Görmenin Yedi Şekli – Özkan Eroğlu yazdı…
Görme, insan varoluşunun en temel algı şekillerinden. Ancak bu eylem, sadece gözler aracılığıyla yapılan bir fiziksel gözlem olmanın ötesinde, derin düşünsel, duygusal ve ruhsal süreçleri de içermekte. İnsan, dünyayı anlamlandırmak için sadece gözlerine değil, aynı zamanda zihnine, kalbine, sezgilerine ve ruhuna da başvurur. Bu yazıda, görme eyleminin yedi temel şekli olan ”gözle görme”, “fikirle görme”, “kalple görme”, “hissederek görme”, “ruhla görme”, “anlayarak görme” ve ”tüm benlikle görme” üzerine bazı vurgularda bulunacağım. Her bir görme şekli, insanın dünyayı ve sanatı algılama kapasitesini derinleştiren ve dahası anlamlandıran farklı bir boyutu temsil eder.
1.Gözle Görme: Fiziksel Dünyayı İlk Adımda Kavrama
“Gözle görme”, en temel ve somut algı şekli. İnsan, çevresindeki nesneleri, renkleri, ışığı, hareketleri gözleri aracılığıyla algılar ve buradan elde ettiği bilgilerle fiziksel dünyasını kurar. Bu “fiziksel gözlem”, ilk etapta gerçekliği kavramanın bir aracı olarak önemli rol oynar; ancak insanın algısı, sadece gözle gördüğüyle de sınırlı kalmaz.
“Gözle görme”, salt maddeye dayalı bir dünya hakkında bilgi edinme sürecini ifade eder. Bir bilim insanının laboratuvarda yaptığı gözlemler ya da izleyicinin bir resmi veya heykeli incelerken gözleriyle elde ettiği ilk izlenimler, “gözle görme”ye örnek verilebilir. Ancak bu ilk aşama, daha derin kavrayışın sadece bir başlangıcıdır. “Bakma” ile “görme” arasındaki fark da bu noktada belirginleşir; “gözle görme”, sadece nesneleri algılama işlevini yerine getirirken, daha derin anlam katmanlarına ulaşmak için zihinsel ve duygusal bir sürece de ihtiyaç duyulur.
“Sanatta gözle görme” ise, ilk bakışta görsel sanat eserinin fiziksel yapısını kavrama sürecidir. Sanatçı tarafından kullanılan renkler, şekiller, dokular, formlar ve türlü bakış açıları, ilk olarak gözlerimiz aracılığıyla algılanır. Bu görme şekli, sanat eserinin yüzeysel yapısını ve kompozisyonunu tanımlamak için önemlidir. Resim, heykel ya da diğer görsel sanat dallarında, ilk izlenim bu fiziksel gözlem yoluyla oluşur.
2.Düşünceyle Görme: Düşünsel Bir Boyut Geliştirme
“Düşünceyle görme”, artık gözlemin ötesine geçerek, düşünce aracılığıyla olayları ve nesneleri anlamlandırma sürecidir. ”Gözle görme”, fiziksel dünyanın dışsal yüzeyini algılamamızı sağlarken, “düşünceyle görme”, bu dışsal yüzeyin ötesinde, olayların arkasındaki nedenleri ve daha geniş kavramsal bağlamları fark etmemize olanak tanır. Şurası çok açıktır ki “düşünceyle görme”, insanın soyut düşünme becerisinin bir ürünüdür.
Bu görme şekli, felsefi derinliği ve akıl yürütmeyi de içerir. Fiziksel dünya, idealar dünyasının bir yansıması olup, insan, sadece fiziksel gözlerle gördüğü dünyayı değil, onun ardındaki ideaları, yani asıl gerçekleri anlamaya yönelir. Bu, sadece duyularla elde edilemeyen, akıl yoluyla kavranan bir görme şeklidir. “Düşünceyle görme”, insanın dünyayı daha geniş bir çerçevede anlamasını sağlar ve olayların yüzeyindeki görüntülerin tamamen ötesine geçer.
“Sanatta düşünceyle görme” ise, sanat eserinin arkasındaki düşünsel ve kavramsal yapıyı kavrama sürecidir. Sanat eserine yalnızca fiziksel bir nesne olarak bakmak yerine, onun altında yatan mesajları, temaları ve kavramları düşünmek gerekir. Bir eserin anlamı, gözle görülen fiziksel unsurların ötesine geçer; sanatçının neyi ifade etmek istediği ve eserin ne tür kavramsal temeller üzerine inşa edildiği, ancak düşünce yoluyla anlaşılabilir.
3.Kalple Görme: Hissi Bilgelik ve Sezgi
“Kalple görme”, hissi bir bilgelikle dünyayı algılamayı ifade eder. Gözle ya da düşünceyle görülen dünyayı, insanın kalbinin rehberliğinde, hisleriyle anlamlandırmasıdır. Bu görme şekli, başkalarının hislerine karşı duyarlı olmayı, duyumsama ve daha insancıl bir bakış açısı geliştirmeyi sağlar. “Kalple görme”, bireyin içsel bir denge bulmasına, çevresindeki insanlarla daha derin bağlar kurmasına yardımcı olur.
“Kalbin kendine özgü bir aklı vardır ki, akıl bunu bilmez” gibi bir söz, kalple görmenin felsefi derinliğini özetler. “Kalple görme”, mantığın ötesine geçen bir duyusal farkındalık içerir. Sevgi ve duyumsama gibi duygular bu görme şeklinin merkezindedir. Bir şeyi sadece fiziksel olarak görmek ya da mantıksal bir analizle tanımak yeterli değildir; onun hissi derinliğini ve iç dünyasını anlamak, “kalple görme”nin kapsamına girer. Bu görme şekli, insanın kendisiyle ve çevresiyle daha bütünsel ve duyarlı bir ilişki kurmasına olanak tanır.
“Sanatta kalple görme” ise, sanat eserinin hissi yönlerini ve insani deneyimlerle olan bağlantısını keşfetmeyi içerir. Sanat eseri, sadece gözlerle ya da düşünceyle değil, aynı zamanda kalp ile de algılanır. Eserin hissi tonları, sanatçının ruh hali, ifade ettiği sevgi, acı, umut ya da yalnızlık gibi duygular, ancak kalp ile görüldüğünde tam anlamıyla anlaşılabilir.
4.Hissederek Görme: Sezgi Yoluyla Algılama
“Hissederek görme”, sezgisel bir algıyı temsil eder. Bu, fiziksel gözlem ya da mantıksal düşünme ile açıklanamayan, daha içsel ve sezgisel bir farkındalıkla dünyayı kavramayı ifade eder. “Hissederek görme”, insanın derin bir içsel bilince sahip olmasını gerektirir ve daha çok sezgiyle yönlendirilir. Bu tür bir algı, insanın duyusal algılarının ötesine geçerek, içsel bir farkındalıkla bir durumu, kişiyi ya da nesneyi kavrama sürecidir.
Carl Jung, sezgiyi insanın bilinçdışıyla olan bağlantısında önemli bir araç olarak tanımlamıştır. Ona göre, insanlar bazı durumları ya da olayları doğrudan hissederek kavrarlar, ancak bunu mantıksal bir açıklama ile ifade etmek her zaman mümkün değildir. Bu nedenle, “hissederek görme”, insanın iç dünyasının ve bilinçdışının devreye girdiği bir görme şeklidir. Sezgisel algılarla, bir şeyin içsel doğasına dair anlık bir kavrayış yaşanır. Bu, bilinçdışı bilgilerin yüzeye çıkması ve bireyin bu bilgileri fark etmesiyle mümkündür.
“Sanatta hissederek görme” ise, sanat eserine sezgisel bir farkındalıkla yaklaşmayı ifade eder. Bazen bir sanat eserinin anlamını tam olarak açıklamak zordur; çünkü bu anlam, mantık ya da bilgiyle değil, sezgisel bir içsel farkındalıkla kavranır. “Hissederek görme”, sanatın yüzeyde gözükmeyen daha derin anlamlarını açığa çıkarır.
5.Ruhla Görme: Manevi Farkındalık
“Ruhla görme”, insanın ruhsal boyutta bir farkındalık geliştirmesiyle gerçekleşir. Bu, maddi dünyanın ötesine geçerek, olayların ve varlıkların ardındaki manevi gerçeklikleri algılamayı içerir.
“Ruhla görme”, sadece bireyin manevi dünyasını değil, aynı zamanda evrenin derin anlamlarını ve gizli bağlantılarının da kavranmasını sağlar. Bu tür bir görme, bireyin ruhsal bir farkındalık geliştirmesini, olayların yüzeydeki görünümlerinin ötesinde, tinsel bir düzenin parçası olduğunu anlamasını içerir. “Ruhla görme”, insanın ruhsal bir yolculuğa çıkmasını ve bu yolculukta daha derin bir hakikate ulaşmasını sağlar. Bu, maddi dünyanın zahiri olduğunu ve asıl gerçekliğin manevi boyutta yattığını anlama sürecidir.
“Sanatta ruhla görme” ise, sanat eserinin manevi boyutlarına dair bir farkındalık geliştirmeyi ifade eder. Sanat, sadece maddeci dünyayı yansıtmakla kalmaz; aynı zamanda manevi bir dünyaya da kapı açar. “Ruhla görme”, sanatın tinsel yanlarını keşfetmeyi ve onlara ulaşmada büyük aracıdır.
6.Anlayarak Görme: Bilgi ve Kavrayışla Derinleşen Algı
“Anlayarak görme”, gözlemlerimizi bilgi, deneyim ve bilinç yoluyla anlamlandırma sürecidir. Bu görme şekli, olayların ya da nesnelerin arkasındaki anlamları, bağlantıları ve daha geniş yapıları kavrama becerisini içerir.
Immanuel Kant, insan zihninin duyusal algıları düzenlediğini ve onları anlamlı bir yapıya dönüştürdüğünü savunur. Bu, anlayarak görmenin bir örneğidir; gözlemler, sadece yüzeysel bir algı düzeyinde kalmaz, aynı zamanda bilgi ve bilinçle derinlemesine kavranır.
“Anlayarak görme”, neden-sonuç ilişkilerini fark etmeyi ve daha geniş bir perspektiften olayları değerlendirmeyi içerir. Örneğin, bir bilim insanı bir olayı gözlemlerken, bu gözlemleri bilgiyle harmanlar ve olayların arkasındaki fiziksel yasaları ya da sistemleri anlamaya çalışır. Aynı şekilde, bir tarihçi, geçmişteki olayları inceleyerek, bu olayların ardındaki sosyal, politik ve ekonomik faktörleri kavrar. “Anlayarak görme”, insanın bilgi ve bilinçle dünyayı derinlemesine anlamlandırmasını da sağlar.
“Sanatta anlayarak görmek” ise, sanat eserini bilgi, deneyim ve bilinçle derinlemesine kavramayı ifade eder. Sanat tarihine, sanatçının yaşamına, dönemin sosyal ve politik koşullarına dair bilgi, eserin daha geniş bir bağlamda değerlendirilmesini sağlar. Bu, sadece gözlemlemekle ya da sezgilerle mümkün olmayan, derin bir düşünsel çaba gerektiren bir süreçtir.
7.Tüm Benlikle Görme: Bütüncül Farkındalık ve Birlik
“Tüm benlikle görme”, insanın tüm varlığıyla, fiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal düzeylerde dünyayı algılaması ve tinsel noktaya ulaşmasıdır. Bu, bireyin sadece fiziksel ya da zihinsel farkındalıkla sınırlı kalmadan, tüm benliğiyle, yani tüm varoluş boyutlarıyla bir durumu ya da olayı kavramasını da ifade eder. “Tüm benlikle görme”, kişinin kendisini, çevresindeki varlıkları ve evreni bir bütün olarak algılama becerisini de içerir. Bu görme şekli, insanın sadece gözleri ya da zihniyle değil, ruhu, duyguları, sezgileri ve bilinciyle de dünyayı anlamasını sağlar. Böyle bir farkındalık, bireyin kendi varlığını ve evrendeki yerini daha derin bir bütünsellik içinde kavramasına olanak tanır.
“Tüm benlikle görme”, bir varoluşsal farkındalığı ve bütünlük duygusunu ifade eder. Kişi, kendisini ve evreni ayrılmaz bir bütün olarak algılar ve bu birlik duygusuyla, daha derin bir varlık bilincine ulaşır.
“Sanatta tüm benlikle görme” ise, insanın tüm varlığıyla sanat eserini algılamasını ifade eder. Bu, fiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal tüm boyutların bir araya gelerek sanat eserini tam anlamıyla tinsel boyutta kavramaya olanak tanıyan bir farkındalık durumudur. Sanat eserine sadece bir izleyici olarak değil, aynı zamanda bir katılımcı olarak yaklaşmayı gerektirir.
Sonuç Değerlendirmesi:
Görme Şekillerinin Karşılaştırılması ve İlişkileri
Görme eyleminin bu yedi şekli, her ne kadar birbirinden farklı düzeylerde algı ve anlam süreçlerini içeriyor gibi görünse de, aslında birbirleriyle derin bir bağlantı içerisindedir. “Gözle görme”, fiziksel dünyanın algılanmasını sağlarken, bu algının daha derin bir kavrayışa dönüşebilmesi için diğer görme şekillerine ihtiyaç duyulur. “Düşünceyle görme”, fiziksel gözlemlerin ardındaki anlamları keşfetmeye çalışırken, “kalple görme” hissi bir bilgelikle olaylara yaklaşmamızı sağlar. “Hissederek görme”, daha içsel ve sezgisel bir farkındalığı içerir ve bu, “ruhla görme” ile birleştiğinde, insanın manevi bir boyutta daha derin bir bağlantı kurmasına olanak tanır. “Anlayarak görme”, tüm bu görme şekillerinin bir sentezini oluşturur ve bilgi, bilinç ve deneyim yoluyla daha geniş bir kavrayışa ulaşmayı sağlar. Son olarak, “tüm benlikle görme”, tüm bu algı ve anlam süreçlerini birleştirerek, insanın kendisini ve evreni tam anlamıyla bir bütün olarak görmesini ve tinselliğe ulaşmasını sağlar.
Bu görme şekilleri arasında bir hiyerarşi değil, bir “tamamlayıcılık” söz konusudur. Bir durumu anlamak için gözle görmek yeterli olmayabilir; o durumun ardındaki düşünceleri, hisleri, sezgileri ve ruhsal boyutları da anlamak gerekir. İnsan, gözle başlayıp, düşünceyle ve kalple devam ederek, nihayetinde tüm benliğiyle dünyayı algılayabilir. Her bir görme şekli, insanın dünyaya farklı bir pencereden bakmasına olanak tanır ve her biri, dünyayı daha bütünsel bir şekilde anlamamıza yardımcı olur.
Sanat eserlerini algılarken de, sadece fiziksel gözlemlere dayanarak yüzeysel bir anlayış geliştirmek yeterli olmaz. “Gözle görme” bize eserin dışsal formlarını, renklerini ve dokularını tanımlarken, “düşünceyle görme” eserin arkasındaki kavramsal yapıyı ve sanatçının düşünsel sürecini anlamamıza yardımcı olur. Bu süreç, sanatçının ifade etmek istediği daha derin düşünceleri de keşfetmemizi sağlar. “Kalple görme”, eserin duygusal yoğunluğunu ve izleyiciyle kurduğu duyumsama bağını vurgular; böylece izleyici, eseri sadece mantıksal olarak değil, duyumsama düzeyinde de hissedebilir. “Hissederek görme” ise, sezgisel bir farkındalıkla eserin yüzeyde görünmeyen, daha derin anlamlarını keşfetme olanağını sunar. “Ruhla görme”, sanatın manevi boyutlarını açığa çıkararak izleyicinin ruhsal bir bağlantı kurmasına olanak tanır. “Anlayarak görme”, bilgi ve deneyimle desteklenmiş bilinçli bir farkındalığı içerir ve sanat eserini tarihsel, kültürel ya da sosyal bağlamda daha geniş bir perspektiften kavramamızı sağlar. Son olarak, ”tüm benlikle görmek”, tüm bu farklı görme şekillerini bir araya getirerek, sanatla tam anlamıyla bütünleşmiş bir tinsel algı deneyimi sunar. Bu bütünsel farkındalık, izleyiciyi eserle daha derin bir bağlantıya taşır ve sanatın çok katmanlı yapısını tam anlamıyla anlamaya olanak tanır.
Özkan Eroğlu
10 Eylül 2024, Mazı