Hiçlikten Varlığa, Vardan Hiçe Sanatsal Bakış – Mustafa Günen yazdı…
Sanat Manifestom - 1
Başlıktaki sorular benim yazmakta olduğum sanat manifestomun konularıdır. Peki neden bunları sorguluyorum, yazıyorum?
Çocukluk yaşlarında yaptığım resimli romanlar dönemi hariç, tam elli yıldır resim yapıyorum. Dünya literatüründe deniz ressamı olarak biliniyorum. Ancak yirmili yaşlardan beri soyut resme büyük bir ilgi ve tutkum var. Doksanlı yılların sonuydu. Merhum Sayın Kaya Özsezgin ve Sezer Tansuğ hocam (Nur içinde yatsınlar) Sayın Nevzat Boztaş hocamla birlikte beni ziyarete gelmişlerdi. Onlara soyut resim tutkumdan bahsettim. Kaya Özsezgin hocama onun Milliyet Sanat dergisinde yayınlanmış ve kesip sakladığım sanat yazılarını gösterdim. Çok memnun oldu ve bana, soyut resmin çok ciddi bir alan olduğunu, uzun bir olgunlaşma süreci olduğunu söyledi ve bana tavsiyelerde bulundu. Gerçekten de soyut resim, özellikle felsefe ve bilimde, psikoloji, psikanaliz, sosyoloji gibi alanlarda yeterlilik gerektirir. Ki zaten ben de yine yetmişli yılların başından itibaren bu konularda sayısız dergiler ve kitaplar okuyordum. Özellikle TÜBİTAK’ın yayımladığı “Bilim ve Teknik” dergisini ve “Milliyet Sanat” gibi dergilerin her sayısını merakla ve keyifle okurdum. Hala da yoğun bir şekilde çeşitli bilimsel kitapları, yayınları okuyor ve izliyorum. Bu okumalarımın sonunda resim yapmanın yanı sıra yıllardır sanat ve sosyal konularında makaleler yazıyorum. Dolayısıyla gözlem ve fikirlerimi soyut resim tarzında aktarmanın artık zamanı geldiğine karar verdim. Bunu da önceki duayen sanatçıların yaptığı şekilde yapacağım.
Bilindiği gibi Picasso, Kandinsky, Modrian, Klee gibi büyük ustalar, dönemlerinde gelişen bilimden, felsefeden etkilenerek ve yararlanarak bir düşünce, bir varlık yorumu oluşturmuşlardır. Bunları gerçekleştirirken de ulaştığı değerlendirmelerini kimi kitap halinde kimi de makale şeklinde dergilerde, gazetelerde paylaşarak deklere etmiş, tartışmaya açmışlardır. Kısaca sanata hesap vermişlerdir. Dolayısıyla ben de aynı doğruyu yapmak için önce varlıkla ilgili düşüncelerimi ve neyi niçin yaptığımı içeren izahları bir manifesto başlıkları şeklinde vereceğim ve bu başlıkları ayrıntılarıyla açıklayacağım.
Bu başlıklar tümüyle tartışmaya açıktır. İlgi duyan merak eden herkes görüşlerimi nedenlerini belirterek eleştirebilir. Şimdi bu başlıklardan birkaç kısa örnek vereyim.
Varlık, hem bilimin hem felsefenin ilgi alanındadır. Yokluk ise daha çok felsefenin alanındadır. Yok ile ilgili iki türlü kavrayış algısı vardır; birincisi “yok” deneyimlenmiş bir var’ın ortada veya artık mevcut olmamasıdır. Yok’un daha önce var olup artık var olmama durumu, varla ilişkilidir. Yani “var”a zorunludur. İkincisi ise hiçlik dediğimiz var olmama durumudur, yani hiçbir şeyin var olamadığı, olmadığı durumdur. Ancak hiçliğin tanımındaki var olmama izahı, var kavramına atıfta bulunulduğu için pek tatmin edici değildir. Bu yüzden ben hiçlik durumunu “deneyimlenemez mevcudiyetsizlik” olarak tanımladım. Bu ifadedeki deneyimlenemez sözcüğü, deneyimleyecek herhangi bir varlığın (öznenin) olmamasını kast eder. Hiçlik kavramı özellikle felsefede halk diliyle beyin yakıcı konulardandır. Bir o kadar da enteresandır. Ben de bir hayli irdeledim. Kısaca hiçliği şöyle tanımladım; hiçlik, aslında eğer hiçliği değerlendiren varsa, kastedilen hiçlik, artık hiçliğini yitirmiştir, o hiçlikten bahsedilemez…
Varlıkla ilgili bilimsel sorularım için ulaşabildiğim akademisyenlerden sürekli bilgi alıyorum. Bazı sorularımın cevapları genellikle bilimsel literatürde olmadığı için bilimsel cevaplardan ziyade; felsefi izahlara daha yakın duruyor. Örneğin akademisyenlere özellikle fizik bilimcilerine ilk olarak şunu sordum.
Soru 1- Bizim evrenimizin dışında başka yasalara bağlı var olmuş ve yetisi olan bir gözlemci bizim evrenimizdeki süreci nasıl görür? Yani zaman ve hareketi nasıl algılar?
Benim bu soruya ilişkin kurguladığım sonuç; evren dışındaki bir gözlemci, evrenimizin tabi olduğu görelilik yasaları gereği, bizim algıladığımız şekilde hareket ve zamanı algılamaz. Yani muhtemelen donuk olarak algılar. Zaten hareket ve zamanı görebilirse o zaman görelilik yasası kapsamına dâhil olur demektir. Bu durumda bir şekilde bizim de onu tespit etmemiz söz konusu olur. Şunu atlamayayım, eğer bu gözlemcide görelilik kuramına duyarlı dekoder gibi bir cihazı varsa o zaman evrenimizdeki hareket ve zamanı algılayabilir. Ancak burada da sorular vardır. Bu gözlemci ne hareketi, ne de zamanı bizim algıladığımız gibi algılamayacaktır. Adı üstünde görelilik yasaları, farklı referanslara göre farklı değerlendirilir. Örneğin bu gözlemcinin dekoderi trilyonlarca yıldızın arasından bizim dünyamız referanslarına ayarlı değilse ne zamanı ne de hareketi bizim gibi algılamayacak, görmeyecektir. Peki, Dünya referanslarına ayarlandığında iş bitiyor mu? Hayır bitmiyor!
Varlığın bilimsel izahlarında çok çok enteresan sonuçlar var. Bütün bu ve benzer konuları Mustafa Günen sanat manifestosunda irdeleyeceğim ve paylaşacağım. Çok keyif alacağınızı umuyorum.
Mustafa Günen