Cemil BiçerKÖŞE YAZILARI

Çarşamba Köprüsü’nde Vurdular Beni 4 – Cemil Biçer yazdı…

Çarşamba; orta Karadenizin en büyük ve ekonomisi en dinamik kasabasıdır.
Yeşilırmak deltasının hemen başlangıcında M.Ö. 4000 yılından bu yana kullanılan bir yerleşim merkezidir. Hititlerin, Yeşilırmak kıyısında şimdiki Ordu köyü civarında Miskire adında koloni kurdukları bilinmektedir.

M.Ö. 8.yy’da yörede Amazonların yaşadığı rivayet edilmektedir. Ancak bunların İskit kadınları olma ihtimali daha yüksektir. Osmanlı Devleti yöreyi ilk kez Yıldırım Bayezıd (1389-1402) zamanında ele geçirmişler. Tarihçi Bıjışkyan Çarşamba’nın bulunduğu yerin göl olduğu ve daha sonra nehrin yatak değiştirerek denize ulaştığı bilgisini vermektedir.

Çarşamba ( ilk zamanlar söylenişi Ceharşenbe: Farsca haftanın 4.günü) günleri kurulan pazar daha sonra etrafında oluşan kasabanın ve kazanın (ilçenin) adı olacaktır. Çarşamba pazarı etrafında Hasbahçe, Kücelü, Kuştoğanlı, Sarıcalı ve Sungurlu köyleri mevcuttu. Buralar daha sonra mahalle olmuşlardır.

20.yy başlarına kadar kasabamızda Rum ve Ermeni kökenli zanaat erbabı çok sayıda insan yaşamaktaydı. Bu çalışkan ve yetenekli insanlar Çarşamba’ya ayrı bir değer ve anlam katmaktaydılar. Bu hemşehrilerimizin bilindik nedenlerle zorunlu göçe maruz bırakılmaları ve akabinde 1960 sonrası Çarşamba’nın eşrafı mütegallibe ailelerin büyük kentlere göç etmeleri ve boşalan yerlere köylülerin akın etmeleri Çarşambayı kısa zamanda büyük, başıboş bir köye dönüştürmüştür. Çarşamba 1915-1960 arasında yaşadığı bu iki toplumsal travmayı maalesef atlatamamıştır.

1826’ da Orta mahallede Rumlar tarafından iki Bedestan (kapalı çarşı) yapılmıştır.

Bu bedestanlarda saraçlık, kuyumculuk, terzilik, ayakkabıcılık, taş işçiliği, fırıncılık gibi bir çok zanaat Rum ve Ermeni ustalar öncülüğünde icra edilmekteydi. Bu zanaatlar az sayıda olsa bile devam etmektedir.

Ayrıca batı yaka mahalleleri olan Sungurlu ve Sarıcalı köylerinde yetiştirilen meyvelerden Rum ve Ermeni hemşehrilerimiz tarafından yapılan ev yapımı şarap ve araklar ayrı bir kaybolmuş damak tatlarımızdandır. Şimdi köylerde ekşimiş ayran bile bulmak sorun olmakta maalesef. Kaybolan değerler sadece insandan ibaret değil.

Çarşamba ilçe merkezi doğu yaka mezarlığı içinde yer alan Göğceli Camii Anadolu ahşap mimarisinin en güzel örneklerinden birini oluşturmaktadır. 1206 yıllarında yapıldığı tahmin edilen camiye 1335 yılında revak kısımı ilave edilmiştir.

İlçede kaynağı pek açıklık kazanamayan fakat insanların günden güne kutsallaştırdığı çok sayıda Tekke ve ziyaret yerleri vardır. Bunlar; Şeyh habil köyünde Şeyh Habil Tekkesi, Sığırtmaç köyünde Tepe Tekkesi, Salıpazarı istikametinde Yelevi Tekkesi, Beynice ve karaağaç köylerinde Yeşil tekkeler, Ahu baba köyünde Sama yıl Tekkesi, Sefalı köyünde Sarılık tekkesidir.

Ayrıca Çarşamba’nın Güneybatı istikametinde meşhur bir su değirmeni ve bu değirmenin su olukları üzerinde tescil edilmiş tarihi bir çınar ağacı vardır. Bu çınarın altında Arap Dede’nin mezarı bulunduğuna inanılmaktadır.

Arım (Çarşamba) yöresinin Osmanlı tarihindeki önemli rollerinden biri de tersane-i amirenin bazı ihtiyaçlarının buradan karşılanmasıdır. Kereste ihtiyacının karşılanması yanında en önemli fonksiyonu, kendir üretimidir.

Heterojen bir demografik özelliği vardır. Saray kaçkını ve sürgünü başıbozuk mütekayyid saraylı, Gürcüler, Çerkesler ve Osmanlı reayasının zapturap altına alınamayan ahalisinden oluşur. Bu manada nev-i şahsına münhasır bir kasabadır.

Bu girift demografi süreç içersin de birbiri ile hem hal olarak özgün bir prototip yaratmıştır. Biz buna kendi aramızda kısaca “ÇARŞAMBALI” deriz.

Çarşambalı olmak bir statü göstergesidir bizim için. Kendimize özgü bir diyalektimiz (üstdil) vardır. Dünyanın neresinde olursanız olun “neri gidisiz la dölle ?” tarzı bir söz duysanız bilin ve emin olun o Çarşambalıdır.

Genetik deformenin sonucu olsa gerek, zapt-ı rapt altına pek gelemeyiz. Bu nedenle disipline pek uyamayız. Bu anarşist ruhlu olduğumuz anlamına da gelmez. Kendi içimizde Serkisof saati gibi tıkır tıkır çalışan bir iç disiplinimiz vardır. Tıpkı kaba saba görünüşümüz altında gizlediğimiz romantik bir yanımız gibi. Sevecen, merhametli ve dost canlısı insanlarızdır.

Şövalye kültüründen gelen bir kısım ahalimiz olmasına rağmen “Düello” kültürünü içselleştiremedik. Kromozomlarımızda bulunan baskın Osmanlı-Bizans geninden olsa gerek “pusu kurmayı” pek severiz ve bu konuda oldukça mahir sayılırız.

Çarşamba günleri kurulan kasaba pazarında türkülere, destanlara konu olacak cinayetlerimiz meşhurdur.

Anıları hala kasaba kahvehanelerinde saygı ile anlatılan namlı kabadayılarımız vardır. Yağbuk NURİ, Küçük TAHSİN, Kara MUHSİN, Çörtük İSMET, Canlı NURİ, Enes KAZIM, Fetbaz BASRİ, Küçük OSMAN….Tatar Ramazan yanlarında meydancı bile olamaz ruhlarına rahmet olsun.

Gurmelerin dikkatini çekecek yemeli içmeli soframız ve tarz oluşturacak bir melbusat kültürümüz yoktur. Dedik ya nev-i şahsına münhasır bir “cins” oluştururuz bu alemde. Elazığlı urgancılardan aparttığımız “sabuk” dediğimiz bir ayakkabımız vardır. Bir de İngiliz aristokratlarından kopyalama kilot-pantolumuz ön plandadır.

Topraklarımız birinci sınıf tarım arazisidir ki Osmanlı donanması kadırgalarının en sağlam urganları ve yelken bezleri Çarşamba kendirinden, kenevirinden elde edilirdi. Tabii tohumlarından da ruha şifa cismane deva taam elde ettiğimiz de bir sosyal realite.

Sosyologlar kasabaların-kentlerin sosyo-kültürel yapısını incelerken önemli ölçüde kriminal istatistiklerden yararlanırlar.

Kasabamızın bilinen en eski dava vekili baba dostum Yusuf EDİS amcamız Çarşambanın suç-bilim analizini mizahi bir yorumla üç ana başlık altında açıklardı. Yazıhanesi önünde hasır iskemlelerde tavşan kanı çaylarını yudumlayan uzun çarşının güler yüzlü esnaflarına, Davudi sesi ile;

1-An (sınır) davası,
2-Am davası
3-Kan davası.*

Genelde Anadolu kırsalının ortak kriminal özellikleri idi bu davalar.
Hey hat…!

Bugün Çarşambanın suç istatistik grafiğine bakacak olursanız “yer yarılsa da içine girsem” utancını yaşarsınız, her türlü melanet bol miktarda var maşallah!

Ama emin olun o eski kadim suçlara artık hiç rastlanmıyor, ne an davası var artık, ne am davası, ne de kan davası. bunu bir terakki sayıp övünebilirsiniz.

Geçen yüzyılın sonlarına kadar, Çarşamba’nın sadece arnavut kaldırımlı sokakları çamurluydu. Şimdi caddelerimiz şoşe asfalt kaplı ama maalesef Çarşambalılar çamur içinde.

Cemil Biçer

*  “Çarşamba köprüsünde vurdular beni” kitabından..

Başa dön tuşu