![Çocukların Treni Filmi Üzerine 1 Çocukların Treni Filmi Üzerine](https://www.kitaptansanattan.com/wp-content/uploads/2024/12/cocuklarin-treni-film.jpeg)
Çocukların Treni Filmi Üzerine – Hilal Serra Toplu yazdı.
“Bazen gitmene izin verenler, seni yanındakilerden daha çok seviyordur.”
-Il Treno Dei Bambini (Çocukların Treni)
Bir zamanlar hepimiz çocuktuk… Dünyaya meraklı gözlerle bakan, masum hayalleri olan, insanları, çevremizde olup bitenleri anlamaya, anlamlandırmaya çalışan minik çocuklar. Kocaman bir sevgi taşırdık yüreğimizde. Hassas çocuklardık biz. Kırılgan bir kalbimiz vardı. Zamanla öğrendik güçlü olmayı da, kalbimizin etrafına duvarlar örmeyi de. Yaşadığımız her olay bize bir ders oldu. Düşe kalka öğrendik büyümeyi. Hiç fark etmemiştik aslında. Kişiliğimizi, karakterimizi, seçimlerimizi oluşturan şeylerin, tıpkı bir heykeltraş gibi bizi yontan çocukluğumuzun olduğunu.
Çocukken bize dayatılan koşullu sevgilerden onaylanma ihtiyacımızı, anne ve babamızın ebeveyni olma görevini üstlenmekten, kendi yaralarımızı saramamayı, başkalarına iyi gelmeye, iyileştirmeye çalışmayı… Tüm bunlar, bugün bizi biz yapan unsurlardı. Ancak bu süreçte, kendi ihtiyaçlarımızı göz ardı etmeyi öğrendik; sevgiyi hak etmek için bir şeyler başarmamız gerektiğini düşündük. Ve çoğu zaman, içimizdeki bu eksiklikle yüzleşemedik.
Jung diyor ki: “Dışa bakan rüya görür, içe bakan uyanır.” Bu söz, hayatın sorumluluğunu almanın ve içsel yaralarımızla yüzleşmenin önemini vurgular. Başkalarını suçlamak, travmalarımızın ve bu travmaları yaratan kişilerin gölgesine sığınmak her zaman bir kaçış yoludur. Bilinçaltımız, bizi bu şekilde korumaya çalışır. Ancak ne kadar kaçsak da, içimizde bir şeylerin eksik olduğunu hep hissederiz. İç huzurumuzu bulmanın yolu, başkalarını suçlamaktan ziyade kendi içimize bakabilmekten, geçmişimizle yüzleşebilmekten geçer.
Küçüktük, savunmasızdık elimizden bir şey gelmezdi; ne kendimizi koruyabilir ne de olanları değiştirebilirdik. Artık büyüdük ve hayatımızın sorumluluğunu alabiliriz. Eğer elimizden bir şey gelseydi hayatımızı değiştirecek büyüklükte bir karar vermemiz gerekseydi, doğru kararı verebilir miydik? Doğru ile yanlışı nasıl ayırt edebilirdik? Hep büyükler mi bizim adımıza karar verirdi?
Çocukların Treni
Amerigo’nun annesi o gün bir karar verdi. Ve Amerigo’yu o trene bindirdi. 2. Dünya Savaşı sırasında İtalya’dan geriye bombalanmış, yıkılmış, harabe evlerde; açlığın, kıtlığın hüküm sürdüğü, insanların yaşam mücadelesi verdiği, tek dertlerinin çocuklarının iyi olabilmesi ve sadece gün sonunu tok bir karınla bitirebilmek olduğu o yerde, güney İtalya’da Napoli’de, Antonietta ve tek hazinesi, biricik varlığı Amerigo, yaşama tutunmaya çalışıyordu.
İtalya’nın kuzeyi, savaştan daha az etkilenen kısım olarak, güneydeki çocuklara yardım amaçlı geçici yuva projeleriyle daha yaşanılabilir bir hayat sunmayı vadetmişti. Savaşın zorlu koşullarının içinde ölümler, yıkımlar, söylentiler, gerçekler, yalanlar, Hitler’in oluşturduğu Nazi kamplarında yaşanan vahşilikler… Korkunun kol gezdiği bu şehirde bir damla umut yeterli olabilir miydi?
Sonunda yaşayacaksa eğer belki de…
İşte Amerigo’nun hikâyesi böyle başlıyor. Onu trene bindiren annesi olsa da, kendi hayatını sonsuza kadar değiştirecek olan o zorlu kararı minik kalpli Amerigo veriyor. Umutsuzluk içerisinde ruhuna umut vadeden ve küçücük elleriyle yüreğine bastığı, ruhunun ritmini yakalamak, varolabilmek adına gözünden sakındığı biricik kemanı, Amerigo’nun umutlu senfonisi kısa bir süre rahat yemek yiyebilmek, üşümemek için de sakınılabilir miydi dünyadan? Annesi de böyle mi düşünüyordu? Oysa o açlıkla mücadele ederken annesinin ona verdiği elmaya gözü gibi bakıp bağrına basmıştı. Ne zaman elmaya baksa annesini görüyordu. Annesi de onun için aynı şeyi yapamaz mıydı?
Yıllarca, kendi avuçlarının içinde sımsıkı tuttuğu kalbinin, en derinlerine gizlediği annesine olan hislerini yıllar sonra gün yüzüne çıkaran güzel kalpli Amerigo’nun çocukluğundan yetişkinliğe olan bu hikâyesinde, insanın seçimlerinin hayatını nasıl şekillendirdiğini, geçmişten kaçamayacağını, geçmişin bir gölge gibi insan nereye giderse gitsin onu takip edeceğini ve bir gün mutlaka hislerimizle yüzleşmemiz gerektiğini vurguluyor.
Yazarı Viola Ardone olan, kitaptan uyarlanma, yönetmenliğini ise Cristina Comencini üstlenen, 2024 yapımı bu İtalyan sineması filmi, yüreğimize dokunmayı ustaca başarıyor. Belki de bizi bu kadar etkileyen, içimizdeki çocuktan bir parça görmemizdir. Kim bilir…
İyi seyirler!
Hilal Serra Toplu
Maestronun masasındaki kırmızı elmalar öz annesine olan bağlılığını gösteriyordu. Beni rahatsız eden içindeki kin ve öfke. Bu kadar müzikle uğraşıp hiç kalbinin yumuşamamış olması, annesinin hep o sefalet içinde yaşamış olması onun adına utanç verici. Annesinin de kemanı rehinciden alması oğlundan kalan tek hatıra olduğu için diye düşünüyor. Anne de kıskançlığıyla baş edememiş. Onca sefalette kuzeyden gönderilen yemekleri alabilirdi. İki karakter de aşırı kinci ve gururlu.