Evde kalmanın psikolojisini anlatan kitap: “Satranç”
Kitapta anlatılan Naziler tarafından tecrit edilen bir avukatın yaşadıkları, korona günlerinin uzaması halinde günümüz insanının karşılaşabileceği psikolojik sorunları hatırlatıyor.
Yayımlandığı günden bu yana dünya edebiyatının en çok okunan, en sevilen, üzerinde en çok konuşulan öykülerinden biri olan “Satranç”, Stefan Zweig’ın psikolojik birikimini bütünüyle devreye soktuğu bir öykü.
Zweig, satranç metaforunu ustaca bir kurguyla harmanlayıp gizemli oyuncunun dahil olduğu gerçek bir maçı yirminci yüzyılın eleştirisine dönüştürüyor. Satranç; tecrit altında bir insanın yaşadığı sıkıntıların boyutlarını güçlü bir anlatımla sunuyor.
“İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür,. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız… Yalnız…”
Satranç, Stefan Zweig’in trajik ölümünden kısa süre önce ustalıkla kaleme aldığı son eseri. Zweig, bu romanda iki farklı zamanda gerçekleşen iki farklı satranç maçını anlatır. Bu maçlardan biri Buenos Aires’e doğru yol alan bir gemide, dünya satranç şampiyonuna karşı yolcuların oynadığı gerçek bir satranç maçı, diğeri ise bu maça sonradan dahil olan gizemli yolcunun kendisine ve Nazi sorgucularına karşı oynadığı maçtır.
Gestapo tarafından aylarca sorguya çekilen avukat Dr. B., tesadüfen eline geçen bir kitap sayesinde satranç öğrenir ve zamanla ustalaşır. Bütün oyunları ezberler, gecesi gündüzü satranç olur. Serbest kaldıktan sonra Arjantin’e gitmek üzere bindiği gemide dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic de vardır. Ve düello kaçınılmazdır.
Stefan Zweig, olağanüstü betimlemelerle insan bilincinin derinliklerine iniyor, kaybolmakta olan uygarlığın geride bıraktığı hiçliği sarsıcı bir biçimde okuyucunun benliğine işliyor. Zweig, tecritte psikolojik baskı altındaki insanın çaresizliğini, bunalımlarını ve her geçen anla birlikte benliğini biraz daha yitirişini etkileyici bir biçimde ortaya koyuyor ve son bir umutla gizemli oyuncunun maçı kazanmasını istiyor. Ancak yüzyılın getirdiği hiçlik duygusu, kaybolan uygarlık değerleri karşısında kazanmak mümkün müdür acaba? Tıpkı kendi trajik sonundan önce son bir umutla, başyapıtı Satranç ile yitip giden uygarlığın ardından yaşama tutunmayı deneyen Zweig gibi, bu gizemli oyuncunun da kazanma şansı yoktur ne yazık ki.
Stefan Zweig’ın başyapıtı sayılan ve insanın aklını kaçırmamak için hayata bir yerinden tutunma çabasının en güzel örneği olan Satranç, dünya edebiyatının klasikleri arasındadır. İnsan ruhunun gizemli dünyası, saplantılar ve tutkularla örülmüş hikâye, savaş ve şiddet karşıtı yazarın gözünden 2. Dünya Savaşı’nın ardında bıraktığı yıkıma da tanık olmamızı sağlıyor. Zweig’ın bu romanı yazdıktan kısa bir süre sonra intihar etmesi de(Şubat 1942) hüzünlü ve düşündürücü bir ayrıntı.
Kitaptan:
“Dünyada hiçbir şey insan ruhunu hiçlik kadar baskı altına almaz.”