KÖŞE YAZILARI

Sanatçı Sorumluluğuyla Çözümler Üretmeliyiz – Fazilet Kendirci yazdı…

MAKAM / MEVKİİ SORUMLULUĞU NEDİR?
SONUÇ MU? SÜREÇ Mİ? Sonuca mı Odaklanalım? Sürece mi? 

Sadece resmi makamlardan değil,  sivil makamlardan da söz ediyorum.

Uzun zamandır gözlemlediğim, düşündüğüm bir mevzu; aslında farklı bir yaşam biçimiyle insanların daha nitelikli bir yaşam sürmesine katkıda bulunacağımızdan yüzde yüz emin olduğum durum tespitim.

Aklı başında, bir gram zeka ve vicdan sahibi olan, bir gram empati kurabilen herkes; çocuklara, kadınlara, insanlara, hayvanlara, tüm canlılara uygulanan şiddet karşısında temelde yaklaşık aynı duyguyu hisseder: “ÜZÜNTÜ-HÜZÜN”

9 Eylül Pazartesi günü okullar açıldı. T.C. Milli Eğitim Bakanlığı’nın sitesinde açıklanan bilgiye göre 20 milyon öğrenci 2024-2025 yılının ilk ders zilinin çalmasıyla okullarına başladılar. Aynı gün; Diyarbakır’ın Tavşantepe köyünde 19 gündür kendisinden haber alınamayan 8 yaşındaki NARİN‘in sabah saatlerinde köydeki derede,  çuvalın içinde bulunan cesedi toprağa verildi.

8 yaşındaki çocuk katledilmiş, sol bacağı kopmuş, kaval kemiğiyle, kuran kursundaki elif – ba kitabıyla, elbiseleri, terliğiyle birlikte çuval içine koyulmuş ve içine taşlar konularak üstü yapraklarla gizlenerek köyün deresinde gömülü halde bulunmuş.

Tüylerinizi ürperten, insanlığı sorgulatan durumu birkaç cümlede veya birkaç günde hazmedebilecek, unutabilecek miyiz? Yoksa; anne kimliğimizle, insan kimliğimizle sanatçı kimliğimizle ve/veya sahip olduğumuz  diğer sosyal statülerimizde ki sorumluluklarımızla mı  konuyu düşüneceğiz?  Düşünebilecek kadar önemli bulabilecek miyiz?

Makam mevki sahibi insanlar, eğitimli insanlar… Bizler, bu ve benzer durumlara tepki gösterebilen insanlar nerelerde hata yapıyoruz da, toplumun bir kesimindeki eğitim ve ahlaki durum bu seviyeye kadar düşebilecek hale geliyor.

Sadece sosyal medya hesaplarımızdaki paylaşımlarımızla kendimizi tatmin edip, “hayat akıyor…” söylemiyle kendimizi son günlerdeki moda deyim “hayatı akışına bırak” söylentisiyle kişisel meselelerimize mi odaklanacağız?

NARİN ailesi tarafından kıyılan ilk çocuk muydu?

Daha önceki yıllarda kaç çocuğun yaşamı, nefesi, eğitim hayatı, oyunları ellerinden alındı?

Bu çocuklar kimsesiz çocuklar mıydı?

Ben kimim, sorumluluk hissediyor muyum, bu gibi durumlara engel olabilecek nitelikte bir yaşam sürdürüyor muyum? Benzer sorunların sonuçları karşısında söylemlerde bulunup, konuya ilişkin kınama mesajlarıyla birkaç gün içinde meseleyi genellikle unutuyor gibiyiz.

Hafızamızı yoklayalım; Narin’den önce hangi çocuk-lar ailesi tarafından istismara uğramış ve katledilmişti? Narin son çocuk mu olacak? Bu caniliği yapabilen insanlar bittiler mi?

Elbette hayır; ne değişti ki, bu cehalette kıvranan insanların soyu tükenmiş olsun?

Dönelim makam mevkii sorumluluklarımıza; belki de çoğumuz elimizde ki gücün topluma ne denli katkısı olabileceğinin hiç farkında bile değiliz; ya da farkındayız fakat kendi egolarımızın, keyfe keder yaşam biçimimizin, bencilliğimizin pençelerinde öylesine kıvranıyoruz ki, pardon hiç umursayamıyoruz.

“En iyi” eğitimleri alan insanlar, edindikleri eğitimle, toplumun büyük çoğunluğu cehalet içinde kıvranırken sadece kendi yaşam standartlarını yükseltebilecek şekilde, kariyeri ve ailesi için kullanmamalı; topluma karşı yükümlülüğü olabilmeli, tıpkı vergi verme sisteminde olduğu gibi.

Ekonomik kazançların vergisi var, ancak sosyal kazançlar konusunda pek çok kişi sorumluluk hissediyor mu? Hissedebilseydi ve birey olarak siyasilerin söylemlerinin tuzağına düşmeden eyleme geçebilseydik toplumun geniş kitlesinde yaşanan vahim durumlara tanık olabilir miydik?

Kendi mesleğimle ilgili somut örnekle yola devam edersek; sanatçı sanat yolculuğunu üretimini kim için ve ne için yapıyor? Hiçbir derdimiz olmadan toplumsal meselelerden uzak nasıl ve neyi üretebiliriz?

Toplumun sorunlarına kulağını tıkayarak yaşam yolculuğuna devam eden, sorunlarla karşılaşınca da sadece siyasileri sorumlu tutarak mı yaşayacağız? Oturduğumuz makam ve mevkilerde ne için oturuyoruz? Sadece durum tespiti yaparak mı, yoksa çözümün bir parçası olarak kendi egolarımızdan taviz vererek mi yaşayacağız?

Cehaletle yüz yüze  kalabilen, insan-çocuk-kadın-erkek neden  kalabiliyor?
Bu sorunun yanıtını arayabilecek miyiz?

Siz bakansanız, siz bakan eşiyseniz, siz milletvekiliyseniz, siz milletvekili eşiyseniz, siz belediye başkanı, belediye başkan eşi, vali, vali eşi, sanatçı, Türkiye’nin en varlıklı aile bireyleri iseniz, sivil toplum örğütü vb iseniz vatandaşlara karşı sorumluluklarınız olmalı ve gereğini yapabilmelisiniz.

Benzer titre sahip insanlar, kadınlar-erkekler sosyal medya hesaplarından egolarını tatmin etmeye yönelik yüzlerce paylaşımlarda bulunuyorlar ve maalesef hazin sonuçlarla karşılaşıldığında kınama mesajları ardı ardına geliyor.

Oysa sanat dünyamızdan toplum bilinci çok yüksek olan çok değerli bir emsal sanatçımızı hatırlatmak isterim; Sn. Prof. Dr. HÜSAMETTİN KOÇAN ve BAKSI MÜZESİ !

Değerli sanatçımız Hüsamettin Koçan, BAKSI MÜZESİ’ni 2000’li yılların başında Bayburt’ta yaşama geçirmeye çalışırken emin olunuz işi çok çok zordu; fakat başardı, başarı olan neydi? Bence en büyük başarı Bayburt‘ta ve civar köylerde pek çok NARİN’in geleceğini, hayatını kurtardı ve BAKSI MÜZESİ orada yaşamını sürdürdüğü müddetçe ÇOCUKLARI ve KADINLARI  kurtarmaya devam edecek.

Biz sanatçılar her birimiz toplumun daha nitelikli bir yaşam sürebilmesini önemsiyor, ilgileniyor muyuz? Bu derin konulara ilişkin ne denli bir üretim ve paylaşım halindeyiz?

Yaşamı vahşice ellerinden alınan NARİN VE NARİN GİBİ NİCE ÇOCUKLAR İÇİN ben-biz bir şey yapabildik mi?

Sadece sosyal medya hesaplarımızda konuya ilişkin üzüntülerimizi ifade ederek yaşamımıza evet ama;… diyerek devam mı edeceğiz?

TUİK tarafından teyide muhtaç, basına yansıyan verilere göre Türkiye’de mağdur edilen, kaybolan çocukların sayısı hakkında farklı ifadeler dile getiriliyor.

Merak edenler kısa bir araştırmayla bilgi sahibi olabilirler; canına kıyılan sadece NARİN değil. Başka çocukların da çaresiz kalıyor olmaları karşısında biz ne yapıyoruz?

Çocukları koruyamıyoruz. Çocukları koruyabilecek, onları yaşama donanımlı bir şekilde hazırlamakla yükümlü olan yetişkinler yetiştiremiyoruz.

20 hanelik bir köyde herkes 19 gün sustu.

Üzgün olmanın ne NARİN’e ne de diğer çocuklara hiçbir faydası yok. Lütfen üzülmek yerine çözüm üretelim, elimizi taşın altına koyalım.

TV programları, sosyal medya geniş topluma ulaşmanın en kolay yolu ama her akşam aynı isimler her konuda ahkam kesiyorlar, toplum böyle mi aydınlatılır?

Fazilet Kendirci
9.09.2024 – İstanbul

Bir Yorum

  1. Sanat her dalıyla girmeli dinin korkuyla aşılandığı kırsal bölgelere . Bunun için tabiiki finansal olarak ta Aile ve Sosyal Politikalar , Kültır ve Turizm bakanlıkları bütçe ayırmalı. Diyanet İşlerinin halkın huzuru ve güvenliği konusunda bir işlevi olmadığı ortada. Diyanet İşleri bütçesinden sanat ve kültürel etkinliklerin bütün vatana yayılması için fon aktarılmalı , Sosyal Politikalar ve Kültür Bakanlıklarına

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu