Sıradan Bir Gün – Zeynep Ersen yazdı…

Ağustos’ta ağustos böcekleri bölük bölük korolar halinde tabiatı sarmalıyorlardı. Mis gibi çam kokuyordu. Kara böceklerle sarılmıştı etrafı. Bedenine tırmanmaya başladılar. Ayak parmaklarının aralarından geçerken küçük ısırıklar alıyorlardı. Böyle, korku terleriyle ıslanan bedenin tatlı-tuzlu suyunu içerek, derisine, etine diş geçirip ısırarak binlerce kara böcek şimdi Erdem’in gözüne ulaşmışlardı. Erdem (bungalovlarının önünde) dehşet içinde açılmış gözlerini bir daha kapamayı düşünmedi bile. Bir kara böcek sol gözünün retinasını yırtınca artık daha fazla dayanamadı ve bir çığlık kopardı. Kuzguni ve canlı zırh geçirilmiş bedeni, saçtan tenasül organına, ellerden ayaklara her bir yerden kırmızı sıvılar sızdırıyordu. Kan. Ama Erdem kımıldayamazdı. Erdem başına gelenleri engelleyebilecek hiçbir şey yapamazdı. Çünkü Erdem felçliydi. Erdem’in felci onun dimdik durmaktan başka bir şey yapmasına izin vermezdi.
Böylece, oğlu Sinan, babasını her gün sabah sopa gibi yerinden kaldırıp ayağa diker, her gece de sopa gibi yatağa yatırırdı. Babasına felç gelmesinden iki sene sonra, bir gün önce, Sinan İzmir’deki hapis yaşantısından bıkmış ve işte babasını da alıp Datça’nın bu el değmemiş köyüne taşınmıştı. Erdem son bir çığlık daha atıp bayıldı. Bayıldığında da pek tabii ki ayaktaydı. Bu esnada böceklerin yoğunluğu ve kan sızıntısı yörenin zehirli yılanı olan müre yılanını cezbetti. Erdem’e yaklaştı. Dilini iştahla hızlı hızlı çıkarmaya başladı. Dıkşinya! Avdan dönerken Erdem’in çığlığını duymuş olan çakkal’ın kızı Müge yılanı tüfekle kafasından vurup parçalamıştı. Önce gördüğü karaltının ne olduğunu anlamadı. Yaklaştı. Gördüğü manzara karşısında yüzünü buruşturdu. Ne yapabileceğini düşündü. Aklına gelen ilk fikri uygulamaya koymak üzere harekete geçti ve beş dakika yürüme mesafesinde olan çakkallarına bir dakikada koşup annesinden üç şişe sıvı bulaşık deterjanı aldı. Hemen Erdem’in yanına dönüp yeşil sıvılı şişeleri adamın başından aşağı boşaltmaya başladı. Şişeler yarılandıkça musluktan su doldurup çalkalayarak deterjanın bütün bedene ulaşmasını sağlıyordu. Kara böcekler birer ikişer bedenden ayrılmaya başladılar. Bazıları deterjanın etkisine dayanamayıp hareketsiz kaldı. Bunları Müge elleriyle alıp yere savuruyordu. İnsan adımları duyuldu. Gelen Sinan’dı. Yerdeki parçalanmış yılan, böcekler, dimdik duran siluetinden kim olduğunu seçebildiği babasının simsiyah, yemyeşil ve kıpkırmızı bedeni karşısında şoka girdi ve orman yolundan gelirken bulup eline baston yaptığı sopayı Müge’nin kafasına indirdi. Müge hemen can verdi. Sinan babasının gözlerindeki böceklerden başlayarak bedenindeki tüm böcekleri elleriyle uzaklaştırdı. Böcekler yarı baygın olduklarından bunu yapması pek zor değildi. Şimdi sıra Erdem’i uyandırmaktaydı. Erdem’in bedeni vıcık vıcık yara içindeydi. Ağustos böcekleri aniden sustular. Ağustos böcekleri susana değin Sinan ağustos böceklerinin farkında değildi. “Çocuğum! Çocuğuma ne oldu? Müge?!”
Müge’nin annesi Fevziye Hanım kızının telaşlı halini merak ederek çakkallarını bırakıp kızlarını takip etmişti. Şimdi yerde patlak kafayla hareketsiz yatan kızının yanına atıverdi kendini. Ağustos böcekleri korosundan bir bölük o an havayı yeniden zımparalamaya başladı.
Zeynep Ersen