayan bayat bir edebiyat düşlerdik. Sonuçta dünya yerinde durdukça hayatın anlamını var eden emekte olacaktır. Emeğin kahramanları ve kahramanları anlatan yazarlarda. Ancak bundan daha önemlisi bir işçinin kendisinin, kendi gücünün farkına varmasıdır! Nedir bu güç; her gün sistemin tokadını yiyen, itilip kakılan işçi nasıl olur da kendisini böylesine horlayan sisteme aşıktır? Nasıl olur da sömürecek tek canlı bulamadığı taktirde ayakta kalamayacak (kapitalizm) sistemin kendisine muhtaç olduğunun farkına varmaz da kendisini sisteme borçlu hisseder? Bunun en temel nedeni “devlet aracının” kimlerin elinde hangi sınıfın elinde olduğu ve devlet aracının alt organlarının; yasama, yürütme, mahkemeler, eğitim sistemi, kolluk güçleri ve diğerlerinin nasıl çalıştırıldığıyla alakalıdır. Ancak yine de sistem için bu kadar araç yeterli değildir ki ruhban sınıfı yaratıp her gün yeniden yeniden berraklığını yitirmiş aydınlanamamış zihinlere hurafeler pompalamakla görevli “din adamlarını” yoksullar ordusunun başına musallat etmişlerdir.
Tüm bunlarda yetmemiştir!
Kapitalizm bir ideoloji değil içine girdiği ideolojilerin şekline bürünen bir sistemdir, bu cümlenin tamamlayıcısı olan başta liberallere baktığımızda bunu açık açık görürüz. Tarihin çöplüğü “insan haklarıyla” yola çıkan liberallerin beylik lafları ettikten sonra konformizme nasıl hizmet ettikleri ile doludur. Ya da sınıftan kopmuş sınıf teorisyenlerinin ya da sendika başkanlarının bürokratik hezeyanlarının kurbanları olduktan sonra, çelik gibi disipline olmuş bir örgütlülükten nasıl savrulduğunu görürüz. Kendisini var eden işçiyi, işçi sınıfını yarı yolda bıraktığını görürüz. Tarih bize tüm bunların çetelesini tutmuştur. Biz yine de; yüz yıllar yüz yılları kovalarken Amerika elma bahçelerinde, Avusturya çelik fabrikalarında, Türkiye maden ocaklarında yani yeryüzünün sömürülen her karış toprağında direnen yoldaşlarımızdan biliriz. Çeltik tarlalarına asılan siyah bedenlerden, pamuk tarlalarında tükenen ömürlerden sıyrılıp gelen bir tarihten ve meydan meydan 1 Mayısları örgütleyen öfkeden biliriz. Japonya da yengeç avcılarından, İtalya da kara gömleklilere karşı bir sabah uyandığında sevgilisine hoşça kal diye seslenen partizanlardan biliriz.
Büyük mücadelelerinin kimin kazandığını kimin kaybettiğini bize anlatan efsane yazarların edebiyatından okuruz. Bugün bilincimizde bir nebze olsun sınıf kırıntısı kalmışsa bunu adı konulmamış kahramanlarımızın geçmişte yürüttükleri mücadeleye borçluyuzdur.
Evet illa bir yere bakmamız gerekiyor ve bize illa kahraman lazımsa bakacağımız yer kolalı gömleklilerin pırıl pırıl takım elbiselilerin gözlerinin içi olmayacaktır. Bakmamız gereken yer her şeye alışan fakat açlığa alışamayan işçilerin öfkeli gözleridir.
Muhtaç olduğumuz kudret o öfkeli gözlerde gizlidir.
Erbil Karakoç