
Bataklık – Murat Öksüz yazdı.
Hep bir şeylerden kaçmaya çalıştım. Yaşamdan, insanlardan, soğuktan, sıcaktan… Bulunduğum o “anlar”dan… Sığınacak bir yer arayıp durdum. Denizlerin, limanların, şehirlerin, sokakların, evlerin, duvarların, renklerin ardına saklandım. Ve fakat güneş batmaya başlayınca gölgemi saklayamaz oldum. Her nasılsa gölgenle eskrim oynamaya çalışırken bir bakarsın biraz da serde ve sırda olanlar dökülür kılıç yaralarından. Gölgemin o büyüyen kızıl karanlığına; dibe, en dibe gömüldüm işte ben de. Gölge bu, sağı solu belli olmaz, sen önünü arkasını mühürleyip ateşi kıssan da an gelir deviriverir tepsiyi, demem o ki sabır işi belli .
İnsanın beyni hiç susmayan ses yığını. Binlerce kişi, binlerce an defalarca yankılansa da her şeye alışan insan, bir kişiye evet yalnızca tek bir kişiye –kendine- alışamıyor. Dahası tahammül bile edemiyor. Denklem değil ki çaresiz çözelim, gelişine göre gidişine yön verelim.
Dönüp duruyorum aynı kısır eksende. Halbuki kaybolduğum yerde haritayı tekrar tekrar baktım. Kovalayıp durduğum, zihnimin o kupkuru gürültüsüydü.
Hep kaçmak ile kalmak arasında bir yere sıkışıp duruyorum. Bu arada kalmışlık hali tüm bedenime, ruhuma, zihnime kara bir bulut gibi çöküyor. Derin bir karanlığa kapılıyorum. Bu sis perdesinden tek çıkan ise kapkara huzursuz bir tren misali içimi yarıp geçiyor. Peşimi hiç bırakmayan ve artık bir parçam olduğunu sanıyordum oysa. İnsan en çok kendine yabancıymış bilemedim.
İnsan tek seferde ölmüyor. Hatta ne zaman ölmeye başladığını kendisi bile hatırlamıyor. İlk ayrılışta mı, ilk kaybedişte mi, ilk hayal kırıklığında mı, ilk yok sayıldığında mı, ilk kalbi yandığında mı ilk çaresiz hissettiğinde mi? Ölümle ilk tanıştığında mı mesela? Artık bir şey hissetmediğinde mi? Ne zaman başlar ki insan ölmeye? Hangi anlamı kaybettiğinde? Alamadığı ilk nefesinde mi? Ve belli ki azar azar sızıyor zehir o çatlaktan içeri ve orada -en derinde- kendine bir yerleşiklik tasarlıyor. Kaybettikleriyle yüreğinden eksilmeye başlarken, hayalleri de zihninde yok oluyor. Ve belki de kaybettikleri ile değil olamadıklarıyla ölüyor.
———
Yıkık dökük bir yerdeyim. Tek bir sağlam yapı kalmamış. Dipsiz bir mahşer gibi.. Ne sağ kalanlar kurtulmuş ne de kurtulanlar sağ kalmış. Issızlığa gömülmüş sokaklar; kırık dökük taşlar, paslı metaller, kirli suların üzerinde yüzen tahta parçacıkları ile dolu. Vakit yeri sanki.. Sessiz, tanımsız, biçimsiz… Aşkın ve savaşın ötesinde.. İsyanın da ,itaatin de uzağında. Çıplak ayağımla bu bataklık gibi olan sokakta bata çıka yürümeye çalışıyorum. Gri duvarlar, gri gökyüzü, gri sular… Hiçbir şey tam seçilemiyor. Her şey bulanık. Burası neresi, nereye gidiyorum?.. Adımlarımı duymaya çalışıyorum, hiçbir ses yok. Durup etrafı dinliyorum. Derin bir sessizlik. Elimi suyun içine daldırıp bir taş buluyorum. Ayakta zor duran bir binanın penceresine doğru fırlatıyorum. Ne bir ses ne bir nefes. Sanki bina bir anda taş kesmiş karşımda. Hiçbir şeyden emin olamıyorum. Binadan, taştan, kendimden. Kir pas içindeki kalbimden.
Birden sessizliğin hükmü bitti. Hiç susmayacak bir kulak çınlaması başladı. Suların içinde dizlerimin üstüne çöküp iki elimle kulaklarımı kapıyorum. Çınlama daha da artıyor. Bir mağaradayım ve dünyadaki tüm sesler yankılanarak ve her defasında daha da artarak içimden geçiyor adeta. Acı bir çığlığı andıran bu çınlama; benim sesimdi, yönümdü, rehberimdi …Hesap soran varlığımdı illa ki derinlere gömdüğüm.
İyice küçülüp, dizlerimi kafama götürüp, kendimi sıkıp, ileri geri sallanıp suyun içine doğru bıraktım bedenimi. Gözlerimi kapıyorum. Suların derinliklerine doğru bir taş gibi batıyorum. Bir anda her şey susuyor. Kör duvar, kör ahenk, kayıp gökyüzü, kayıp gelecek… Ve pencere önü çiçekleri, hepsi bir anda kalıyor olduğu yerde. Zihnim geriye, daha da geriye gitmek istiyor. O duvarı ilk gördüğü ana, o gökyüzünde kaybolduğu zamana ve bir pencere önü çiçeği olduğu soluğa.
Kör Duvar
Göz alabildiğine yeşillikler akıyor her yerde. Bir yanım güneş, bir yanım yağmur. Tepemde gökkuşağı. Gökkuşağının içinde bir uçurtma. Ne renk istersin hepsi cebimizde. Zaman uçurtmaya bağlı. İpi elimden kopup gidiyor.
Yollar…Ömrümü var eden yollar. Hep yolda olmakmış yaşamak. Yollara düşmek, yollarda kalmak. Yoldan dönmek. Yolsuz göçlere çıkmak. Yol kadim bir sırdır öğretisiyle. Peki yollar hep kör duvarsa?
Yorgun adım adımlarımla yine yürüyorum ben de. Belli ki yol tutunanlara gerekli. Ve fakat sağım solum uçurum ona ne demeli? Bir an önce düşsem de kurtulsam diyorum. Sisten önümü zor görüyorum zira. Bir adım, bir adım daha. İşte orada kaskatı bir şekilde dikiliyor. Kafamı kaldırıyorum. O , gökyüzüne doğru uçsuz bucaksız yükseliyor. Sağımda ve solumda boylu boyunca uzanmış. Ne geriye gidebiliyorum ne sağa ne sola. Arkama bakıyorum, sis pus içinde üstüme çöken bir duvar… Sıkışıp kalıyorum. Tüm gücümle yumrukluyorum. Nefesim kesilinceye kadar bu taş kesmiş duvara vuruyorum, vuruyorum, vuruyorum. Artık halim kalmıyor. Ellerim kan içinde. Dizlerimin üstüne çöküyorum. Bu sefer pes etmek yok diyorum. Yolun sonu da olsa, ayağa kalkacak halim olmasa da, bu duvarı aşmam gerek. İnatla değil inançla.
Gözyaşlarıma engel olamıyorum. Oysa çok olmamış mıydı o duvarı aşalı, çok olmamış mıydı başka yollara karışalı? Ama işte buradayım. Bir duvar karşısında taş kesmiş duruyorum.
Yeşillikler içindeyim. Bir elimde de güneş, diğer elimde de yağmur. Gözümü kapıyorum. Gökkuşağı, uçurtma ve zaman kayboluyor.
Kayıp Gökyüzü
Derin bir nefes al diyorum kendime. Gözümü kapıyorum. İşte orada yıllardır düşlediğim; içinden fırtınalar, bulutlar, kuşlar, yağmurlar, karlar, güneşler, aylar, gölgeler, var oluşlar, yok oluşlar geçen gökyüzü. Ne zaman kaskatı olsam, kaybolsam bulur beni.
Her insanın bir gökyüzü olmalı. İşinden, gücünden, sevgisinden, umudundan, acısından gayrı bir gökyüzü. İçine kendini gömebileceği, öldürebileceği ve sağ çıkabileceği… Sıcak ve sığınılacak…
Ama nafile hepsi zamanın o bulanık hafızasında siliniyor. Sanki bir uçurumdan aşağıya düşerken o anlar, anılar yanımdan geçip gidiyor. Elimi uzatıyorum, avucumun içinde yitip gidiyor.
Korktuğum, yorulduğum, yandığım ve yaktığım ve elbet kaybolduğum anlarda sığınıyorum kendi cennetime. Rutin bildiğim yere. Kimsenin bana bir şey yapamayacağı ,hep var olduğum, var ettiğim yere. Pencere önüne…
Önümde daracık bir sokak. Eski lambaların loş ışığı tüm sokağı belli belirsiz aydınlatıyor. Sokak nerede başlıyor, nerede bitiyor belli değil. İnsanların yüzleri seçilmiyor. Koşuşturma içinde kaybolup gidiyorlar. Binalar eski, belki kalu beladan beri. Sokak binalardan eski. İnsanlar da sokaktan… Her şey belli belirsiz. Ölgün evlerin pencereleri sıkı sıkıya kapalı. Perdeleri çekik. Gölgeleri bile görünmüyor. İçlerine gömülmüşler daha doğmadan. Ama her şeye rağmen olmak istediğim yerdeyim. Arkamı evime dönmüşüm, yüzümü belirsizliğe. Olanı biteni izliyorum. Hava sisli, nefes sakin. Stabil bir sadelik.
———-
Kendime geldiğimde yine o bataklık içindeyim. Çınlamalar susmuş. Doğruluyorum yerimden. Islanmış, kir pas içinde kalmış her yerim. Arkamı dönüp bakıyorum, oradan mı geldim acaba ya da tam tersi yönden mi? Yine aynı bilinmezlikler sarmış etrafımı. Bata çıka bir yerlere varmaya çalışıyorum. Oysa takip ettiğim eski adımlarım.* Dön dolaş, kendinden binalar, sokaklar, yollar, anılar, çiçekler yap, yine kendine saplanıp kalsın.
İnsan kimdi ve zamanla kime dönüşüyor farkına varamıyor. Dönüp bir an olsun kendisine bakamıyor. Taktığı maskeler yüzünden sonunda onların silik birer kopyasına dönüşüyor. Unutuyor, unutuyor, unutuyor.. .Hafızıbeşer nisyan ile malul oluyor. Ortaya aynı suratlardan oluşan, binlerce yaşında ölü bir nesil çıkıyor. Acaba ben neye dönüşmüştüm? Kaçıp kurtulmaya çalıştığım bu bataklığa mı? Yakındığım bu insanlara mı? İçinden çıkamadığım bu umutlara mı?
İnsan yanıldığını da kabul edemezken, yanlış insan olduğunu nasıl kabul edebilir? Yüzleşmelerden kaçarak insan ancak kendi bataklığına saplanıyor. Ve saplanıp kaldığı, bedenimi hareket edemez hale getiren bu çamur, balçık, kir pas benden başka bir şey değildi. “Tüm insanlar böyle, ben kendime düşüneni yaptım” lafıydı ne de olsa ezber bildiğim.
Aslında umudumu geleceğe bağlamamıştım. Umudumu hayatta tutan geçmişimdi. Bir şekilde hayatta kalmamı sağlamıştı. Bunu neye rağmen yapmıştım bilmiyordum. Oysa ben ; tüm korkaklığım, bencilliğim ile oluşmamış benliğimden ibarettim.
Hep bir şey olsun, belki de tüm dünya yok olsun ki ben kalayım bir başıma diye düşünmüşüm. İnsanlardan uzak ve fakat insanlığa yakın olmak. Tertemiz bir başlangıç yapabilirim. Ve şimdi ağır adımlarla ilerliyorum, kendimin içinde. Gölgem beliriyor önümde. Akan tüm yaşların, bakan tüm gözlerin yüzü suyu hürmetine vaktimizdir, deyip sarılıyor. Sarıla sarıla ağlıyoruz yük bildiklerimizi kabulle.
Huzurumu kaçıracak bir tek ben varım. Var olan ise hiçbir şey…
Murat Öksüz
Çok beğendim, teşekkür ederim 🪷