Sanat Dehaları ve Uyumsuzluklar – Mustafa Günen yazdı…

Önceki yazımda Dore Ashton’ın Picasso on Art: A Selection of Views kitabındaki Picasso’nun “Önemli olan bir sanatçının ne yaptığı değil, ne olduğudur.” özdeyişini hatırlatmıştım. Bu kitaptaki sözlerle ilgili bazı eleştirmenlerin yorumları dikkatimi çekmişti. Picasso’nun özdeyişini makuliyet derecesini hiç incelemeden adeta bir yüceltme çabası içerisinde değerlendirmelerini eleştirmiştim. Çünkü öncelikle sanat tanımının iyi tespit edilmesi gerekir demiştim. Sanat tanımını eğer sanatın ne olduğu sağlam bir içerikle belirlenmezse sanatçı tanımı yapılamaz eksenine oturttum. Kaldığım yerden devam ediyorum.
Sanat, insanın ilgilendiği diğer tüm bilimsel alanlar gibi insan beyninin bir uğraşıdır. Dolayısı ile de insan beyniyle ilgili bilimsel alanların dışında kalamaz, kalmamalıdır. Çünkü beyin ile ilgili bilimsel gelişmeler insan davranışları ve eğilimleri konusunda çok farklı sonuçlar ortaya koymaktadır. Gelin görün ki sanatçı ve diğer sanat insanları bu gelişmeleri ihmal etmekteler. Çağdaş sanat iddiasıyla hala asırlık fikirlere, düşüncelere göre yorumlar yapmaktadırlar. Bu konuya örnek olarak, İngiliz sanat eleştirmeni John Berger’in kitabından aldığım dahi sanatçı Picasso’nun çok bilinen bir yorumuyla devam edeyim:
“Herkes resmi anlamak istiyor. Neden kuşların ötüşünü anlamaya çalışmıyorlar? Gece, çiçek, kişiyi çevreleyen her şey neden anlaşılmaya çalışılmadan sevilir? Ama resme gelince anlamak istiyorlar. Her şeyden önce, sanatçının zorunluluktan yarattığını, kendi başına dünyanın önemsiz bir parçasından başka bir şey olmadığını ve ona da dünyada bize zevk veren ama anlamlandırmaya çalışmadığımız öteki bir sürü şeyden biri gibi bakılması gerektiğini, ah bir anlasalar.”
John Berger, Picasso’nun bu ifadesini uzunca bir şekilde yorumlamış. Ondan birkaç cümle vereyim:
”Bu, zamanımızda sanatın büyük bir bölümünü çevreleyen o yapmacık entelektüel yakıştırmalara karşı makul bir protestodur bir bakıma. Ama aynı zamanda Picasso’nun kendi gördüğü şekliyle dehasını haklı çıkarmaya çalışmasıdır. Bir kuş nasıl ötüyorsa o da sanatını öyle uygular. Anlamanın bununla bir ilişkisi yoktur —aslına bakarsanız anlama bir engel, neredeyse bir tehdit oluşturur. Kendi yaratıcılığına böylesine hayran olmasının ve yarattıklarından çok bu yaratıcılığa önem vermesinin nedenlerinden biri de budur. Sanatı, doğanın bir parçasıymış gibi görmesinin nedeni de budur.” (John Berger, Picasso’nun Başarısı ve Başarısızlığı: Metis Yayınları)
Öncelikle şunu belirteyim. Picasso’nun sanatı doğanın bir parçasıymış gibi görmesi yorumu John Berger’in kendi nitelemesidir ve yanlıştır. Çünkü doğada her şey sebep sonuç içerisinde, şartlara göre oluşur ve gelişir. Doğadaki gelişmelerde; sanat, estetik güzellik gibi duygusal kaygılar yoktur. Ayrıca doğada anlaşılmaz, açıklaması olmayan hiçbir gelişme de yoktur. Sadece insan henüz anlamamış olabilir. Bu bağlamda sanat eseri obje olarak doğadan bir parçadır ama doğanın bir parçası değildir. Doğanın geliştirdiği insan zihninin bir ürünüdür. Kaldı ki sanat, güzellik, estetik kaygı gibi sonuçlar da yine sebep sonuç ilişkisine bağlıdır. Yani şartlar gereği insan beyninin zorunlu olarak oluşturduğu çözümler ve uğraşlardır. Gelelim Picasso’nun ifadesine;
Sanatçılar; duygusal ve en hafifiyle nevrotik insanlardır. Onun için heyecanla, coşkuyla böylesine serzenişte, yorumlarda bulunabilirler ama diğer sanat insanları bunları alıp bir sanat tanımı gibi topluma sunamazlar! Hele Picasso’nun yukarıdaki sanatsal önerisi ciddiye dahi alınamaz. Çünkü bu öneri, insanın da dahil olduğu memelilerde yüz milyonlarca yılda gelişen limbik sistem yani duygusal beynin işlevine aykırıdır.
Duygusal beyin, insanın kendi dışındaki nesnelerin ne olduklarını öğrenmek ve anlamak üzere onları faydalı, zararlı, tehlikeli şeklinde anlam yükleyip, hafızaya kaydedip ona göre davranabilmesi için evrimsel bir gelişmedir. Dolayısıyla anlamadığı ve bir şekilde bilgisine sahip olmadığı şeyleri ne sever ne de sevmez. Bunların olabilmesi o şeyi anlamasına, kavramasına bağlıdır. Beynin programı, evrimi böyledir. Buna Picasso’nun beyni de dahildir.
Bu bağlamda insan beyni kuş sesini sever. Çünkü o ses, hafızasında kayıtlı, bildiği, anlamlandırdığı ve sevdiği bir canlıdan gelen sestir. Buna karşın Arslan sesini pek sevmez, korkar. Hele Arslan kafeste değilse sesinden nefret eder. Gece de aynıdır. Kişi eğer romantik bir ortamdaysa geceyi sever ama yolu mezarlıktan geçiyorsa geceden hiç hoşlanmaz. Her neyse bu örnekler uzatılabilir.
Bu gerçekten baktığınızda Picasso’nun önerisinin cevabı basittir. Anlaşılmadan sevilmesini istediği şey resimdir. Resim sözcüğünün anlamı ilkel zamanlardan beri oluşmuş, kavramlaşmıştır. Resim basit olarak, anlaşılan bilinen nesne veya var kabul edilen şeylerin iki boyutlu düzlemlerdeki temsilleridir. Resmin zihinlerdeki yerleşik tanımı, kavramı budur.
Modern resim zihinlerde sanatsal bir sunum olarak bilinir. Sanat ise kısaca, bir duyguya, bir düşünceye, bir fikre veya davranışa ilişkin yorumu, estetik olarak sunma, ifade etme yöntemidir. İnsanlar da sanatı, modern resmi böyle tanımış ve kavramıştır. Dolayısı ile içinde ifade olduğu düşünülen bir oluşum için anlamak gerekmez, sadece beğenin, hoşlanın, haz duyun demek paradokstur.
Yarım asırdan fazla bir zamandır modern sanattaki yozlaşmadan dolayı resimlerin yapıları çoğunlukla anlaşılmaz şekildedir. Üstüne üstlük bu resimlere de anlaşılan, bilinen kelimelerden oluşan isimler koyarlar. Nedense resimlere rastgele harflerden oluşan bir isim koymazlar. Mademki anlaşılması gerekmiyor. O zaman isimlerini de anlaşılmaz kelimelerden oluşturursunuz olur biter. Eğer anlaşılması gerekmeyen bir resme anlaşılır isim koyarsanız insan beyni arada bir bağ kuramaz. Doğası gereği olarak da sorar. Daha kolay anlaşılması için bir örnek vereyim. Eğer Picasso yapıtlarına resim veya sanat demeseydi de, örneğin duvar süsü deseydi kimse anlamaya kalkmaz, soru da sormazdı. Belki o zaman anlamadan da sevme olabilirdi. Zira resimle, duvar süsünün zihinlerdeki kavram içerikleri farklıdır. Süslerde anlaşılma kaygısı yoktur. Beğeniye tabidir. İşte modern resimdeki anlaşılamama problemlerinin birincil sebebi bu gibi kavramsal çelişkileri barındırmasıdır.
Şimdi burada şu soru aklınıza gelebilir. Modern resmi hiç planlamadan, herhangi bir tasarı olmaksızın içinden geldiği gibi, rastlantısal olarak yaptığını iddia eden çok ünlü ressamlar var. Aynı şekilde bu yapıtları anlamadığı halde seven, hoşlanan birçok insanın olduğu da gerçek. Bunun nedeni nedir? Bu sorunun cevabı insan beyninin bilinç dışı yapılanması yani Limbik sistemdedir. Günümüzde popüler olan ve yetmiş yıl kadar öncesi Amerika’da başlayan soyut dışavurum hareketinin en önemli dayanağı, kaynağı bu bilinç dışı yapıdır.
Maalesef hem bilinçdışı konusunda hem de onun sanatla ilişkisi konusunda hatalı değerlendirmeler yapılmıştır. Birçok sanatçı, eleştirmenler ve sanat kuramcıları bilinçdışı resim yapmayı yüceltmiş veya uygulamışlardır. Bilinçdışını ise; ne yapacağına ilişkin önceden bir karar vermeden, tasarlamadan, o anda, rastlantısal olarak yapmak şeklinde tanımlamışlardır. Oysa bir sonuca rastlantısal dediğinizde; o sonuç, pek olası olmayan, beklenmeyen ama bir şekilde dikkat çeken, sözü edilmeye değer, ilginç, anlam ifade eden bir sonuç ortaya çıkmış demektir. Yani tesadüf de olsa makul ve anlamlı bir sonuç oluşmuştur. Eğer sonuç bunlardan uzak hiçbir anlam ifade etmiyorsa o vakit sonuç, rastlantısal değil rastgele bir sonuçtur. Bir değeri de yoktur. Onun için rastgele sonuçlara birçok şey söylenebilir ancak asla sanat denemez.
Gelecek yazıda bilinçdışının ne olduğuna ve sanatla ilişkisini Picasso ve başka büyük sanatçılardan örnekler vererek devam edeceğim.
Mustafa Günen