Otantik Bir Varoluş Hikayesi: ‘Mükemmel Günler’
Hilal Serra Toplu yazdı...

Otantik Bir Varoluş Hikayesi: ‘Mükemmel Günler’ – Hilal Serra Toplu yazdı.
“Zihnimizi, geçmişin ve geleceğin kaygılarından temizleyip, şimdiyi doğru şekilde deneyimlediğimizde, gerçek anlamda yaşamaya başlarız. Gerçekten önemli olan şey, ne olacağı değil, o anı nasıl hissettiğimizdir. Bu, bir film gibi, her an kendini yeniden yaratan bir hikayedir.”
– Alan Watts
İnsanlar, çoğunlukla toplumun dayattığı normlara uyum sağlamak için kendi bireyselliklerini yitirirler. Çevremize baktığımızda en çok “kendi” olabilen kişiler genelde (0-5 yaş grubu) çocuklardır. Henüz ailelerinin beklentilerini karşılayamayacak veya bunun bilincinde olamayacak kadar küçüklerdir. Bu dönemde içlerinden nasıl geliyorsa öyle davranarak aslında kendi benliklerinin, karakterlerinin ilk adımlarını atmış olurlar. Bu durum, yaş ilerledikçe bilinçsiz ebeveynlerin kendi hayatlarında ulaşamadığı başarıyı, duygusal olarak erişemediği pozisyonu ve yine kendi aileleri tarafından oluşturulan baskı neticesinde değişir. Ayrıca toplumun birey olma yolundaki çocuklara baskıladığı, biçtiği roller çerçevesinde gelişen ve büyüyen çocuk, yetişkinlik döneminde toplumsal bir köle olur. Ne istediğini bilmeden, kendini tanımadan, toplum ve ailesi tarafından onaylanmış bir mesleği edinip bu mesleği icra ettiği bir işte çalışarak, gecesini gündüzüne katıp, kendine modern toplumun ve kapitalizmin insanlara sunduğu mükemmel konforlu geleceği oluşturmaya çalışır.
İnsanlar bunu yaparken büyük resmi kaçırırlar. İçinde bulundukları durum neticesinde her sabah kalkıp, belirli bir rutin dahilinde, işe gidip gelip, yemek yiyip, yatıp uyuyarak neyi kaçırdıklarının bilincinde bile olmayarak adeta bir robota dönüşürler. Bu robotların şöyle trajikomik de bir çelişkileri vardır: ”İsterler ki, başlarını sokabilecekleri bir evi, bu evi paylaşabilecekleri bir eşi, bu eş ile yapabilecekleri çocukları, bu çocukları büyütecek maddi geliri, çocuklar büyüyünce eşiyle rahat edecek bir emekliliği…”
Gelecek, gelecek mi gerçekten?
Oluşturulan bu rutinler, kuyruğunu yiyen yılan misali kendini tekrar ederek çoğu zaman kişiyi bu döngü içerisine hapseder. Kişiler, artık bu rutinleri bilinçsizce tekrar eder. Ve elbet bir gün umuduyla bu şekilde renksiz hayatlarında solup giderler.
Oysa ki birey tüm bunlardan sıyrılıp, bu rutinlerin içerisinde, kendi özgün anlamını yaratabilir. Varoluşunun özünü keşfederek, toplumun dayattığı hırs ve statü kaygısı olmaksızın kendi küçük dünyasında bilinçli farkındalıkla bir anlam bulabilir. Bu anlam “an”da saklıdır. Sartre’a göre, yaşamın anlamı bireylerin seçimlerinden doğar. İnsan, seçim yaparak kendini yaratır ve bunu yaparken özgürdür. Fakat bu özgürlük aynı zamanda büyük bir sorumluluğun üstlenilmesini ister. Çünkü insan attığı her adımda kim olduğunu da seçer. Seçimler sadece şu an yapılabilir. Geçmiş artık değiştirilemez ve geleceğin belirsizliği insanın sadece şu ana odaklanmasını zorunlu kılar. Yaşamın anlamı, insanın kendi durumlarına verdiği tepkilerle ölçülür. İçinde bulunduğu zor bir durumda dahi kendi özgür seçimleriyle bu anlamı yaratabilir. Anda kalarak, hayatı o anın içinde bulunduğu varoluşunun verdiği esenlikle tadımlayabilir.
“Anların içinde, anlamlar vardır.”
Rutinler, farkındalık eşliğinde bireyin şimdiye odaklanmasına yardımcı olur. Basit eylemler, yaşamın özünü oluşturan yapı taşlarıdır.
Hirayama, sinemada ve günlük hayatta görmeye pek de alışık olmadığımız, gözlerden uzak, belki de hiç görülmeyen, görünmez bir karakterdir. Kendisinin mesleği umumi tuvalet işçiliğidir. Her gün uyandıktan sonra büyük bir özenle suladığı bitkilerini saymazsak, tek başına, dışarıdan bakıldığında küçük, derme çatma ve teknolojiden uzak, az eşyalı bir evde yaşayan orta yaşlı bir adamdır. Hayatını belirli bir düzen ve rutinler çerçevesinde idame ettirir.
Hirayama’nın bizler gibi rahat, yaylı, konforlu, üstünde zıplanılacak türde bir yatağı yoktur. Ama kendisi için oldukça idealdir. Her gün aynı saatlerde dışarıdaki temizlik işçisinin süpürge sesiyle gözlerini açar, karşı duvarın penceresinden görünen eşsiz gökyüzü ve ağaçların muhteşem ahengine tanık olur, yatağını katlar, kaldırır ve dişlerini fırçalamaya gider. Sonrasında bitkilerini sular, üzerini değiştirir, evden çıkar. Kapısının önündeki içecek otomatından kahvesini alır, arabaya biner, her gün büyük bir aşkla ve keyifle dinlediği müziklerinden birini açar ve tuvaletleri temizlemek üzere yola koyulur.
Bu mesleği yapmak onun kendi seçimidir. Onun için bu, başkasının pisliğini temizlemek değildir. Dikkatini tamamen o anki fiziksel ve zihinsel sürece yoğunlaştırarak yaptığı bir farkındalık pratiği olmakla beraber, bu iş bir mecburiyet veya aşağılık, küçük düşürücü bir görev değil, yaşamın anlamını yaratmanın bir yolu, topluma karşı bir dik duruşun resmi, yaşam felsefesinin sembolik bir metaforudur.
Her gün öğle saatlerinde aynı parkta, aynı sandviçi yiyerek, aynı ağacı izler ve fotoğrafını çeker. Ağaçlara karşı büyük bir tutkusu vardır. Öyle bizim gibi akıllı telefonu da yoktur. Eski bir fotoğraf makinesiyle çeker onları. Gölgeleri de çok sever, güneşin yansımaları ve oluşturduğu desenleri gözlerinde gördüğümüz o büyük huzurla izler. Her hafta sonu, izinli olduğu gün, çektiği fotoğrafları aynı dükkana çıkartmaya gider. Bir güzel, tertemiz yıkadığı tuvaletlerin işi bittikten sonra, her gün aynı restorana giderek aynı içeceği ve aynı yemeği yer. Sonra evin yolunu tutar. Yatmadan önce uzun uzun kitap okur. Ve uykuya dalar. Rüyaları, onun tutkularının, yaşamı sevme şeklinin bir yansımasıdır. Günlük hayatından kesitler, gölgeler ve ağaçlar iç içe geçmiştir. Sabah olur. Süpürge sesiyle uyanır…
Hirayama için yaşamın sırrı, büyük başarılarda, hedeflerde, arzularda değildir. Gündelik yaşamın sıradanlığında saklıdır. Bu sıradanlıkta oluşturduğu rutinsel eylemler aslında bir ritüeldir. Her eylemin kendine has bir varoluşu vardır. Bu varoluş süreci içerisinde Hirayama da kendi varoluşu ile, anın içinde, bedeninin ve zihninin varlığı ile, dünya ile bir bütündür. Ve bu sürecin bir daha geri gelmeyeceğinin, her günü aynı yaşıyormuş gibi görünse de bir daha bu günün kendini tekrar etmeyeceğinin bilincinde olarak böylesine karmaşık ve kaotik bir modern dünyada basitlik ona huzur ve dinginlik sağlar.
“Mutluluk, başkaları tarafından dayatılan amaçlardan değil, kendi küçük rutinlerimizde bulduğumuz anlamdan doğar.”
– Albert Camus
Perfect Days (Mükemmel Günler), Wim Wenders tarafından yönetilen, senaryosu Wenders ve Takuma Takasaki tarafından yazılan 2023 yapımı bir drama filmidir.
Sizde kendi rutinlerinizden sıkılıp, hayatınızda bir farklılık yaratarak, bir başka rutine göz atmak isterseniz; buyrun derim.
Keyifli, iyi seyirler!
Hilal Serra Toplu