Bir Şairin Duruşu, Bir Şiirin Çözümlemesi – Veysel Boğatepe yazdı…
''Bazıları şiiri sevmez. Çünkü onların yaraları yoktur, yaraladıkları vardır.'' Attilâ İlhan
Şiir karşı duruştur, muhaliftir, kapsayıcı ve birleştirici güce sahiptir. Bu yüzden edebiyat işçiliği içerisinde en zor olanıdır. En zor olanıdır çünkü şiir, sayfalarca anlatılmaya çalışılan bir konuyu, bir olayı, düşünce ve eylemi tek bir dizeye veya bir şiirin bütününe sığdırma işidir. Derinliği olmayan birkaç satırı alt alta getirenin şair, getirilen şeyin ise kendi aralarında şiir kabul görmesinin de bir önemi yoktur. Sırf kendi fantezilerini alt alta sıralayarak ve kendi erotik fotoğraflarıyla şiire kenar süsü yapanlara edebiyat çevrelerince prim verilmediğinin sayısız örnekleri vardır. Kaynağını toplumsal sorunlara ve gerçekliklere dayandıramayanların, zengin bir kültür ve gelenekten beslenemeyenlerin şiir coğrafyasında yaşaması mümkün değildir. Şiirin coğrafyasına girmek için öncelikle mutfağına girip, çırak-işçi kıyafetlerini giymeniz bir ön koşuldur ki; alternatifi de yoktur.
Okurdan çok yazarın, şiirden çok şairin olması şiir üretimine bir ölçü olmadığı gibi “ben yazdım, şiir oldu” mantığı ile şiire yaklaşan popülist hastalığın doğal bir sonucudur ancak kalıcı değildir. Bunlar, edebiyat dergilerinin şair ile şiir arasında önemli bir işlevi olduğunu, en başta dünyaca kabul edilen Nâzım Hikmet’in ve daha nice şiir işçisi-emekçilerinin ilk olarak dergilere şiir göndererek sınav verdiklerini bilmezler. Bilmezler çünkü, bu zorlu sınava girecek cesaretleri ve birikimleri yoktur. İşte bu yazımızda bir şiir emekçisinin, şiiri mutfağında ve usta-çırak ilişkisi içerisinde yaşamın imbiğinden damıtan güçlü bir kalemin, şair duyarlılığından ödün vermeyen şair Hasan Hüseyin Yalvaç’ın “Tekli Sevdalarda Yorgun Yüreğim” adlı şiirinin çözümlemesini yapacağım. Yapmış olduğum bu çözümleme aynı zamanda yukarıda şair ve şiire ilişkin yapmış olduğum tespitlerin sağlaması niteliğinde olacağı gibi üzerinde en çok konuştuğumuz “şiir nedir, şair kimdir?” sorusunun yanıtına da ipucu oluşturmaktadır.
Dil duyarlılığı ve imgesel söylem
Genel anlamda, H.Hüseyin Yalvaç‘ın şiirlerine zengin bir duygu geleneği hakimdir. Sözcüklerin sıralanmasında uyum korunurken, kimi zaman duygularını direkt söylemesi, ilk bakışta zaaflık hissini uyandırsa da kendine özgü ve bilinçle geliştirdiği, yine kendine has bir üslupla beyliği, sıradanlığı, bireyciliği sürekli olarak dışlaması, gündelik olanla gündeliğin dışında duranları birleştirip, âhenkli ve inançlı akışını hiç yitirmemesi; duyguların direkt söylenmesinin zaaflıktan değil de şiirsel buluş, duygu depreştirme, dil duyarlılığı veya imgesel söyleyişten kaynaklandığını görürüz.
Örnek 1:
Anladım bir devrimcinin sevgisi
tüm insanlarda son bulur
ne kadar severse sevsin
bir devrimci tek sevdayla yok olur.
Buradan da anlaşılacağı üzere, düşünce ile söz arasında sağlam bir denge kurulmuş ve basit soyutlamalardan kaçınılmış. Duygu kesin ve kararlı sözcüklerle mısralardaki uygun yerine oturtulmuş. Her ne kadar “devrimci” sözcüğünün siyasi bir duruşu olsa da “devrimci”nin “sevda” karşısında uysallaştığını, âsi duruşunu yitirdiğini ve yumuşadığını görürüz. İki sözcüğün birbiriyle uyumlu hale getirilmesindeki en önemli etken “sevda” sözcüğünün genel anlamda veya çoğul kullanılmasına özen gösterilmesidir. Dolayısıyla sözcük seçimi, sözcüğün biçimlendirilip içerik kazandırılması mısraların gevşekliğini kurtarmaktan öte sözcüğün dize içinde yerini koruması ve eşit sesliliği kazanmasına yöneliktir.
Örnek 2:
Anladım yıldızların, balıkların sayılamayacağını
ve çocukluktan yana kavganın şairi olduğumu…
Veya;
Haklıymışsın
bireysel depremin sevdalarına uzak, yaşlı iskeletim …
evet haklıymışsın sevmemekle !
seni sevince ayrımladım artık yaşlı olduğumu…
Görüldüğü üzere düşünce ile sözü imgelerken şiir, nesnel olarak estetiğini yitirmiyor. Barış, kardeşlik, mücadele, devrim, sevda ve her insanın bir değer olduğu inancının yanı sıra gerek soyut, gerekse somut, hemen hemen tüm değerler veya öğeler yine şiirin biçem-içerik yada estetiğine uygun, bozulmadan birleşip duygu devinimlerinden geçiyor, uyum içinde birbirinin ardına dizilen dizeler nihayetinde sığınacağı o benzersiz yatağına ulaşıyor. “seni sevince ayrımladım artık yaşlı olduğumu…” dizesinde ise zaaflığın ötesinde, duygu ve düşüncenin netliğini, kesin ve bir o kadar da kararlılığı ama bununla birlikte kabullenişi de görürüz. Bu şairin içsel sorgusunun dizeye yansımış halidir ama isyan, hayıflanma yoktur.
Nesnelliğin soyut kavramlarla uyumu
H. Hüseyin Yalvaç’ın şiirlerinde, soyutlamaların ötesinde bireyciliğin, toplumsal kaygıların izlerinin sürüldüğü, yakalanan nesnelliğin soyut kavramlarla yoğrularak imgesel dengeler oluşturulduğu, biçim ve farklı bir anlam kazandığı görülür. Her ne kadar birbiriyle örtüşmeyen, uyuşmayan veya diğer bir sözcüğe göre katı ya da anlamdaş olmayan sözcükler, aynı dizeler içerisinde yerlerini bulmuş olsa da biçem ve içeriğe ters düşmemiş, ses uyumunu yitirmemiştir.
Örnek 3:
Uzun soluklu eylemlerim o yarına dönük yüzünde
ara bul beni, katıl çoğul sevdama
Burada “eylem” ile “sevda” sözcüğü birbirine tezat iki sözcüktür. Biri mücadeleyi çağrıştırırken diğeri duygu devinimi biçimindedir. “eylem” sözcüğünün bir çoğunluk teşkil ettiğini şiirin tamamında görmek mümkün ancak şiir veya dize içerisinde “sevda”ya vurgu yapmaktaki amaç “sevda” sözcüğünü tekil olmaktan çıkartıp çoğul bir eyleme dönüştürmek içindir. Farklı bir ifadeyle somutlaştıracak olursak şair burada “sevda” sözcüğüne “eylem”i de yükleyerek bir çağrı görevi yüklemiş, bu iki sözcüğü kaynaştırarak daha güçlü, anlamlı bir ifade biçimi oluşturmuştur. Dolayısıyla “eylem” ile “sevda” sözcüğü tek başına farklı anlamlar içermiş olsa da “o yarına dönük yüzünde” dizesiyle iki sözcük arasında biçem ve içerik olarak sağlam bir denge sağlanmış, nihayetinde bütünlüklü bir erime ulaşmıştır.
Sonuç olarak şiir de sağlam bir iskeletin oluşturulduğu, daha sonra da ete büründürüldüğü, bu büründürmede sözcüklerin yer yer cebelleştiğini ama mısralardaki devinimlerin ve içsel sorgulamaların bir şekilde uyum bulduğunu, bunun sonucunda sözcüklerin âhengini bozmadan, birbirini takip ettiğini görürüz.
Kuşkusuz, dili etkin kılan şair ve şiirlerdir. O halde son söz,“toplumun söz büyücüleri” olarak da kabul gören şairlerin olsun.
Veysel Boğatepe