KÖŞE YAZILARIDidem UsluTİYATRO

‘Muhammed Ali’ Oyunu Üzerine

Prof. Dr. A. Didem Uslu yazdı...

‘Muhammed Ali’ Oyunu Üzerine – Prof. Dr. A. Didem Uslu yazdı.

2 Şubat 2025 akşamı İstanbul Kozyatağı Kültür Merkezinde Yolcu Tiyatro ekibinin sahnelediği Muhammed Ali oyununu izledim. Oyunu yazan ve yöneten Turgay Korkmaz. Oynayan Erdem Kaynarca. Tek kişilik bir oyun.

Tek kişilik oyun yazmak kolay ama oynamak zordur. Muhammed Ali oyunu genç oyuncuyu helak eden zor bir trajediydi. Dedesinin Muhammed Ali adını verdiği bir mahalle genci, çevresindeki olumsuz koşullara rağmen yıllar içinde hayata tutunmak için uğraşır. Barış seven, kendi halinde, doğaya meraklı ve huzurlu bir gençtir Muhammed Ali. Böceklere merakı vardır. Metin iyi işlenmiş bir konu ama aralarda es vermeye, tiyatro değişiyle komik rahatlatma (comic relief) yapmaya ihtiyaç vardı. Öte yandan geleneksel Türk tiyatrosundan izler oyunu hareketlendirmişti. Muhammed’in elindeki havlu pek çok işlevi olan bir meddah sopası veya bezi gibi şekilden şekle giriyordu: Kâh boksörün eline sardığı bez ve eldiven oluyordu, kâh havada döndürülen bir pide.

Muhammed Ali herkese ismini dedesinin koyduğunu anlatıyor. Oyun öğrenci olaylarının yaşandığı 1970’lerde geçiyor gibiydi. 1970’ler, adam öldürmelerin çok olduğu ve sağ/sol kavgası diye anılan Dev Genç/Ülkücü çatışması olarak Türkiye tarihine kara bir leke olarak düştü. Ancak son zamanlarda yazılan pek çok kurgu ve oyun metninde, bu dönem yanlış tarih bilgileriyle dolu olabiliyor. Bu oyunda da Muhammed Ali böcekleri çok sevdiği için sonunda üniversiteyi kazanıp dilediği bölüme girdi ama kanlı olaylara katılıp haksız yere yakalanınca okuldan atıldı. Muhammed Ali bu okuldan atılma için YÖK kararıyla oldu diyordu ama YÖK aslında anarşik olayların sona erdiği askeri müdahale, yani 1980 sonrasında, daha doğrusu 1982’de kuruldu. Başka bir hata daha var: Kimi tiyatro oyunlarında 1970’lerin silah kullanan öğrencileri için “terörist” deniyor. Aslında o zamanlar “terörist” kelimesi kullanılmazdı. Kanlı olaylara katılanlara “anarşist” denirdi. Terörist kelimesi 1980 sonrası ortaya çıkan PKK ile anılmaya başlandı.

Postmodern dünyada artık gerçekler çöpe atılmış vaziyette. Avrupa (AB) ve ABD’de post-truth diyerek tarihsel çarpıtma örnekleri çoğalınca ister istemez pek çok ülke de bu modaya kapıldı. Ancak ben hâlâ sanat, özellikle de kurgu yazarken tarihsel gerçeklerin iyi araştırılmasından yanayım. Yoksa ortaya anakronizm denen olay çıkıyor. Anakronizm modernist dönemde (1880-1945) kusurlu, kötü, yanılgı ve yanlıştı ama postmodernist zamanlarda (1945- ) beğeniyle kullanılır oldu. Anakronizm kısaca, olmayanları olmuş gibi göstermek demektir.

Anakronizm aslında geçmişe bugünden bakma ve geçmişi bugünün yorumuyla değerlendirme demektir. Başka deyişle tarihsel olayların farklılaştırılmasıdır. Sanatta kimi yerde aslında olayları bugünün gözüyle yorumlamak gerekli olabiliyor. Şöyle ki, mesela yüzyıllar içinde artık oynana oynana eskitilmiş ve temcit pilavına dönüşmüş Shakespeare’in Romeo Jülyet oyunu veya Anna Karenina romanı bugünün giysileri ve toplumsal ortamına adapte edilebiliyor. Bu, “yeniden yazım özelliği” (rewrite) içinde kabul edilebilir bir postmodern durum. Ancak yakın tarihi saptırmanın ve yeniden yazımın hiçbir nedeni ve anlamı olamaz. Bu sadece yanlış bilgi vermek anlamına gelir. O yüzden roman, hikaye, tiyatro oyunu, sinema ve dizi senaryosu gibi kurgu yazanların tarihi çok iyi incelemeleri ve ona göre yazmaları gerekir. Zamanımız artık “ben yaptım oldu” tavrı ve hikayeleriyle dolu ama bunların temelde bir cahillik olduğu yakın zamanda ortaya çıkacaktır. Sonuçta bu şakacı postmodernist yaklaşım gerçekliğe zarar vermektedir. O yüzden bir süre sonra modernist dünyanın kuralları bir şekilde kendini göstermeye başlayacaktır.

Muhammed Ali oyununu Yeni Tiyatro Dergisi jüri üyesi olarak izlemiştim. Dokuz Eylül Üniversitesinden öğrencilerim Erbil ve Sema Göktaş’ın kurdukları dergi ve jüri yıllar içinde pek çok ödül dağıttı. Bu ödüller oyuncular ve yönetmenler için bir prestij ve yurt dışına açılma şansı oluyor. İstanbul’daki çeşitli tiyatro jürileri gibi biz de oyunlara davet ediliyoruz ama ben, gençlere yararlı olmak için izlediğim oyunlar hakkında eleştiri yazıları yazıyorum. Bu yazı da onlardan biridir.

Yine postmodernist yenilikler adına subjektif ve duygusal eleştiriler yapılabiliyor. Oysa edebiyat ve kurgu sanatı matematik gibidir. Antik Yunan’dan başlayarak günümüze kadar gelmiş ilkeleri ve kuralları vardır. Hatta ilk eleştirmen Aristoteles ve ünlü kitabı Poetika’nin kurallarını herkes ezbere bilir. Sanat eleştirmenliği aslında çok önemli bir konudur ama yine postmodern zamanların Türkiye üzerindeki rahat ve gevşek etkisi yüzünden özellikle edebiyat eleştirisi yapanlar ve kimi sanatçılar “sanatın kuralı olmaz” diyerek yola çıkıyorlar ama sonuçta estetik ve beğeninin ne ve nasıl olduğu sorusu cevaplanamıyor. Buna en güzel örnek olarak reyting ile kaliteyi yakalamak zorunda olan dizileri görüyoruz. Pek çok dizi, mükemmel edebiyat ve kurgu kuralları ile ilkeleri doğrultusunda yazılıyor ve oynanıyor. Bırakın oyuncular için nefes alma veya Stanislavski tekniklerini, karakter gelişimi, değişim dönüşümler, mekanın önemi ve etkisi, merak unsuru, sürprizler, beklentiyi kırma adeti ve daha pek çok kural seyirci bilmese ve fark etmese de kullanılıyor.

Muhammed Ali oyununda sanatın kuralları yüzden trajik rahatlama gerekli diye yazmıştım yukarıda. Oyun metni geleneksel realist tarzda giriş, gelişim ve sonuçta ilerledi. Ancak oyuncunun rolden role girmesiyle, kâh ilgisiz ağabeyi, kâh psikolojik hasta olan yengesi ve diğer karakterler çok iyi canlandırıldı. Genç ve yakışıklı oyuncu soyunup düzgün bedenini de sergiledi. Ancak kendini aşırı yerden yere atması ve oyuna fazla kapılması beni üzdü. Oyuncuyu, belki de haddim olmadan bu konuda uyarmak isterdim. Otuzlu yaşlarımda kucağımda bebek arabası ve çocukla altı kat yukarı çıkarken Kayserili bir komşum “kırka can sakla” derdi. Ben de genç oyuncuya “yaşlılığını düşün, kendini fazla yıpratma çocuğum” diyeceğim.

'Muhammed Ali' Oyunu Üzerine

Yetenekleri ve potansiyeli olan Muhammed Ali, kötü bir mahalle ortamında pideci olarak çalışan düzgün ve şanssız bir genç kimliğiyle oyunu sonuna kadar taşıdı. Aşk yaşamak için çok gayret etti, tahsil görmek için de. Ancak sanatta çok sevdiğim başka bir kural da estetik adalettir (aesthetic justice). Başka deyişle oyunun sonunun seyirciyi rahatlatması ve dünyayı yaşanır hale getirmesi önemlidir. Postmodern gençler buna karşılık bana “Yok ya hocam, öyle bir şey olamaz. Ben istediğimi yaparım” diyebilirler. Evet, herkes artık her istediğini yapıyor ama bir de geride Sümerlerden kalan Gılgamış epiği ile Diyonizos şenlikleriyle ortaya çıkan 2500-3000 yıllık bir kurgu ve tiyatro geleneği var. Bunu da unutmamak lazım.

Muhammed Ali oyununu beğendim. İzlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Oyunun süresi de oldukça iyiydi. Eski zamanların iki saatlik veya daha uzun seyirlikleri artık postmodern yaşamla iyice kısaldı. Bir saatlik veya bilemediniz en fazla doksan dakikalık bir süre, bir tiyatro oyunu için ideal oluyor. Uzun oyunlar oyuncu için yorucu, seyirci için de sıkıcı hale gelebilir. Muhammed Ali oyunu kentin dışındaki yoksul mahallelerin yaşamı aralaması açısından ilginçti. Oyundaki şiddet ögesi tıpkı merak unsuru gibi baştan sona sürdü. Ne var ki aradaki aşk teması oyunun sertliğini biraz olsun hafifletti.

Prof. Dr. A. Didem Uslu

'Muhammed Ali' Oyunu Üzerine

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu