Bilinçdışı, Soyut Sanat Ne Kadar Bilinçdışıdır? – Mustafa Günen yazdı…
Önceki yazımın sonunda bilinçdışı ve onun sanatla ilişkisi konusuna değinmiştim. Birçok sanatçı, eleştirmen ve sanat kuramcıları bilinçdışı resim yapmayı yüceltmiş ve uygulamışlar. Nesnelerin tesadüfi, rastlantısal olduğu yargısıyla yola çıkan sanatçılar, konu tasarlamadan veya rastgele sallama, serpme gibi yöntemlerle yapıtlar oluşturmuşlar, soyut sanat kategorisinde sunmuşlardır. Ancak bugün bilimin ulaştığı noktaya göre sanat insanlarının bilinçdışı konusundaki değerlendirmeleri ve yorumları çok hatalıdır.
Sanatçılara göre bilinçdışı: “Ne yapacağına ilişkin önceden bir karar vermeden, tasarlamadan, o anda, rastlantısal olarak yapmak” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanım yanlış veya en azından çok eksik bir tanımlamadır. Onun için sanatçılar hem “bilinçdışı” hem de “nesnelerin tesadüfî ve rastlantısal olduğu” gibi varlık izahlarında yetersiz kalmışlardır. Maalesef bazı deha seviyesindeki sanatçılar bile tutarsız sonuçlara tekabül eden yorumlar yapmışlardır Ne yazık ki bu argümanlar günümüzde de birçok sanatçı tarafından da kullanılmaktadır. Onun için bu konunun irdelenmesi gerekir diye düşünüyorum. Şimdi bahsettiğim bu büyük sanatçılardan yine Picasso’nun ifadesiyle bilinçdışı resim konusuna başlayayım:
“Ben başkalarının adına görürüm. Başka bir deyişle, bana kendisini zorla kabul ettiren görüntüleri tuvale geçiririm. Tuvale ne koyacağımı önceden bilmem, hangi renkleri kullanacağıma ise hiç karar veremem. Çalışırken, tuvalde neyin resmini yaptığımın hiç farkında değilimdir. Yeni bir resme her başlayışımda kendimi boşluğa atıyormuş gibi bir duyguya kapılırım. Ayaklarımın üstüne düşüp düşmeyeceğimi hiçbir zaman bilemem. Yaptığım şeyin etkisini değerlendirmeye ancak daha sonra başlayabilirim” Picasso on Art: A Selection of Views. Dore Ashton
Picasso bu paragrafında basit olarak resim yaparken neler hissettiğini açıklıyor. Hiçbir bilinçli müdahalesi olmadığını belirtiyor. Yani tümüyle bilinçdışına bağlıyor. Eğer Picasso bu ifadesine yalnızca “Tuvale ne koyacağımı önceden bilmem, hangi renkleri kullanacağıma ise hiç karar veremem, neyin resmini yaptığımın hiç farkında değilimdir” şeklide başlamış olsaydı kendi egosuyla, kendi zihin yapısıyla sınırlanmış, kişisel bir durum olurdu. Bu da pozitivist bir yaklaşım olurdu. Yani Picasso’nun yapıtı arkasındaki gerçek, tümüyle biyolojik, sebep sonuç ilişkisi içerisinde oluşan psikanalitik sonuçlara dayanırdı. Tabi bu da kişisel bir durum olurdu.
Ancak durum hiç de öyle değil. Çünkü Picasso, açıklamasına “Ben başkalarının adına görürüm. Başka bir deyişle, bana kendisini zorla kabul ettiren görüntüleri tuvale geçiririm” ifadesiyle başlıyor. Bunun iki anlamı var. Birincisi, eserin yapımında kendi zihninin değil başka bir iradenin hüküm ve kontrolünde hareket ettiğini belirtiyor. Bu da şu demektir, eğer telefon ya da bir başka yöntemle birinden talimat almıyorsa metafizik bir iradenin yönlendirmesine bağlıyor demektir.
Diğer açıklama ise, psikolojik bir durumdur. Özellikle yaratıcılık yönü yüksek olan sanatçılar ve bilim adamlarında yaygın görülen ‘şizofreni’ olabilir. Şizofreni hastalığın tanımlanmasında önemli bir bilim adamı olan Alman Psikiyatrist Kurt Schneider bu konuda Schneider sanrıları adını verdiği şizofreniye özgü tespitler yapmış ve onları kümelendirmiştir. Şimdi oradan iki madde vererek konuya devam edeyim.
Bedensel edilgenlik : Vücuduna, dışarıdaki bir gücün yardımıyla çeşitli hareketlerin yaptırıldığını sanma durumu.
Düşünme sokulması: Başkalarının onu kafasına düşüncelerini sokarak, davranışlarını kontrol ettiklerine inanma durumları.
Görüldüğü gibi verdiğim iki Schneider sanrıları maddesi Picasso’nun açıklamalarına neredeyse tıpatıp uyuyor. Ancak elbette ki ben onun tanımlamasının arkasında kesinlikle bu psikolojik durumun olmadığını düşünüyorum. Zira bunun böyle olduğu yine Picasso’nun başka ifadesinden anlaşılıyor:
“Sanatta ilginç olan ne varsa en başta olur. Başlangıcı geçtiniz mi sona varmış sayılırsınız” A.e. Dikkat ettiyseniz Picasso bu cümlesinde eserin, kompozisyonun konusundan bahsetmemiştir. Sanatta diyerek genellemiştir. Eğer sanatta herhangi bir konu, tasarım yoksa rastlantısal, bilinçdışı yöntemle üretmeyi kast etmiştir.
Gelelim benim bu yorumdaki dikkat çekmek istediğim duruma; “sanatta ilginç olan ne varsa başlangıçta olur” ifadesi, yukarıdaki tasarlamadan, ne yaptığını bilmeden, bilinçdışı bir şekilde yaptığı yorumuyla çelişiyor. Zira “başlangıcı geçtiniz mi sona varmış sayılırsınız” ifadesi eserin bir tasarısı var anlamıdır. Çünkü Picasso “başında ne yaptıysanız eser odur ve bitmiştir” deyip ifadesini sonlandırmıyor. “Başlangıcı geçtiniz mi sona varmış sayılırsınız.” Diye devam ediyor. Bu ikinci cümle eserin yapım sürecinin devam ettiğini ifade ediyor. Buna göre sanatta ilginçliğin en başında olacağını belirtmek rastlantısal, bilinçdışı üretimle çelişiyor. Çünkü en başında demek eserin yapılış aşamalarının ilk bölümdür. Eğer bir tasarım bir karar yoksa bilinçdışı üretim aşamalarının herhangi bir yerinde, yani başında, sonunda ya da ortasında bir yerde ilginçlik sağlanabilir. Bunu bilemezsiniz. Kısaca yapıta önem katacak, eser olarak değerlendirilecek ilginçliğin başında ya da hangi aşamasında olacağı belli olamaz. Dolayısıyla eğer ilginç olan ne varsa başında olur diye başlangıç aşamasını belirtiyorsanız, o zaman kabaca da olsa ne yapacağınıza ilişkin bir tasarımdan, bir karardan bahsediyorsunuz demektir. Bu da yukarıda ki izahıyla çelişiktir.
Kaldı ki bir başka önemli gerçek daha var; Rastlantısal yöntemi, sanatın olmazsa olmazı olan yaratıcılıkla da bir araya gelemez. Yaratıcılık, kelime anlamı itibariyle bilinçli bilgi ile müdahale demektir. Bilgiye dayalı, tasarıyla yön vererek yeni bir şey ortaya koymaktır. Eğer bilinçli tasarıya dayalı bir kontrol yoksa o üretim yaratıcılığa girmez. Bu yüzden yaratıcılığın olmaması bilinçdışı üretimler için tartışma yaratır. Çünkü bilinçdışı yapılan resimlerde eğer bilinçli müdahale, kararı gerekmiyorsa o zaman bilinçdışının yaptığı bir eserde sanatçıya da ihtiyaç yoktur. Zira bilinçdışı için ait olduğu insanın sanatçı olup olmaması değil, yalnızca elleri ve gözleri olması yeterlidir. Bu durumda dünyadaki tüm insanlar bilinç dışına sahip olduğuna göre, öyleyse yedi milyar insan bilinçdışı yöntemle sanat eseri yapabilir gibi bir sonuç ortaya çıkar. Bu da sanat için sorundur.
Burada Picasso’nun bir sanat dehası olduğunu tekrarlayayım. Ancak bütün disiplinlerdeki dâhiler gibi Picasso da sanatçı zihin yapısından dolayı ifadelerindeki anlamları abartabilir. Bu onun hakkıdır ve normaldir. Normal olmayan bu yapıdaki insanların her fikrini denetim dışında tutarak sanatsal önerme, dahası sanat kıstası halinde tanımlanmasıdır. Benim yorumlarım, eleştirilerim bu çerçevededir.
Aslına bakarsanız Picasso’nun döneminden sonra nörobilim son birkaç on yılda bilinçdışı konusunda devrim niteliğinde gerçeklere ulaştı. Dolayısıyla o kendi döneminin bilinçdışı kabullerine uygun yorumlar yapmış olabilir. Ancak bugün beyinle ilgili bulgular, gerçekler çok değişti. Bunlardan birkaç bilgi aktarayım:
“Bilinç durumumuz beynin etkinliklerinin yalnızca çok az bir bölümüne bağlıdır. Eylemlerimiz, inançlarımız ve eğilimlerimiz beynimizin bilinçli erişime tümüyle kapalı ağlar, yani bilinçdışı tarafından yönetilir” David Eagleman Beyin senin hikayen s87
“Bilinçli zihin beynin etkinliklerinin merkezinde değildir tam aksi kıyıda köşede etkinliğin ancak fısıltılarını duyabilecek kadar uzak konuma yerleşmiş durumdadır”. Eagleman A.e.
Görüldüğü gibi bilinçdışı, genel olarak sanatçıların öne sürdüğü tanımlamalar gibi değildi. Eagleman ve daha birçok nörobilimciye göre insanın düşünce, inanç, yönelim, davranışları ve günlük yaşamımızın neredeyse tamamı bilinçdışı tarafından yönetilmektedir.
Konumuza dönersek rastgele bilinçsizce ya da bilincin kontrolü dışında akışa bırakmak suretiyle yapılan çalışmalar bilinçdışının işlem tarzına uymaz. Bilinçdışı, siz bir fincan kahveyi alırken bile duruma göre nöronlar kendi aralarında binlerce, on binlerce bilgi alış verişi içerisinde bulunurlar. Hareketle ilgili şemalar oluşturarak kaslara, eklemlere, komutlar vererek eylemi gerçekleştirir. Siz sohbetinize devam ederken bu işi saniyenin üçte biri, dörtte biri gibi bir sürede yapar. Siz asla farkında olamazsınız. Görüldüğü gibi bilinçdışı dünyada işler çok farklı oluşur. Bu konuya gelecek bölümde enteresan ayrıntılarıyla devam edeceğim.
Şimdi yukarıda sanatçılara dayanak olduğunu söylediğim nesnelerin tesadüfi, rastlantısal olduğu konusuna da birkaç cümle ile değineyim:
Isaac Newton’un klasik evren izahı yirminci yüzyılın başlarında yerini Bigbang olarak bilinen standart modele bırakmak zorunda kalmıştır. Kuantum fiziğinin yoğun tartışmalarında Alman fizikçi Werner Heisenberg’in 1925’te maddenin en küçük parçacığının konum ve hızının hiçbir zaman istenilen kesinlikte belirlenemeyeceğini söyleyerek Belirsizlik Kuramını deklare etmiştir. Albert Einstein da 1905’te Görelilik Kuramında, uzay ve zamanın mutlak olmadığı düşüncesini ortaya koymuştur. Buna benzer bilimsel teoriler bize var oluşta belirsizliği sunmuştur. Buradaki “belirsizlik” sonuçlara ulaşmada bir yetersizlik değil, sistemin de bu teoriler doğrultusunda bir olgu olduğu uzun tartışmalar sonunda kabul edilmiştir. İşte evrenin oluşma sırasında atom altı parçacıklardaki bu belirsizlik, bu değişken, göreceli dış dünya olayları tüm insanları olduğu gibi sanatçıları da etkilemiştir. Nesnelerin oluşumunda keyfilik, tesadüfiliğin hakim olduğu değişken yapılanma olduğu fikrine inanılmıştır. Dolayısıyla nesneleri temel, güvenilir bir yapıda yani matematiğin uzamsal alanı olan geometrik biçimlere indirgenerek çizmeye yönelmişler.
Geometrik biçimler düşüncesi ilk olarak Cezanne’nin Emile Bernard’a yazdığı bir mektupta dile getirilmiştir. Ne var ki bu konuda da abartı ve yanılgılar oluşmuştur. Tabi bu yanılgılar modern sanat, özellikle soyut resimde sıkıntılara sebep olmuş ve olmaktadır. Modern, soyut resim, resim sanatının ideali, üst değeridir. Çoklu konularda bilgi ve hakimiyet gerektirir. Basitleştirmeyle ben yaptım mı olur düşünceleriyle bağdaşmaz. Gelecek bölümde devam edeceğim.
Mustafa Günen