KÖŞE YAZILARIVeysel Boğatepe

Sansür ve Kültürel Vandalizm – Veysel Boğatepe yazdı…

Türkiye’de sansürün geçmişi neredeyse sanat kadar eskidir. Henüz muhalif bir yayın olmamasına rağmen Osmanlı’nın 1857’de çıkarttığı “Matbuat Nizamnamesi” ile düşünceye ve ifade özgürlüğüne vurulan kelepçeler, günümüze kadar kısmen gevşetilmiş fakat tam olarak çıkartılmamıştır. Her hükümet döneminde, özellikle de dinsel bağnazlığın egemen olduğu siyasal ideolojiler, yeni yasal düzenlemelerle sanatı daima baskı altına almış“günah”, “ayıp” gibi gerekçeler göstererek suç unsuru olarak değerlendirmiş ve hatta tahrip edilmesini teşvik etmiştir. Türkiye’nin “Erken dönem”inden, “İttihat ve Terakki dönemine,“Kurtuluş Savaşı dönemi”nden, “Cumhuriyetin ilk yılları”na, “Takrir-i Sükûn dönemi”nden“Milli Matbuat dönemine, Demokrat Parti dönemi”nden 1960’lı ve 1970’li yıllara ve buradan da “1980’li ve 1990’lı yıllar”a kadar geçen süreci taradığımızda sanatın ve edebiyatın kollarına vurulan sansür kelepçesinin kısmen gevşetildiğini ama hiçbir zaman çıkartılmadığını görüyoruz. Özellikle DP ile AKP’nin sansür uygulamalarında tipik benzerlikler olduğunu, ulusal menfaatten ziyade kendi iktidarını sağlamlaştırmak için sanat ve edebiyatı sıkı bir sansür kıskacına aldıklarının altını da kalın çizgilerle çizelim.

Burada vermiş olduğum dönemsel örneklerden, sansürün keyfi bir uygulama olduğu sonucuna varmak son derece yanlış olacaktır. Çünkü tarihin sayfalarını çevirmeye başladığımızda, her konuyu veya toplumsal olayı o dönemin koşulları içerisinde değerlendirmenin kaçınılmaz olduğunu da bilmek gerekiyor. Kaldı ki; küresel işgalin kıskacındaki Türkiye’de milli ve toplumsal menfaatleri değersizleştiren, toplumu ayrıştıran, bireyleri ötekileştiren, milli ve manevi duygularını rencide eden sanat zaten başlı başına tartışılması gereken bir konudur. Kısa ve yüzeysel bir değinmeden sonra asıl üzerinde duracağım konu, toplumsal bir hastalık haline gelen Vandalizm, yani tahripçiliktir.

Vandalizm ile Dinsel Bağnazlığın Sıkı İlişkisi

IŞİD TARİHİ ESERLERHemen belirtelim ki, Vandalizm ile inançlar sisteminin birbiriyle sıkı bağlantısı vardır. Ve hatta denilebilir ki, Vandallığın çıkış noktası yine inançlar sistemidir. Örneğin; Roma İmparatorluğu “hatıraların lanetlenmesi” gibi tuhaf bir uygulama ile sevmedikleri birisinin heykelini kırıp dökerken, eski Mısır rahipleri gücü ellerine geçirdiklerinde ilk iş olarak firavunların mezarlarını tahrip etmişlerdir. Hıristiyanlığın kabulünden sonra ise Roma’da ki çoğu heykeller tahrip edilmiş, alınlarına haç işareti kazınmıştır. Vandalizm, modern zamanlar da devam ederek sembolleşmiş ve resmileşmiştir. Naziler, Yahudi sembollerini yok ederken Taliban, Buda heykellerini parçalayıp yıkmıştır. Neron, tek başına iktidar olduğunda da ilk işi, kendinden önceki tüm imparatorlara ait heykelleri yıkmak olmuştur. Dahası, Cermen soyundan gelen Slav kökenli Vandallar, 455 yılında Roma’yı komple yağmalamıştır. Özellikle Sovyetlerin çöküşünden sonra salgın bir hastalık gibi nükseden ve resmileşen Vandalizm’in en çirkin örneğini ise günümüz Ortadoğu coğrafyasında görmek mümkündür. IŞİD adındaki dinci terör örgütü, hedefine ilk olarak tarihi eserleri koymuş ve saldırılar düzenleyerek yok etmiştir. Dikkat edilecek olursa, inançlar farklı olsa da uygulamalar aynıdır ve kökü yine inançlar sistemine dayanmaktadır. Peki sosyal bilimciler Vandalizm’i nasıl tanımlıyor?

Tedavi edilebilir bir nevi hastalık olarak nitelenen Vandalizm; bilerek ve isteyerek, kişiye yada kamunun önemsediği, sahiplendiği ve kamuya ait bir malı, sanat eserini kırma, parçalama, kesme, yakıcı madde atma, boya atma yoluyla ve sonucunu bilerek zarar verme sapkınlığı olarak tanımlanıyor. Sosyal bilimciler Vandalizm’in sebeplerini, iktidarsızlık, normsuzluk, anlamsızlık, izolasyon ve kendine yabancılaşma gibi sosyal normların bozulmalarından kaynaklandığını ifade ediyor. Aynı zamanda anti-sosyal bir kişilik bozukluğu olarak tanımlanan Vandalizm’in,yapılan araştırmalar sonucunda kadınlara nazaran erkeklerde ve özellikle de gelir düzeyi düşük olanlarda daha baskın olduğu sonucuna varılmıştır.  

Sanat ile Siyasetin Savaşımı

UCUBE HEYKELYalnızca Türkiye’ye özgü bir durum değil ancak kültürel mirası koruma bakımından oldukça kötü bir sicili olan Türkiye’de sanat eserlerine yönelik saldırılar, AKP döneminde ciddi bir ivme kazanmıştır. Sanat ve sanatçıya karşı saldırılar, Tayyip Erdoğan’ın Kars’ta ki “İnsanlık Anıtı”nı ucube olarak nitelendirip, yıktırmasıyla da sınırlı değildir. Kendi hatırasını lanetleyen siyasal zihniyet, sanat kavramının içi tükürükle doldurmakla kalmamış, çanak /çömlek ve zevksizlikle itham ederek parçalamış, depolara kaldırmış, kolunu kafasını koparmış veya teşvik etmiştir. AKP’nin, toplumu dilenci ekonomisiyle dizayn etmesiyle başlayan teslim alma girişimlerine bizzat sanatçıların kendileri sanatı, siyaset ile ticaret arasında araç olarak kullanmaya başlamış, listeye günden güne yenilerinin eklenmiş ve dolayısıyla tüm sanat-edebiyat alanında çürüme, kokuşma ve yozlaşma vahim bir boyuta ulaşmıştır. Bu durum bizleri, sanat ile sanatçı kavramını yeniden sorgulamaya ve içini doldurmaya yöneltmiştir.

Evet, bir heykelin başbakan tarafından ucube” olarak nitelendirilerek heykele karşı toplu bir linç girişimi başlatılması ve nihayetinde parçalanarak yok edilmesi ise tarihimizde ne ilk’tir ne de son olacaktır. Geçmiş yıllarda da heykeller, anıtlar, sanat eserleri çeşitli bahanelerle ve bizzat siyasal iktidarlar eliyle yok edilerek ortadan kaldırılmışlardır. Fakat sanat ile siyaset arasında sürdürülen bu gizli savaşımın kaybedilmesi yada kazanılmasında  sanatçıların tavrı ve duruşu belirleyici olacaktır. Fakat yine de sanat ile siyasetin geçmişten günümüze değin süregelen savaşımında sanatın, hiçbir egemen güç karşısında özünden ödün vermeden yapısı gereği muhalefetini sürdürdüğünü de belirtmek isterim.

Kültürel Mirasın Utanç Vesikaları

muzaffer ertoran işçi heykeli
Muzaffer Ertoran & İşçi Heykeli

Türkiye’nin boynuna asılan utanç vesikalarına günden güne yenileri eklenirken geçmişte yaşanan örneklerden bazılarını hatırlatmamın yararlı olacağını umut ediyorum. Örneğin; Gürdal Duyar’ın “Güzel İstanbul adlı eseri zevksiz diye yerinden kaldırıldı. Muzaffer Ertoran’ın“İşçi adlı heykelinin önce elleri kırıldı, sonra yüzü ziftlendi. Nusret Suman’ın Saraçhane’de Belediye Sarayı’nın yanına yerleştirilen Mimar Sinan” adlı beton heykeli kayboldu. Namık Denizhan’ın Divan Oteli’nin karşısında ki yeşil alana diktiği İkimiz” adlı heykel, 12 Eylül’den sonra tahrip olduğu gerekçesiyle kaldırıldı. Mehmet Uyanık’ın, Beşiktaş’a dikilen Birlik” isimli beton heykeli, kompresör tabancasıyla yıkılarak kaldırıldı. Bihrat Mavitan’ın, Hilton Oteli’nin Harbiye’deki giriş kapısı önündeki alana yerleştirilen Yükseliş” adlı alüminyum soyut çalışması, ansızın sırra kadem bastı. Ferit Özşen’in “Yağmur isimli metal heykeli, belediye tarafından söküldü. Füsun Onur’un, Fındıklı Parkı’ndaki soyut alüminyum kompozisyonu, parkın düzenlenmesi sırasında kaldırıldı. Kamil Sonad’ın Gülhane Parkı’na yerleştirilen “Çıplak” adlı heykeli, parkın yeniden düzenlenmesi sırasında yerinden söküldü ve böylece İstanbul’un namusu kurtarılmış oldu(!).

Ayrıca Seyhun Topuz’un 4. Levent girişindeki “Adsız” heykeli, yol geçeceği gerekçesiyle yıkılırken Tamer Başoğlu’nun, tiyatro sanatçısı Bedia Muvahhit anısına yaptığı soyut heykeli, anısızın uçuverdi. Yavuz Görey’in, Maçka Taşlık Parkı’na yerleştirilen soyut heykeli de aniden ortadan kaybolarak sırra kadem bastı. Metin Haseki’nin, Gümüşsuyu Parkı’ndaki Negatif Form” adlı küresi, yerine konduktan birkaç gün sonra çalındı. Kuzgun Acar’ın, Gülhane Parkı’ndaki “Tavus” adlı metal heykeli, Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nce kaldırıldı. Halkın “93 Harbi” bildiği Osmanlı-Rus Savaşı’nı (1876-1877) kazanan Rusya’nın, Osmanlı Devleti’nin izniyle Florya Şenlikköy’de (eski Kalkıratya Köyü) yaptırdığı “Ayastefanos Rus Abidesi” de devlet büyüklerimiz tarafından, hem de törenle yıktırıldı. Bunlar sıraladıklarım,  kendi ortak kültürel mirasına karşı açılan ve gelecekte devlet eliyle kesintisiz sürdürülecek savaşın en bariz örneklerden sadece bazılarıdır (!). Bu örneklerden çıkartacağımız net sonuç, donkişotların bol olduğu ülkede yel değirmenlerinin her zaman tehlikede olduğu gerçeğidir.

Veysel Boğatepe

Ana Fotoğraf: Daniel Bethencourt

Veysel Boğatepe Kitapları

Başa dön tuşu