Güneşin Altında Her Şey Aynı Mı? – Erbil Karakoç yazdı…
İlginç zamanlarda yaşıyoruz. İnsanlığın atlattığı onca badireden sonra tam tünelin sonundaki ışık görünecek derken önümüze yeni tüneller çıkıyor. Bir türlü ütopik insanlığa ulaşamıyoruz. Oysa ütopik insan için ne kadar çok roman yazılmış, resim yapılmış, şiirler söylenmiş savaşlar verilmiş ama sonunda dönüp dolaşıp geldiğimiz yer aynı. Hz Süleyman’ın dediği gibi “güneşin altında değişen bir şey yok.”
Bu küçük girişi yaptıktan sonra asıl mevzuya girmemin vakti geldi. Televizyonlardaki dizi filmler. Evet okur şimdi şunu söylemekte çok haklı. “Biz zaten dizilerin ne olduğunu biliyoruz şimdi okunacak yazı mı bu?” Başka bir pencereden bakmak gerekirse evet okunacak bir yazı. Hatta üzerinde tartışılacak ve hatta yeteri kadar tartışılmadığını anladığımızda birbirinin aynısı olan ve korkunç emek sömürüsüne dayalı bu sektörün belki de gerçek sanata dönüşmesini sağlamak için küçük küçük ateş böcekleri olacağız.
Dizilerde ne yok ki. Mafya babası, aşık, aldatılmış, yoksul, güzel, zengin fakir, aşiret ağası… Her konu işlendi. Her konu çekildi! Ama birbirinin tekrarı olan dizileri yeniden yeniden ısıtıp servis etmelerindeki amaç nedir? Birincisi elbette ki meta yani para. İkincisi ise daha vahim. Kitlelere “Tanrılar yaratmak.” Evet toplumları var eden bireylere olamadıklarını oldurmak, yaşayamadıklarını yaşatmak! İşte çağımızda bu açığı en ucuz yolla diziler kapatıyor (Sinema yazımızın konusu olmadığı için oraya giriş yapmayacağım ama şunu söylemeliyim bir çok film orada da bir birinin tekrarı.)
Dizilere dönelim
Öncelikle kazanılan parayı ele alacak olursak, sanıldığı gibi bütün dizi oyuncuları büyük paralar kazanmıyor. Ekrana çıkma ve şöhret hevesiyle sözleşmelere atılan imzalar sektörün ağa babalarına biat ve önce bir tanınayım sonra gelsin paralar (özellikle reklam işi) hayalleri ile geçen zamanda bir çok insan serüvenin sonunda hayal kırıklıklarıyla mücadele etmek zorunda kalıyor. Elbette sektörün “erkek yıldızları ve kadın yıldızları” var. Onlar elbette iyi para kazanıyorlar. Tabii ki kimi yapımcılar ve film şirketleri de öyle. Zaten çarkın tek taraflı dönmesi de bu umut tacirliğinin iyi iş yapmasından kaynaklı. Hem hayatta hem gişede iyi iş yapanlar sadece ve sadece umut tacirleri! Şiirde söylendiği gibi “sanat sevicileri.”
Bir çok alanda olduğu gibi dizi sektöründe de örgütsüz ve her koyun kendi bacağından asılır mantalitesi sektörün vazgeçilmez ilkesi haline gelmiş durumda. Böylesi bir düşünce tabiî ki sektörün ağa babalarını fazlasıyla mutlu ediyor. Kapitalizmin yarattığı ideal insan tiplemesiyle tornadan çıkma ve birbirine benzeyen kadın ve erkek oyuncuların piyasada alternatifi çok. Toplumda ve sektörde birbirinin aynısı olma ve çok olma durumu ucuz bir iş gücü yaratmış durumda. Sektörün can suyu da buradan geliyor. Dizi sektörünün ekonomik çarkını üst başlıklarla inceleyecek olursak yukarıdaki değindiğimiz üst konular vahim tabloyu anlatmaya sanırım yeterli olacaktır.
Bir de kazın öteki ayağı var
Dizilerin toplumda karşılık bulması; “Kitlelere Tanrılar yaratmaktan geçer.” (sinemada da öyledir) Bir dönem yayımlanan mafya dizilerinde “deli kanlı çağına gelmiş genç bir erkeğin” kendini bir mafya babasının yerine koyması “her genç kadının” ise moda ikonluğundan fırlayarak sokağa çıkması dizilerle yaratılan tanrılara sorgusuzca tapınmalarına borçluyuz. Kentlerin gettolarında dayanaksız apartmanların küçük odalarından yoksulluğun artık kronikleştiği mahallelerden çıkıp işlerine gidenlerin yollarda kurabileceği ve özdeşleşeceği (belki de kendini ezen sistemden intikamını aldığını düşünerek) her şeyin üstesinden gelen bir mafya babası. Yahut modacıların, filmcilerin, reklamcıların peşinden koştuğu ışıkların altında göz kamaştıran bir genç kadın hayali… İşte dizilerle yaratılan tanrı ve tanrıçalar! Ve onu almaya hazır milyonlarca insan. Büyük bir sektör ve ucuz iş gücü. Her gün her gün yeniden pişirilen aynı yemek. Ancak güneşin altında her şeyin aynı olduğu gibi kusurlarında aynı olması kaçınılmaz. Dizilerden çıkıp sokağa inen genç kadın ve genç erkeğin hayali biriken faturalarla, her gün kalınan mesailerle, kesilen yok sayılan tazminatlarla derin uykulardan gerçek hayata geçiş yapılmasını sağlıyor. Hiçbir şeyin dizilerdeki gibi olmadığı, hayatın ya da çarkların kendi kurallarının işlediği gerçek hayatta savunmasız ve tanrısız kalan insanın, her çaresizin yaptığı gibi var olanı kabullenmekle yetiniyor. İşte dizilerin ve dizicilerin yaptıklarının ne kadar kötü olsa da sektörce vazgeçilmezliği, toplum için afyon görevi görüyor olması. Uyuşturulmuş ve edilgen hale gelmiş beyinlerin kolay yönetimi. Tüketim toplumu yaratmanın enformasyonu. Dizi sektörünün sihri son cümlelerde gizli.
Güneşin altında her şey aynı mı ? Hz İsa çarmıha gerildiğinde “düşmanları her şeyin bittiğini düşünmüşlerdi” ancak her şey yeni başlıyordu. Televizyon sektörü ya da sinema endüstrisi her şeyin bittiğini düşünüyor olabilir. Ama sanatın ve edebiyatın gücü kendini yeniden var edecektir.
Tek bir dileğim var bizim tarafta yani sıradanların tarafında daha fazla şiir yazan daha fazla öykü, roman deneme yazan resim yapan film çeken kahkaha atan insanların çoğalması ve hayatı çoğaltması.
Sevgilerimle..
Erbil Karakoç