Troçki İstanbul’da – Aslı Bora yazdı…
‘Kalem elde Büyükada’da çalışmak… Çok tatlı bir şey!’
Lev Troçki
İlginç tesadüfler sonucu gelişen merakla Rus Devrimi‘ne ilişkin kitapları inceliyorum. Önceliğim iyi araştırılmış ve mümkünse kaynak belirterek hazırlanmış kitaplara ulaşmak. Popüler yazarlara yaklaşmıyorum. ‘Bestseller’ raflara çoğunlukla yaptığım gibi dudak büküyorum! Çabalarım sonuç veriyor… Birkaç kitap seçiyorum ama burada şimdilik bir tanesi üzerinde durmayı tercih ediyorum… Gazeteci ve araştırmacı Ömer Sami Coşar Tarafından yazılmış, benim açımdan bulunmaz bir hazine: kitabın adı Troçki İstanbul’da. Kaynakçası, dipnotları, dizini, kim kimdir karıştırılabilir diye hazırlanmış kısa bir biyografi bölümü bile var! Kitapta Troçki’nin 1929 ile 1933 arası İstanbul’da yaşadıklarının yanında başta Rusya olmak üzere Avrupa’da II. Dünya Savaşı öncesi neler yaşandığını eş zamanlı olarak bulabiliyorsunuz. Ayrıca Bernard Shaw’dan Nazım Hikmet’e kadar birçok özel isim sayfalar arasından karşınıza çıkıveriyor. 207 sayfalık kitap Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkmış ve hali hazırda kitapçılarda rahatça bulmak mümkün. Meraklısıysanız okuyun, pişman olmayacaksınız! Ben burada özellikle İstanbul’da günlerini nasıl geçirdiğine değinmek istedim ama kitapta siyasi mücadelesini daha yakından izleyebilirsiniz. Ve elbette İstanbul’da geçen anılar birkaç sayfaya hapsedilemeyecek kadar çok.
Lev Davidoviç Bronstein…
Troçki, Lev Davidoviç Bronstein adıyla dünyaya gelmişti. Yahudi kökenli ailesi çiftçilik yaparak geçiniyordu. İlk eşitlikçi girişimi de çiftlikte, babasına karşı işçileri desteklemesiyle başladı. Bir çanta dolusu yasadışı bildiriyle yakayı ele verince, Çarlık rejimi tarafından 20 yıl hapse mahkum edildi. Bu 20 yılı Sibirya’da sürgünde geçirecekti. Sibirya’da kendisi gibi tutuklu olan, felsefe öğrencisi Aleksandra ile evlendi. Çiftin Zina (Zenaide) ve Nina adında iki kızı oldu. Çocukların doğumundan sonra karısının teşvikiyle sürgün yerinden kaçtı. Ortak planları böyleydi. Aleksandra, iki küçük çocuğuyla sürgünde cezasını çekmeye devam edecekti. Sahte kimliğindeki isim bölümünde ‘Troçki’ yazıyordu. Cezaevinden bir gardiyana aitti ama bundan böyle tüm dünya onu bu isimle tanıyacaktı.
Tekrar tekrar tutuklandı. Değişik ülkelere sığındı. Bu arada Paris’te Natali Sedova ile karşılaştı. Natali ölümüne dek yanında olan kadın olarak kaldı ve çiftin iki oğlu dünyaya geldi.
Troçki, 1917’de ülkesine döndü ve Bolşevik İhtilali’nin en önemli isimlerinden biri oldu. Lenin’in en güvendiği isim ve kaçınılmaz biçimde ardılı olarak görülüyordu. Fakat iktidar mücadelesi çetin geçecekti. Gürcü asıllı Stalin‘in, böylesi bir gücü Troçki’ye kaptırmaya hiç niyeti yoktu. Lenin’in ölümünü takiben onun Harbiye Komiseri unvanını geri aldı. Troçki karşı hamle olarak ‘sol muhalefeti’ harekete geçirdi. Stalin, boş durmadı, partideki gücünü arttırdı ve parti kongresinde lider olarak onandı.
İktidarın sahibi olan Stalin, Kızıl Ordu’nun kahraman komutanını Alma Ata’ya sürgüne yolladı. Sürgün kalıcı bir çözüm değildi; Troçki muhalefetini gittikçe daha sert bir üslupla yapıyordu. Troçki nefes aldığı müddetçe, Stalin için tehlikeydi. Ama koskoca devrim kahramanı göstere göstere öldürülemezdi. Hele Rusya içinde bu tam bir fiyaskoya dönüşebilirdi.
Derhal yurt dışı sürgün hazırlıkları başladı. Başta Almanya olmak üzere birçok devletin kapısı çalındı. Ama hiçbiri böylesi namlı bir komünisti ülkesinde istemiyordu. Stalin ılıman bir ilişki içinde olduğu komşusuna yöneldi. Türkiye bu baş belasını alır mıydı?
Mustafa Kemal Paşa’nın şartları…
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın Troçki’yi ülkesine kabul etmek için bazı şartları vardı. Bunlardan en önemlisi can güvenliği meselesiydi. Troçki’yi hiçbir Sovyet idarecinin öldürme girişiminde bulunmamasına ilişkin kati teminat istiyordu. Ayrıca Troçki’nin diğer herhangi bir mülteciden farkı olmayacaktı. Türkiye’de serbestçe dolaşabilecek, ancak yine de Türk makamları kendisinin emniyeti için önlem alacaktı. Yine Troçki, kendi iradesiyle başka bir ülkeden vize alabildiği takdirde Türkiye’den gitmekte özgür olacaktı. Türkiye’de yayınlamamak koşulu ile yazı yazması da Troçki’nin kendisine bırakılıyordu.
Bütün bu şartlar Stalin’e cazip gelmese de en büyük rakibini gözden ırak kılmak ağır bastığından Troçki’nin sınır dışı edilme kararı bir çırpıda alınıyordu.
Kızıl Meydan’dan Taksim Meydanı’na…
Moskova’da, Alma Ata sürgünü öncesi Troçki taraftarlarının treni hareket ettirmemek için raylara uzanması Stalin’in hala aklındaydı. Bir daha asla buna fırsat verilmemeliydi. Son derece gizli bir operasyonla Troçki ve ailesi evden alındı. Karla kaplı yollar adım adım temizlendi ve uzun bir yolculuğun ardından sürgün yolcuları Odessa Limanı’na ulaştı. Buz, hazırlanan yolcu gemisine müsaade etmediğinden ‘İlyiç’ adlı bir şilep hazırlandı. Bir buz kıracağıyla açık denize ulaşması sağlandı. Stalin, kar, buz dinlemiyordu; Troçki gitmeliydi!
Yolculuk 22 gün sürdü. Troçki gideceği yeri gemiye binmeden az evvel öğrenmişti. Kesinlikle İstanbul’a gitmek istemiyordu. Kızıl Ordu ile dağıttığı ve bir kısmı İstanbul’da yaşayan Beyaz Rus mültecilerin arasında sağ kalamazdı. Üstelik Stalin, Türklerle anlaşmış olabilirdi. 12 Şubat 1929’da İlyiç, İstanbul’a ulaştı. Türk makamları hiçbir sorun çıkarmadılar. Troçki en korunaklı yer olarak gördüğü Tünel’deki konsolosluğa yerleşti. Mustafa Kemal Paşa’ya hitaben, son derece nazik bir üslupla yazdığı mektubunda, öldürülme korkusundan bahsetti. Resmi olarak can güvenliği teminatı istiyordu. Bu arada dış basında Stalin karşıtı ve ağır suçlamalarla dolu makalesi ortalığı karıştırdı. Konsolosluğa Moskova’dan emir üzerine emir geliyordu: Troçki gitmeliydi!
Troçki bir taraftan İstanbul’a merak sarmıştı. Süleymaniye, Ayasofya, Beyazıt ve Yavuz Sultan Selim Camii gibi anıtsal yapıları ziyaret etti. Artık basın için Troçki bulunmaz bir konu olmuştu. İstanbul’daki emniyeti açısından bu durum yetkilileri telaşa düşürmeye yetti.
Mart ayında çoktan terk etmesi gereken konsolosluktan ayrıldı. Önce İstiklal Caddesi üzerinde yer alan Tokatlıyan Oteli’ne, ardından Bomonti’de bir köşke taşındı. 1 Mayıs’a sayılı günler kala da İstanbul’da uzun süre yaşayacağı ve bir anlamda karargahı olacak Büyükada’ya yerleşti. İzzet Paşa’ya ait köşkte kiracı olan Troçki, sınırsız şüpheciliğiyle evi çok tekinsiz buldu. Ne kadar da çok pencere vardı…Pencereler kapatılmalıydı. Bir sürü marangoz içinden neredeyse hiç işitmeyen İhtiyar Barba’yı seçti. İşler ağır yürüyecekti ama güvende olacaklardı. İşitmez, anlamaz bir ihtiyar başına iş açmazdı.
Mülteci Troçki’den korkan Avrupa…
Bu arada Avrupa ülkelerine vize başvurusu yapmaya devam ediyordu. Yaşlı Kıta’da yaşayan Troçkistlerin ne kadar yakınında olursa o kadar etkileyici olabileceğinin farkındaydı. Ancak hiçbir ülkeden olumlu cevap gelmiyordu. İngiltere’de bir kabine oturumu sırasında bu konuda gerçekleşen sert tartışmalardan birinde dönemin dış işleri sorumlusunun verdiği cevap, Troçki’nin neden istenmediğini tamamen açıklıyordu:‘ Orada, İstanbul’dadır. Yolumuz üzerinde de değildir. İstanbul’dan başka hiçbir yerde bulunması da kimsenin menfaatine uygun düşmez. Evet, hepimiz ondan korkuyoruz!’
Türkiye’deyse ‘herkesin korktuğu adam’ tehlikelerden uzak tutulmaya çalışılıyordu. Adaya yerleşmesi yetkilileri biraz olsun rahatlatmıştı; özellikle kışın giren çıkan rahat kontrol edilebilirdi. Troçki günlerini Stalin’i çıldırtan makale ve bildiriler hazırlamakla geçiriyordu. Dünyanın değişik yerlerinden Troçkistler sekreterliğini yapmak üzere Büyükada’da kendisine eşlik ediyordu. Ayrıca hayattan kopmamış, Rum bir balıkçıyla düzenli olarak balığa çıkmayı adet edinmişti.
Stalin’in tarih merakı…
Rusya’da ise Stalin, Troçki’nin adını ağzına alanı bile tutuklatıyordu. Hatta yaşasaydı Lenin’in bile sürgünde olacağı esprilerini yapanlara üç yıl Sibirya sürgünü cezası veriliyordu. İstanbul’da Troçki ile görüşmüş olanlar hemen vatan haini ilan edilip kurşuna diziliyordu. Troçki, İstanbul’da ölüm korkusuyla yaşarken, Stalin de Moskova’da hem can, hem de iktidar derdine düşmüştü. Troçki yaşadığı sürece Stalin için hep ‘baş düşman’ olarak kalacaktı. Bu sebeple önce kültürel bir bozguna girişti. Yazarları ve tarihçileri topladı. Kızıl Ordu’yu kuran, Beyaz Rus ordularına karşı zafer kazananın Troçki olmadığı anlatılacaktı. Troçki, devrimden sonra tesadüfen Lenin’in yanına aldığı ve hatta sonradan Lenin’e başkaldıran bir asi gibi gösterilecekti. Tarih yeniden ama Stalin’in istediği biçimde yazılıyordu.
İzzet Paşa köşkü alevler içinde kalınca…
1 Mart 1931’de Troçki’nin evi alevler içinde kaldı. Ev kullanılamaz duruma geldi. Troçki istemeye istemeye Moda’ya taşınmak zorunda kaldı. Bu arada Troçki yine çevre gezilerine dalmıştı. Balığa çıkmanın yanı sıra avlanmak üzere de Samandıra gibi uzak ormanlık alanlara gitmekten çekinmiyordu. Yine böyle bir av partisini uzatınca hava bozduğu için Şile yakınlarındaki bir köyde mahzur kaldı. Geceyi beraberindeki jandarma, polis ve sekreterleriyle köyün imamının evinde geçirdi. Tabi buradaki asıl soru imamın ve Troçki’nin içinden neler neler geçirdiğidir. İşte onu bilemiyoruz.
Şüpheci Troçki, başka bir gün İstanbul’u hareketlendiren bir girişimde bulundu. İstiklal Caddesi’ndeki Artistik Sineması’nda* Charlie Chaplin’in yapımcı – yönetmen – besteci – oyuncu meziyetlerini buluşturduğu ‘Şehir Işıkları’ adlı filmi ailesiyle izlemek istiyordu. Hiç şüphesiz film bitip, Beyaz Rus kaynayan Beyoğlu’ndan sağ salim eve dönünce en çok mutlu olan dönemin İstanbul Valisi olmalıydı.
Troçki yeniden Büyükada’da…
Kısa süre sonra tekrar Büyükada günleri başlıyordu. Bu sefer denize nazır Yanaros’un köşkü kiralanmıştı. 1932 kışında devrim kahramanı Troçki, Stalin’in kararıyla Sovyet vatandaşlığından çıkarıldı. Stalin böylece Troçki ile iletişime geçecek ya da geçmeyi düşünen herkese gözdağı veriyordu.
Asıl üzücü haber 1933’ün ilk günlerinde Büyükada’ya ulaşıyordu. Troçki’nin kızı Zina, Berlin’de intihar etmişti. Troçki için bu gerçek bir yıkım olmuştu. Bu konuda Moskova’ya yazdığı mektuplarda açıkça Stalin’i suçladığı belirtilmektedir.
Troçki dönmemek üzere İstanbul’dan ayrılıyor…
1933 yazında yıllardır beklediği haber Fransa’dan geliyordu. Eşi Natali’yle Fransa’da yaşayabilecekti. ‘Leon Sedov Efendi’ adına düzenlenmiş pasaportuyla 17 Temmuz’da Bulgaria isimli bir gemiyle Türkiye’den ayrıldı. Gitmeden evvel Türk makamlarından istediği takdirde geri dönebileceği garantisini almıştı…
Son söz…
Bu yazıyı eğer Belçika ya da Meksika’da olsak şu şekilde bitirebilirdim: ‘Troçki’nin zorunlu mültecilik günlerini geçirdiği ev bugün müze haline getirilmiştir ve ziyarete açıktır.’** Maalesef bunu söyleyemiyorum. Bomonti’de kısa süre kaldığı ev neredeyse yarım yüzyıl önce yerini bir apartmana terk etmiş durumda. Büyükada’da uzun yıllar yaşadığı İzzet Paşa köşkü sahibinin arzusuyla konut alanı. Yanaros’un köşkü ise bir harabe…Bu nedenle evlere ait fotoğraf koymayı tercih etmedim.
Bu durumda eğer tarih içinde yürümek hoşunuza gidiyorsa, Büyükada, Tünel’deki Rus Konsolosluğu ya da Moda Şifa Sokak’a yolunuz düşerse bu mavi gözlü mücadele adamının aklında bin bir düşünceyle buraları adımladığını hayal edebilirsiniz…
Aslı Bora
*Artistik Sineması: İstiklal Caddesi üzerinde İnci Pastanesi’nin bitişiğinde bulunan, birkaç yıl öncesinin Rüya Sineması’dır.
** Troçki’nin Belçika ve Meksika’da yaşadığı, kendisinden ve ailesinden izleri barındıran evler bugün müze haline getirilmiştir ve ziyarete açıktır.