KENT & MİMARİKÖŞE YAZILARI

Taksim Tasarım Yarışması; “Sol Sinyal Verip Sağa Dönmek” – Mehmet Aksoy yazdı…

Yarışmacılar kandırıldı! Yarışma şartnamesinde istenenler ve beklentilerle yarışma sonucu tam bir sol gösterip sağ çakmadır. Şartnamede; meydanın tarihsel önemi, hafızası cumhuriyetimizle bağlantısını açıklayan en az on sayfa doküman var. Uzun uzun meydanın tarihinden, belleğinden, kimliğinden söz ediliyor sanırsınız ki meydan ve geçmişi çok önemli. Hiç de öyle değilmiş sonuç bize bunu gösteriyor…

Darwin bir özdeyişinde “Bir fikri öldürmenin en iyi yolu, onu yanlış savunmaktır” demiş, onu anımsadım. Meydan fikrini işte böyle savunursanız parka dönüşür.

İBB NE İSTİYOR?

Taksim meydanını; belleğini, şahit olduğu olaylarla birlikte tarihe gömmek mi? Meydanı mekansızlaştırarak, anlamsızlaştırarak içeriğini boşaltarak parka dönüştürmek mi? Kafalarda, ruhlarda, gönüllerde politik sosyolojik bir anlam taşıyan, cumhuriyetimizle birlikte gelen demokratik aydınlanmacı hareketin fikir ve kendini ifade etme özgürlüğünün, toplumsal direnişin sembolü haline gelmiş bir alanı Taksim Meydanı’nı unutturmak yok saymak imajını değiştirmek mi?

X kuşağını, y kuşağını, z kuşağını yok sayarak yaşadıklarını unutturmak ve belleklerini silmek mi?

Taksim meydanında miting yapma yasağını TOMA’larla, polisle, gazla değil de blok halinde askeri nizamda ağaçları dizerek meydanı doldurarak mekansızlaştırarak bir anlamda desteklemek mi?

İBB yönetimi ve Sayın İmamoğlu “hayır tabii ki bunları istemeyiz” diyecektir.

Ben de istemezler diye düşünüyorum ama yapılan tam da bu. Yer altında bir müzecik yaparak meydanı ve hafızasını oraya mı gömeceksiniz. İnsanlar daha yaşıyorlar istekleri talepleri de halen aktüel.

16 Şubat 1969’da Kanlı Pazar’da “6. Filo Defol, Tam Bağımsız Türkiye” diye haykıran, ölümü göze alarak yürüyen o zamanın gençleri halen canlı, yaşıyorlar. 1976, 1977, 1978’in 1 Mayıs’larında Taksim Meydanı’nı dolduran yüz binlerce, beş yüz binlerce insan ve onların çocukları torunları yaşıyorlar.

Eşit işe eşit ücret, evlat acısına son, diyerek bu meydanı dolduran ilerici kadınlar sesini halen duyuyoruz. İstekleri halen geçerli.

Gezi olaylarına katılan milyonlarca kişinin yanlış anlaşılması ya da hiç anlaşılmaması; ağaç istiyordunuz alın size ağaç mekanik mantığı. Hem küçümseyici hem sığ.

NASIL OLMALIYDI?

En baştan başlarsak, yarışmaya kimler katılabilir. Heykeltıraşlar direkt katılamaz, proje müellifi olamaz ilk etap için mimar veya peyzaj mimari olmak gerekiyor çünkü şartnameyi oluşturan akil kişilerin fikrine göre halen heykeltıraşlar, mimarların tayin ettiği kaide üstünde heykel yapar. Halbuki günümüzde iş hiç de böyle değil. ”Kunst am bau” yapılarda kamusal alanda sanat anlamına gelen bu öğretiye göre şehirlerde problemli alanları (Taksim Meydanı gibi) düzeltmek işlevsel hale getirmek için heykeltıraş, ressam, psikolog, tarihçi, şehirci, mimar, peyzaj mimarı gibi disiplinlerden bir ekip oluşturulur. Belediyenin imar işlerinden sorumlu bir kişi de nerede kanalizasyon var, nereden elektrik su gaz hatları geçiyor diye danışman olarak bulunur. Bunlar aralarında konuşup tartışarak projeler üretirler. Beğendikleri bir ya da iki projeyi belediyeye sunarlar.

HEYKELTIRAŞLAR NEDEN ÖNEMLİ?

Çünkü mimari mekanları plastik mekana çevirebilecek, oraya anlam verecek, orada bir cazibe alanı yaratabilecek şey heykeldir ve onun çevre düzenidir. Dünyaya bakın bütün tanınmış meydanlar heykelleri ile ünlüdür. Mimarlık fonksiyonlarla sınırlıdır; anlam üstüne duygu üstüne form üretemez. Bunu heykeltıraşlar yapar.

İkinci büyük yanlış sıradanlık, büyük ve mekana özel düşünememe.Taksim nerede diye sorarak başlarsak, meselenin önemi ve nasıl bir iş yapmamız gerektiği kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Taksim; ortasından deniz geçen, bir yüzü Avrupa’ya, bir yüzü Asya’ya bakan, Avrupa ile Asya’nın birleştiği buluştuğu yerde İstanbul’da, bir dünya şehrinde ve onunda merkezinde olan bir meydan. Yani bir anlamda da dünyanın merkezinde yer alan bir meydan. “Sıradan” bir yer değil. Buraya genel geçer her yerde olabilecek bir şey yapamazsın. Burayı sıradan bir parka dönüştüremezsin. Roma’dan Osmanlı’ya oradan Cumhuriyet’e uzanan bir kültürden bir yaşanmışlıktan söz ediyoruz. İçinde Ayasofya’nın, Topkapı Sarayı’nın, Süleymaniye’nin, Galata Kulesi’nin, Rumeli Hisarı’nın, Kız Kulesi’nin, Sultan Ahmet Camisi’nin bulunduğu muazzam su kemerleri ve daha nicelerinin yapıldığı bir metropol şehirden bir dünya şehrinden İstanbul’dan bahsediyoruz. Bu içeriği sarmalayan bir form bulmalıyız, bu da çağımız. Sanat kültürünün, form duygusu ve dilinin gerisinde kalmamalı tersine içinde, ilerisinde olmalı, ufuk açmalı. Endişemiz bunlar olmalı dünya ölçeğinde düşünmeli sanatsal kaygıları öne çıkarmalı, sıradanlığa set çekmeli. İstanbul’a ihanet edilmemeli.

Bu kıstaslar ışığında meseleye tekrar bakarsak; yapılan işin ve çıkan sonucun ne kadar yanlış, sıradan, küçük ölçekli bir bakışın sonucu olduğunu görebiliyoruz. Taksim Meydanı’nın sorunu bir peyzaj sorunu değildir. Son zamanlarda AKP hükümetinin yaptırdığı millet bahçeleri ve peyzaj düzenlemelerine baktığımızda ne büyük bir zevksizlik ve gelenekten kopuk; ne Osmanlı, ne Endülüs ne Babil liyakatsiz AKP zevki. Bozulmuş halı kilim desenli iki boyutlu felsefesi olmayan masa başı tasarımları ne pratikte ne doğada karşılığı yok.

Ben yaptım olducu görüş. Taksim’de bu böyle değil tabii. Bir yarışma açıldı, hem de uluslararası, dili İngilizce gizlilik esasları gereği? Yarışma sonuçları halka sunulacak bol ödüllü. Yaklaşık 300.000 Euro masraf edildi,ciddi bir yarışma.

AMA SONUÇ HİÇ DE ÖYLE DEĞİL, NEDEN?

Çünkü şartnameyi yazanlarla, pratiğe sokanlar sanki farklı insanlar. Raportörler ve jüri sanki şartnameyi okumadılar ya da okudular ama kendilerince anlamak istediler. Onları düzeltecek bir otorite yoktu üstlerinde. Hata bu meseleyi içeriğinden koparıp sıradan bir peyzaj problemi gibi görmekte. Böylece yarışma bir peyzaj, boşlukları ağaçla doldurma projesi haline dönüştü. Yarışma niye açılmıştı: çünkü meydan can sıkıcı koca bir boşluk haline gelmişti, mimari kütlelerin plastik ögelerin, uyumlu yerleştirilmesinden mekandan, espastan söz edemiyorduk. Meydanın sanatsal dokunuşlarla, özgeçmişi, belleği ve doğa ile bütünleşen anlamlı, komunikatif ve işlevsel plastik bir mekan haline dönüştürmek gerekiyordu ama olmadı!

Bir başka göz ardı edilen şey doğayla bütünleşme. Doğada 90 derece yoktur, köşeler pahlanmıştır, dikdörtgenlerin içine 4-5 metre aralıklarla askeri nizamda ağaçları dikemezsiniz hele hele saksıya ağaç hiç dikemezsiniz, bunlar doğal değil.

Diğer unutulan ve aslında çok önemli olan bir mesele de su. Evet suların taksim edildiği yer Taksim’de su dikkate alınmadı. Maksemin alınlığında yazan 1. Mahmut’un “Biz burada her şeye su ile hayat verdik.” sözü manidar. Günümüzde su artık kutsal değil, değerli değil, kirletilebilir. Bu anlayışı reddetmek Taksim Meydanı’nda suyun her halini çağlama, akar, durgun, fışkırma tozuma, serpinti hallerinin meditatif etkisini kullanmak, suyu bir görsel şölen haline getirmek gerekiyordu oda olmadı. Kazanan üç projede bir birine benziyor. Bize bir tarihi meydan nasıl belleği silinerek melez, mekanik, duygusuz sıradan bir parka dönüştürülür onu gösteriyorlar. Almayalım kalsın, biz böyle iyiydik…

Mehmet Aksoy
Heykeltıraş

5 Yorum

  1. Mehmet Aksoy’u bir sanatçı duyarlılığıyla yaptığu bu eleştiriden ve yerinde tespitlerden ötürü tebrik ederim. Umarım yazdıkları dikkate alınır.

  2. Mehmet Aksoy usta sanatçılarımızdan, sözleri değerli.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu