Fasıl – Sedef Subölen yazdı…
O minicik sarı ışık, gecenin en güzel saatinde gözüme çarptığında, gözlerimde minik yaşlar birikti birikecekti..
Fasıldaydım. Hafif rüzgar eserken fısıldadım. Özlediklerim adına. Balıkçı teknelerinden alın teri kokusu geliyordu. Belki de Barış Manço’dan kol düğmeleri çalarkendi bu hissettiklerim. Bizlerin zamandan bol neyi vardır? Bu gece de varsın fasılda geçsindi zaman. Saat sekizdi. Akşamın sekizi. Tüm gün dolaşmaktan ayaklarıma kara sular inmiş bir halde kendimi attığım bu tekne. Ve de rakı balık. En çok sevdiğim de,balıkçı teknelerinin üzerinde yazan memleket kokan, aşk kokan isimlerdir. Okumadan geçmem.
Düşünecek ne çok şey vardı!
Ağlanacak ne çok sebep.
Ağlamaya zaman kalır mıydı?
İzmit’in güzel sonbaharını böylesine özleyeceğimi bilemezdim İstanbul yaz sonunda. Eylül’e girdik. En sevdiğim mevsimin kapısı Eylül..
Koşarcasına kaçtığım güzel şehir. Hiç kimse sevmezken benim toz konduramadığım, ama nedense son anda apar topar kaçıp gittiğim İzmit. Burnumda tütmüştü. Garson kadehimi doldurdu. İzmit’te içmezdim ben. İstanbul içiriyormuş adama fasıl geceleri.
Küçükken, köye gittiğimizde, sobanın ısıttığı odada, yanaklarım kızarırken, annemin dizinde uyuyakalırdım. Büyüklerin muhabbetlerinin sonunu merak ederdim hep. Ama öylesine tatlıydı ki o uyku, hiçbir zaman uyanıp da dinlemedim. Küçükken o dinlemeyip uyumayı seçtiğim muhabbetler, bugün benim yaşadıklarım hakkındaymış. Hayat, iş, aile, özlem, kavgalar, beklentiler, umutlar, kayıplar, kazançlar ve daha yetişkinlere ait bir çoğu. Hiçbir şeyi değil de, annemin dizinde uyumayı çok özledim. Ve neden sıkıldın diye sorulsa, eve her gittiğimde farklı bir mevsim yaşanıyor olmasından sıkıldığımı,seni ne kahrediyor diye sorulsa, yine eve her gittiğimde babamın saçlarındaki beyazların arttığını fark etmek olduğunu söylerdim.
Ve Maşukiye’nin sonbaharlarını öyle sevmişim ki… Şimdi bu fasılda nefes alamıyorum.
Neyse ki fasıldaydım. Benle birlikte elli kişi vardı teknede. Ve herkes fasıla bayılıyor olmalı ki, sabah 8 de evden çıkıp akşam 8 e kadar orada duruyorlar. Gezmekten yoruluyor ayaklarımız. Belki de on saatten fazla gezmiş olmalıyız limanda. Zamandan bol neyimiz var?
Akşam sekizde eve döndüğümde, -sarhoşluktan sırtım ağrıyormuş ayaklarıma eş olarak, ama sırf sarhoşluktan- Belki de bu fasılın en güzel ve hatta tek güzel yanı şu cümleydi duyduğum, sokakta oynayan çocuklardan:
“Çanaaaak çömleeek patlaaaadı.”
Sedef Subölen