Uşakkapanlar – Salime Kaman yazdı…
Bil ki; yaşadıklarınla değil, yaşattıklarınla anılırsın ve unutma; ne yaşattıysan elbet bir gün onu yaşarsın.
–Lev Tolstoy
Kuzukapanlar, tepeli akbabalar, uşakkapanlar, sakallı akbabalar hiç durmadan yakalayıp yutuyor, gagalarını yeniden, yeniden daldırıyorlar doymuyorlar. Parçalar koparmaya devam ediyorlar. Çevresinde ne varsa yere çarpıyor, parçalıyor.
Kalbim ağlıyor, aklım karışık!
Bu zihinler ne zaman bu kadar karardı? Gün ağarmıyor. Ağarmakta olan tanı da karartıyorlar.
Kardeşliğin, dostluğun, sevginin, esenliğin, sıcaklığın esamesi okunmuyor. Karanlık zihinlerin ulumaya benzeyen sevinç çığlıkları uzun uzun haykırıyor her yerde.
Bu zihinlerin aydınlığa kavuşmaları, mümkün mü diye soruyorum kendime? Neden olmasın! Yüreğim ve belleğim umut arıyor. Olasılıkları düşünmeye başlıyorum. Zihinsel prangalar olmadan!
Her yeni anın değişim içerebileceğine inanıyorum. İnançlarım kör değil. Umutlanıyorum.
Yüreğim ve belleğim yine umutlarla doluyor.
Yaşananların baskısı o denli zorlayıcı ki, umutlar sonunda mutlu bir dönemi hayalinde üretmeye başlıyor. Umut gerçeğin değişmesinde saklı, ama umudu besleyen şey artık içinde yaşanılan gerçek değil.
Hayallerim yine cesaretle konuşmaya başladı. Umut ışıklarım her yanımı kapladı. Birazda duygusal tedirginliklerim var tabii! Başka yapacak şeyim olmadığını da biliyorum.
Barışı normal sayan, kişisel bütünlük içinde olan zihniyetlerin egemen olacağı bir dünya umut ediyorum, dur durak tanımadan.
İnsanların birbirine muhtaç olduğu bir dünya değil, birlikte yürüyebileceği bir dünyada korkmadan cesaretle sorumluluklarını yüklenebileceği, bilinmeyeni bilinir kılma çabası içinde olacağı bir dünya.
Toplumlar artık yüzüne üflenen havada nefes almaktan bunaldı. Gerçeğe saygı gösteren bir gelecek yaratmayı umut ediyor. Bu da cesaret ve irade istiyor. Bedenen, aklen, ruhen kendini geliştirmeye olanak sağlamak, hatta adamak kaçınılmaz oldu hepimiz için. Herkes kendini bir duruş içinde görmedikçe kendi olamayacaktır biliyorum. Bu duruş gelecekte yaratmak istenen bir olanağa kendini adamakla olur. Yoksa etrafımıza örülmüş ağların bir gün geçeceğini zannedip beklemekle değil. Yaşananların baskısı o denli zorlayıcıdır ki, sonunda mutlu dönemler hayallerde bile yaşatılamaz. İnsanın bütünlüğü kaybolur. İlişkiler yok olur. Gözlemleyen bilinçler kaybolurken, kişinin kendiyle ilişkisi de kopar. En tehlikeli olan da bu değil mi? Kişinin kendisiyle kurduğu ilişkinin kopması.
Bir başka yanım, ‘bütünsel düşünce sistemim’ diyor ki, ortada herkesin bildiği bir sorun var ve artık içinden çıkılmaz hale geldi. Hukuki eşitsizliklerle, sosyo-ekonomik uçurumlarla baş etmek her geçen gün zorlaşıyor.
Çözüm nedir? Bilmiyorum. Emeğinden başka sunacak bir şeyleri olmayan insanlar, üstesinden gelinemeyen çok büyük boyutlardaki toplumu etkileyen bu sorunlar için, debelenip duruyor, çaresizce.
İnsan, ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebiliyor. Gerçeği sadece gözler göremez.
Toplamda sahip olunan değerlerin yok oluşuyla, oluşan çirkin etkileri dikkate almadan yaşamak, sağlıklı bir yaşam mıdır?
Değerlerimize sahip çıkmak zorundayız. Bu da bilgiyle olur ancak. Bilgiye ulaşmanın en temel yolu okumak! Öğrenmek için, düşünmek için, kıyaslamak için okumalıyız.
Francis Bacon’ın dediği gibi; ‘Yalanlamak ve reddetmek için okuma! İnanmak ve her şeyi kabullenmek için de okuma! Konuşmak ve nutuk çekmek için de okuma! Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku!’
Her yeni doğan çocuk dünyanın yeni bir bireyi olarak doğuyor. Doğan Cüceloğlu “SAVAŞÇI” kitabında; “Özdeşim ve çelişki yasasına uyulmayan ortamlarda, farkına varılmadan çocuğun zihinsel kanatları ve zihinsel ayakları koparılmaya başlanır. Zihinsel kanatları ve zihinsel ayakları koparılan çocuk gelişemez; insan olma muhteşemliğini gerçekleştiremez” diye harika bir yorumda bulunur.
Bugün çocukların bilimden uzaklaşması için bir kısım eğitim kesimi ile gelişmeleri engellenerek kanatları ayakları koparılmıyor mu? Potansiyelleri budanmıyor mu?
Ne acı değil mi? Bugün yine bunları düşünmek bağrımda çoğalan bu sızıları coşturuyor acılarımı artıyor.
Köpük saçan ağızlar, öfke dolu gözler ölümcül yaralar açmaktan öyle mutlular ki! Yıkımların içinde bulunmaktan, sevinç çığlıkları eşliğinde oluşturdukları tehditkar tavırlarıyla masumiyetleri öldürmekten zevk alan aç gözlüler. Çevresinde ne varsa yere çarpıyor, parçalıyor tıpkı akbabaların kanat çırpması gibi?
Artık tüm insanlar, üzerine güneş doğsun istiyor. Küçük, bilgisiz, cahil insanların büyük gölgeler oluşturmasına izin vermeyen bir dünyada, yaşamak istiyor. Bu insanların, en doğal hakkı.
Halbuki şu an etraf, sayıları her geçen gün artan, ehlileştirdiği, kötüye kullanıp avladığı ve keserek yediği o hayvan öfkesi yeşermiş insanlarla doldu. İçlerinde uyuklayan nefret, kaplamış benliklerini. Ağlayan insan yumakları sindirilmiş, içine kapamış ve sessizce ağlamaya devam ediyorlar, kaderine razı. Tüm ilişkilerini, kendisiyle olan ilişkisini bile kesmiş. Halbuki en önemli ilişki insanın kendisiyle olan ilişkisidir. Bütün ilişkilerin temeli, insanın kendisiyle olan ilişkisine bağlıdır. Kişisel bütünlüğünü kaybeden insan, kendini kaybeder. Yavaş yavaş kayboluyorlar.
Nereye gidiyoruz?
Sadece gidiyoruz, peki nereye gittiğimizi biliyor muyuz? Cevap, biz olmak!
Biz olursak her zaman nereye gittiğimizi biliriz.
Yazımı; Doğan Cüceloğlu’nun, ‘SAVAŞÇI’ kitabındaki yorumu ile bitirmek istiyorum:
‘Kişisel bütünlük, geleceği yaratmanın en önemli öğesidir.’ ve ‘Tüm evrenle ‘biz’ bilinci içinde ilişki kurabiliriz.’
Salime Kaman
Ressam- Sanat Eleştirmeni
Arkansas 2020