Bülent BakanKÖŞE YAZILARI

Bir Kuşak Tek Yol – Bülent Bakan yazdı…

Bu yazının post modern yeni nesil kolonyal Çin işi seramikler ile ilgili olduğunu düşünüyorsanız ters köşe oldunuz demektir. Bakalım bu yazı bizi nerelerde dolaştıracak. Son yarım yüzyıl çakışmaların, çekişmelerin ve çatışmaların hiç ara vermediği bir dönem oldu. Ben çakışmaları ve de çelişkileri çok severim; çekişme ve çatışma için aynı olumlu düşüncede olmadım hiç.

Çakışma deyince ilk aklıma gelen Sadun Boro olur genelde. Efsane seyahati kürenin en değerli deniz deneyimlerinden bir tanesidir. Kendi elleriyle ve Oda Boro’nun elleriyle yaptığı teknesiyle çıkmıştır deniz deneyimine(maiden voyage). Bir kere zamanlaması inanılmazdır. Kürenin el değmemiş güzelliklerini son gören birkaç kişiden biri olmuştur. Bir masal kadar değişken ve sürprizlidir. Kürenin son yamyamlarından eski nesil korsanlarına yok yoktur. ‘Viya Böyle’ kitabının her satırı bir gerilim romanı ile macera filmi arasında gidip gelir. Sadun Boro ile eş zamanlı olarak kürenin etrafını dolaşan 17 yaşında bir denizcinin maceralarını yine nefesimi tutarak takip etmiştim. Seyahat esnasında boyu sıçrama yaptığından teknesini büyütmek zorunda kalmıştı. Bunun için de adalarda inşaat işlerinde çalışmış ve gerekli parayı öyle denkleştirebilmişti. Bu iki seyahatte de fotoğraflar inanılmaz idi. Sadun Boro bir gazetede; 17 yaşındaki genç ise National Geographics’te yayınlanan yazı dizilerinde bu seyahatleri ve o günlerdeki okyanusu ölümsüzleştirmiş idi. Onların elinde birer fotoğraf makinesi vardı.

On yıl önce Ernesto Che Guavera, motorsikleti ile Güney Amerika seyahatine çıktığında elinde astım ilacı vardı. Bir de fotoğraf makinesi. Doktor Ernesto, bugünün küresinde elmas değerinde bir insan olarak insanlığın hizmetinde milyonların hayatta kalmasını sağlayabilirdi. Elindeki fotoğraf makinesini bırakmasa belki çok daha fazlasını yapabilirdi. Oysa sadece Batista’nın elinde mahsur kamış bir ada dolusu insana yardım edebildi. Sonrasında bir medya ikonu olarak yaşamaya devam edecektir.

Sadun Boro’nun seyahatinden sonra bir Brezilyalı seyahatlerini onlarca yıl boyunca sürdürdü. Elinden kamerasını bırakmadı; Sebastião Ribeiro Salgado. 68 kuşağından bir ekonomist olarak Paris’teki öğrenciliğinde başladığı fotoğrafa sonrasında özellikle Afrika kıtası başta olmak üzere kürenin her yerinde devam etti. Birden çok kıtanın insanlarının kaderini etkiledi. Açlık, kölelik, ve şiddeti en sert şekilde insanların gözüne soktu. Bir farkındalık oluştu. Yardımların sayısı ve niteliği arttı. Bu sayede hayatta kalmayı başaranların sayısını bilmek olanaksız.

Bir fotoğraf makinası inanılmaz şeyler yapabiliyor. Sanat bu anlamda güzel ile özel olanı bir araya getirebildiğini göstermiştir. Keşke bu kadar kolay olabilseydi. Salgado, uzun yıllar sanatın mutfağında çalışırken oryantalizm virüsüne çok yüksek düzeyden maruz kaldığından rahatsızlanacaktır. İlk çektiği seri olan altın madencileri de dâhil olmak üzere çektiği fotoğraflar sıkı birer oryantalist bakışa sahiptir. Ezelden beridir batı sanat merkezlerindeki izleyici kendini ötekileştirdiği bu sanat eserlerine tav olmayı sever. Batı ve doğu aslında buharlaşmış kavramlardır.

Sadun Bora ile eş zamanlı yola çıkan on yedi yaşındaki denizci California’dan Mariana Çukuru’na doğru yola çıktığında San Diego doğusunda kalmıştı. Hangi Doğu, Nerede Batı diye sormak gerekir. İnsan öyküleri ve insan hammaddesi istisnasız kürenin her noktasında ortaktır. Uygar dediğinizde de uygar insanın elindeki Winchester’e dikkat etmek gerekir. Bir anda uygar insanın Pangea devrinden kalma bir dinozora dönüştüğünü görürseniz şaşırmayın. Riberio’nun izleklerinden empati kuranların çok azı kürenin bu görece gelişmemiş ama mutlu noktalarına sağlıklı bir ilgi gösterir.

Fotoğraf makinesinin girdiği hiçbir nokta iflah olmamıştır. Bir fotoğraf karesinin peşinden bölgeye gelen altın, gümüş, elmas ve dinozor kanı avcıları kürenin bu çelimsiz noktalarını delik deşik etmiş ve sonunda kürenin dengesini kaybetmesine neden olmuştur. Sebastião Ribeiro Salgado, mavi bilyenin her noktasında, her krizinde onlarca yıl yerini alırken bir yandan da ruhunun derinliklerinde kalan kirlenmemiş tek nokta bırakmamış ve en sonunda Hutuların Tutsilere, Tutsilerin Hutulara sırasıyla yaptıkları sonrasında bir de yaşlı kıtanın merkezine çok yakın bir yıkımın ortasında yer aldığında artık iflas noktasına gelmiştir. Aynı şey defalarca yaşanmıştır. Kamerayı veya kalemi elinden bırakıp son nefesini vermekte olan ceylanı aslanın ağzından kurtarma isteği bu işin en dayanılmaz ağırlıklarından biridir. Şiddete en yakından maruz kalanların yaşadıkları travma yenilir yutulur sonra da unutulur bir şey değildir. İki büyük savaş ve sonrasında yaratılan gözünün altında göz torbası var çatışmalarında böylesi milyonlarca örnek vardır. Sanki yeterince şiddet yokmuş, volkanik patlamalar, yangınlar, depremler, tayfunlar yetmiyormuş gibi gayrimenkul işine soyunan beyaz eldivenliler kürenin tek bir noktasını bile rahat bırakmamıştır. Bu davranış bozukluğunun şempanzelere ve bize dinozorlardan miras kaldığı neredeyse kesindir. Yüz seksen milyon yıl boyunca gece gündüz kesintisiz devam eden sürek avı aynen devam etmektedir. Bu sürek avının ortasında kalan Ribeiro elini deklanşöre yaklaştıramaz hale gelmiş ve ara vermiştir. Ağır yük altında kalan ruhların düzeldiği nadiren görülse de Sebastião Ribeiro Salgado bugün oğlu ile fotoğraf çekmeye devam ediyor. Benim yazım da işte burada başlıyor.

On yıllık yurtta çatış dünyada çekiş döneminden sonra Brezilyada dededen babadan kalma kurumuş, ölmüş ve çölmüş sığır çiftliğine geri döndükten sonra kürenin kaderinden farklı olmayan bu noktaya sihirli bir dokunuş yapar ailece. Böylece keyifli ve bol eylemli bir süre sonunda toprak eski dengesine ve biyo çeşitliliğine kavuşur. Orman dile gelir ve Salgado yeniden deklanşörüne kavuşur. Uzun yıllar boyunca oryantalist kirlenmeye maruz kalmış olan ruhu dinginliğe kavuşur en büyük yardımcısı olan oğlunu da yanına alıp Sibirya’nın doğusundaki topraklar gibi bölgelere geri döner. Dinozor yumurtası aramak bahanesi ile mezar kazıcı petrolcülerin, asit kusup zehir sıçan altın arayıcılarının uğramadığı noktaların fotoğraflarını çekmeye devam eder. Bu yeni seriler önceki serilerinden çok farklı bir disipline ve oryantalist olmayan bir insan bakışına ev sahipliği yapmaktadır artık.

Şimdi anladınız mı Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sonrasında toprak ile neden barıştığını. Kendi toprağını ormana çevirdikten sonra neden kürenin gelmiş geçmiş en yüce sözlerine imza attığını. Onlar bizim evlatlarımız dediğinde Anzakların yaslarını tutan anneler huzura kavuşmuştu. Kürenin en yüce gönüllü insanı arka odalarda yazılan senaryoların farkında ikinci büyük dalganın geldiğini çok önceden görmüştü. Bu eşine benzerine az rastlanır sanatçı gönüllerdeki yerini aldıktan kısa bir süre sonra başlayacaktır bu beslenme çılgınlığı şeklindeki azgınlık. Yüz seksen milyon yıllık koşturmacada bile örneği görülmeyecek bir çılgınlığa maruz kalan propagandacı John Ford kendine zor gelecektir Normandiya’da. Bir toplama kampına çıkarma yapan George Stevens ise çekim yapamaz hale gelecek ve ekibiyle sınır aşan doktorların ilk örnekleri olacaktır. Kısa küre turundan sonra artık eve dönme zamanı geldi sanırım. Artık Oğuz Atay gibi peki ‘Ne Yapmalı?’ diye sorma vakti çoktan geldi.

Atatürk Orman Çiftliği’nden kuzeye Karadeniz’e, doğu sınırına, güneyinden ve batısından Akdeniz’e bir kuşak yaratarak geçtiği her noktayı ormana çevirmek gerekiyor. O kuşaklardan yaratılacak yeni yollar ile her noktanın bir yeşil halı gibi dokunması Salgado’nun tecrübesine göre bir kuşağın hayatta iken görebileceği bir eylemdir. Kürede salgın başladıktan sonra bu konuda çalışan birçok örnek yaşanmaya başlamıştır. En güzel örnek Eyfel Kulesinin eteklerinde ortaya çıkan ormandır. Salgından sonra metal yığını bir ormana kavuşmuş ve paslarından ve metal yorgunluğundan uzaklaşacağı bir cennete kavuşmuştur.

Küre bugün yeni bir beslenme çılgınlığına yol hazırlığı yapıyor. Salgına rağmen açgözlü bir şekilde kapitalist emperyal rüyalar görmeye başlayanlar var. Atatürk Orman Kuşağı ve Atatürk Yolu tek seçenektir bu çılgınlıktan kurtulmak ve iyileşmek için. Yoksa Galaktik Emperyal Akademi’den bir terapist çağırmak gerekecek. Aşı sırası belirlemekte çektiğimiz belirsizlik gibi bir sıkıntımız da olmaz. Sıralamaya mutlu olanlardan başlarız. Küre ve kürenin kenarda mı kuşakta mu olduğu belli olmayan okyanuslardan uzak çıkmaz sokaktaki toprakları bu durumda iken ‘Mutlu Kimse Suçlu O’dur’*

Bülent Bakan

"Yazı"nın Sanat Serüveni 1 - Bülent Bakan yazdı... 2

*Nuri Kuzucan’ın Galeri X-İst Sergisi (Mart- Nisan 2008)

Fotoğraflar: Sebastião Ribeiro Salgado

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu