KÖŞE YAZILARIUlaş Karakaya

Ulaş Karakaya’dan Sunay Akın’a Son Nokta! – Ulaş Karakaya yazdı…

Sitemizin yazarlarından Ulaş Karakaya, Temmuz 2013 yılında Serenti Dergisi’nde yayınladığı ”Dondurmacı” isimli öyküsünün, ”Kafa” isimli derginin 2017 Haziran sayısında Sunay Akın imzasıyla yayınlandığını iddia etmesinin yankıları sürüyor.

Ulaş Karakaya’nın iddialarına Sunay Akın twitter adresinden cevap vermiş ve biz de kitaptansanattan.com olarak cevap hakkına saygı duyarak yine sitemizden yayınlamıştık. Bunun üzerine Ulaş Karakaya, son noktayı koymak adına şu yazıyı kaleme aldı ve hukuki haklarını arayacağını belirterek tüm tartışmalara son noktayı koydu:

En tepeye çıkıyorsun. Kendinden başka kimseyi göremez oluyorsun. Artık okumak, araştırmak, üretmek sana göre değil. Aşağıda bulunan asistanlarına emir veriyorsun. Onlar sana oradan buradan aşırdıkları bilgileri asist yapıyor. Sende bunları topluma, kendine aitmiş gibi yedirmeye kalkıyorsun, yani boş kaleye gol atmak istiyorsun.

Ama sıradan bir adam ortaya çıkıyor ve emeğini çaldığını söylüyor. Seni bir nevi öykü hırsızlığı ile suçluyor. Sen önce hücuma geçiyorsun, bakıyorsun karşı taraf atak üstüne atak yapıyor; topu kenarlarda dolaştırıyorsun. Adam seni suçlamaya devam ediyor.

Arkadaşı sana ‘dava et bu adamı’ diyor sen ”Değmez” diyorsun.
Arkadaşları ‘bir açıklama yapın özür dileyin’ diyor. Sen ”Değmez” diyorsun.

Değer mi değmez mi göreceğiz.
Şimdi dinle anlatayım sana bir bir hepsini…

27 Aralık 2011 günü Giresunspor tesislerinde kongre günüydü. Giresunspor başkanlığına Ferhat Abidinoğlu‘nun seçildiği kongre. Ben de o dönem ”Giresunspor Belgeseli” üzerine çalıştığım için kongreyi izlemek istedim. Orada taraftar derneği başkanı olan arkadaşım Yalçın Şirin, beni eski bir futbolcu abimizle tanıştırdı. Eski futbolculara hayran olan benim için bu çok güzel bir andı. Belgeselci olduğumuzu söyledik. Orhan abimiz bize yardımcı olmak bağlamında devam eden sohbetimizde benimle çok ufak bir anektod paylaştı.

”Deniz Kuvvetleri ile şöhretler karması maç yapacaktı. Bizde de kaleci yoktu. Amatör kalecilik yapan ve o dönemler dondurmacılık yapan Fevziyi çağırdık. Kaleye o geçti. Karşı tarafta şöhretlerden Metin Oktay vardı.”

Başkalarının çok umursamayacağı bu kısa cümleler benim zihnimde şimşekleri çaktırmıştı.

Şimdi bu bir hikaye değildir. Detaydır. Hikayeci bu detayı yakalayan ve düş gücüyle geliştiren ve kurgulayandır. Yani benimdir.

Bu bilgiler dışında yazılan kısım hepsi benim uydurmamdır. Şok !

Bilirsiniz ki (!), artık sanmıyorum bildiğinizi ama bir hikayeci okuyucusunu olay örgüsünün içine çekmek için bunu yapar. Bunu da sizden iyi olmasın fena yapmam hani!

Kaleci Fevzi’nin ikna olmaması ile yazdıklarım ve sizin benim yazdıklarımı gerçekmiş gibi anlamanız ve inanmanız tam bir fiyaskodur.

Dondurmacıyı ikna etmek için karşı tarafta Metin Oktay var demeleri ve sizin bunu gerçekmiş gibi yazmanız ve hala yaşandığını iddia etmeniz fiyaskonun devamıdır!
Böyle bir şey yaşanmamıştır. Bunu öykücü yani ben uydurmuşumdur. Şok!

‘Metin Oktay’ın çatala giden şutunu Newton’un yer çekimine karşı durarak çıkardı ve herkes şaşkınlık ile izledi.’ diyerek yazdığım yine benim hayal gücümdür.

Sizin geriye kalan son utanma kırıtınlarınızdan olsa gerek birazcık değiştirip dergiye aynen şöyle yazdığınız:

”Metin Oktay’ın ceza alanı üstünden çektiği şut doksana giderken, tarihte kalabalık halinde insanlardan yükselen en kuvvetli şaşırma sesi duyulur, tribünlerden… ”

Yok be abi böyle bir şey olmadı…Yani ben öyle söyledim; sen de inandın. Sadece bu!
Bu köşeden top çıkarma yalanı öykünün sonuna bir bağlantı içindi. Bak oraya gelince anlatacağım…
O gün belki maçı izleyen bile yoktu. Önemsiz bir maç çünkü… Burada gülümseme işareti var.

”Metin Oktay boynuna sarılır ve tebrik eder dondurmacıyı.” yazmışım.

Sen beni bir aşama atlamışsın. Hızını alamayacaksın ya ”Metin Oktay boynuna sarılarak hayranlığını dile getirir.”

Yok be abi yine böyle bir şey olmadı. Ben uydurdum onları…

Ailesi biliyor demişsin… Ailesi bunların hepsini benim yazdığımı pardon uydurduğumu öyküden öğrendiler. Bilmiyorlardı. Ailesi ile tanışmam zaten bu öykü nedeniyledir.

Bir bayram günü beni sahildeki evlerine davet ettiklerinde dergiyi hediye ettiğim zaman konuştuklarımızı ve teşekkürlerini hatırlayacaklardır!

Yazı sosyal medyada çıktığı zaman kızının ifadesi aynen şu şekildedir.

Ebru Serban Karayel ”Sayın Ulaş Karakaya, öykünüzü okudum, çok duygulandım.”

Ulaş Karakaya ve Kaleci Fevzi’nin kızının yazışmaları-1
Ulaş Karakaya ve Kaleci Fevzi’nin kızının yazışmaları-2

Öykünüz ne demektir ?

Sosyal ağda dediğiniz gibi ailede bu öyküyle ilgili alabileceğiniz belge yoktur. Selim Edes’in ‘rüşvetin belgesi mi olur?’ dediği gibi ‘hikayenin belgesi mi olur?’ sorusu yerindedir. Size verilen sadece fotoğraflardır.

Atatürk’ün karga kovalaması hikayesi ile örneklemeniz ve kendinizi bu durumdan sıyırmaya çalışmanız sizin çaresizliğinizdir.

Şimdi pişkinliği ileri taşıyıp ”Kayganiç’i de yazacağım ona bakalım kim itiraz edecek.” yollu twitler atıp yeni bir intihale doğru yol yaparken yaptıklarınız pot üstüne pot kırmaktan ziyade freni boşalmış bir kamyonun yokuş aşağı gitmesidir.

Benim öykümün ikili bir kurgu olduğunu ve birinde Fevzi’yi diğerinde Kayganiç’i anlattığımı ve onların hayatlarını kale direğinde buluşturduğumu öyküyü okuyan herkes bilir.

Kayganiç ile elde ettiğim bilgilerim arşiv araştırmalarım sayesindedir. İkisinin hayatlarını birleştiren ve kesiştiren yine benim yaratacılığımdan başka bir şey değildir.

Hani ben yazdım ve sen yedin ya çataldan topu çıkarmasını işte onu hikayenin sonuna şöyle bağlamak için yazdıydım; Fevzi penaltıyı atıyor ve Kayganiç penaltıyı uzanıp köşeden kurtarıyor ya, Kayganiç bu maç sonrası elim bir kazada ölünce iki kalecinin kaderlerini kesiştiği yer iki direğin birleştiği yerdir demek içindi o kurtarış hikayesi. Burada göz kırpması var..

Kurgu benim yaptığımdır deyip de küçük dağları ben yarattım diyerek yükseklerde süzülüyorsun ya hayır yanlışın var kurgu budur.

Ve yazar o kadar gerçekçi ve iyi yazar ki Türkiye çapında olduğu söylenen bir yazara öyküsünü gerçekmiş gibi yedirir.
Öykünün yazarı ne yaparsa yapsın böyük yazar büyülenmiştir ve böyük yazarın iddiası hala gerçek olduğu yönündedir.

Sizinkinin adı hazıra konmaktır.
Sözde araştırmalarını twitlerinde itiraf ettiği gibi ikinci ve üçüncü şahıslara yaptıran bir yazarın hata yapması zaten kaçınılmazdır.

Öyküyü yazana sordunuz mu?
Hayır sormadık…
Neden sormadınız ??

Sizin yapmanız gereken bana yani öyküye yazan kişiye ulaşmanızdı ve benden nezaketen izin almanızdı. Kesinlikle hiçbir ücret talep etmeyeceğim gibi geri çevirmeyecek ve çok mutlu olacaktım.

Ama artık dağlarda kalan son öküzün baktığı tren kaçtı ve gitti.

Çamur atmak ile itham etmiş beni. O zat demiş. Küstahlık yapmayın demiş.

Bunun gibi sayısız veciz söz sıralamış.
Romantik hümanist maskesini hangi gösteride düşürdü acaba?

”Topluma mal olmuş bir insanın anılarını herkes yazabilir” diyor zatı şahaneleri. Evet bunda bir sorun yok, anılarını dinlersin ve yazarsın. Anılarını istersen kitap yap. İstersen sahnede anlatabilirsin. Ama benim kurguladığım bir öyküyü kenarından köşesinden iki dandik cümleyle değiştirerek yayınlayamazsın.

Şimdi hukuki tüm hakkımı kullanacağımı belirtir…

Bu haklı mücadelemde yanımda olan, paylaşan, yorum yapan, beğenen, destekleyen herkese gerçekten teşekkürü borç bilirim. Hayatımda hiç karşılaşmadığım insanlar benim için elini taşın altına soktu. Bir şeylerin mücadelesini verdi. Dayanışma ruhudur bu. Ancak yakınımda olan ve tüm yaşananları görmezden gelen ve güçlüden yana duranlar ile bu olay itibariyle ilişkim sonlanmıştır.

Sevgi ve saygılarımla..

Ulaş Karakaya

Başa dön tuşu