Bülent BakanKÖŞE YAZILARI

Tavan Duvar Olursa – Bülent Bakan yazdı…

Gezegenin küresi son derece tehlikeli bir yer. Homo Sapiens’den önce de öyle idi. Homo Smart Sapiens olamaz ise sonra da öyle olacak. Homo Sapiens’in var olan bu tehlikenin katlanarak artmasını keyifle seyretmek gibi Neronik bir moronluğu da var. Mağara devrinden beridir düşen birini görünce kasıkları patlayana kadar gülen türe Andır-o-polojide Homo Gülen Sapiens diyorlar. Bu türün en büyük özelliği her kesimin zaaflarını çok iyi analiz ettirenlerin birileri aç yatarken patlamış mısır kovası jumbo kol kola elde dev ekranda bunu seyredip keyif ile gülmeye devam edebilmesidir. İktisatın temel kuralı tarih boyu işliyor ve zenginliklerin hırsız emeği ile el değiştirdiğini görüyoruz. Bu ihtişamlı kaptıkaçtı ilk çağdan beridir göçlerin itici gücü. İlgi alanımıza giren ise sanattaki el terazi göz kantar servet-i göçler. Nesnelerin göçü hominidlerin göçü kadar eski. Mezar kazıcılığın mezarlara yolluk hazırlamanın tarihi kadar eski olması tesadüf değil. Şamanın amcaoğlu refah içinde mumyalandı o günlerde. Gidilecek yerde metrobüs durağı olsa Akbil kartını da koyardık. Bu durumda biri mezarı patlatıp Akbili de bitene kadar kullanacaktır kesin.Tarih boyu yaşanan budur.  Esas soru diğer tarafta kullanmak üzere Akbil’e ne kadar yükleme yapmak gerek? Bu sayede ruhban sınıfı yan gelip yatabilmiş bugüne kadar. Londra ve Paris de mezar soyucuların fütursuz emeğiyle müze depolarına tıkışdırdıkları sayesinde al gülenim ver gülenim sanat merkezi olagelmiştir. Bütün mesele yan gelip yatan birilerinin diğerlerinin el emeği göz nuru ve alın terini höpürdetmesi. Müzeler mezar kazıcıların mezarlıklarıdır. El emeği nadiren emeğinin karşılığını almıştır. Burada sanat ayrı bir maziye sahip değil o da bu problemden nasibini az ya da fazla almış durumda. Zanaattan nasıl olmuş da kendini sıyırmış bunun için ruhban sınıfı ile arasındaki ilişki incelemeye değer. İyi de konumuz bu değil. Bir kötürüm ile bir küratörümün ayaküstü sohbetine tanık olduğumda bu yanılsamalar ortaya çıktı. Alta Miradakiler hariç bugüne kadar kopyala yapıştır ile gelmedi mi sanat. Ne kadarı gözlem ne kadarı yöneylem tespit etmek ancak irice bir kuantum bilgisayarı sayesinde mümkün olabilir. Sanat önce ne olduğuna karar versin sonrası gelir. Sanatın gözlem ile ilişkisini her daim ortaya koymak gerekir. Gözlem hayatta kalmak için icat oldu. Uzak durasan meyveler ne kadar renkli ise o kadar sorunlu olduğundan hayvanları taklit etmekle başladı sanat. Bu meyveler iyi kafa yapıyor, lekesi de çıkmıyor. Gözlem gücü ressamın hayatta kalmasını sağladı. Bozkırlardaki kazıdım ama batı doğu kazımadı resimler bu hayatta kalan göçer geçerlerin izidir. Hiçbirinin altında imza yok ve çarşıda pazarda, haraçta mezatta tezgâha girmedi bunlar.

Sonuçta herkes ressam olsaydı böyle bir kopyala yapıştır sorunundan bahsetmeyecek idik. Herkes kendi Rembrandt’ını kopyalar asardı. Sanılanın aksine ressamlar resim yapmayı okulda öğrenmiyorlar. Diğer ressamlardan öğreniyorlar. Etkilenmek olmasaydı elimizde sadece Alta Miradakiler vardı. Bilim eserlerinde olduğu gibi kaynak açık ve seçik olarak ortaya konduktan ve mülkiyete saygı duyduktan beri esin essin sorun olmaz.

Herkes ressam olsaydı, müzeler ağzına kadar dolsaydı, küre iki artı dört derece daha ısınsaydı; Van Gogh’un kulağı yerinde olurdu da Van Gogh Müzesi olur muydu bilinmez.

Kürenin dertlerinden bihaber sanatçılar ne zaman bu kadar sorun içinde kendine konu aramaktan vazgeçecek bilinmez. Küre sular altında kalınca su bazlı boyalar ile vedalaşmak zorunda kalınca olabilir. Tanrılar çıldırmış olmalı küresinde bir tuvalin boş kalması çok yazık.

Herkes herkes gibi olunca kürenin tadı kaçıyor. Yüz sene önce herkes daha kendi gibiydi. Biraz Aborjin azcık da Aztek olmak gerekiyor. Herkes Trampik olsaydı ne kadar daha tehlikeli olurdu gezegen tahmin etmek zor. Son çeyrek yüzyılda gelenler fazlasıyla Reganik ve bolca Teçırik olmadı mı? Hepimiz bir gün oralı olsak kimse oralı bile olamayacak. Biz hâlbuki buralıyız ve fazlasıyla kendimiz kalmalıyız. Üstelik sanatçı olarak kendimiz kalmak zorundayız. Popçu olmadan pop artist olmayı başarmak ne kadar büyük bir yüceliktir.

Gezegenin küresi son derece tehlikeli bir yer. Homo Sapiens’den önce de öyle idi. Homo Faberik Sapiens olamaz ise sonrası da öyle olacak. Homo Sapiens’in hata yapma konusunda ısrarcı olarak bu tehlikenin katlanarak artmasına engel olmaması gibi nevrotik bir embesilliği var. Homo sapiens yapılan hataları kopyalama ve tekrar etme gibi bir yeteneğe de sahip.

İnsan hatalarını görmek isterseniz denizdeki kazalara biraz bakmak yeterlidir. Deniz kazaları ile ilgili son yaptığım serinin adı ‘Tavan Duvar Olursa’ RMS Titanik batarken tavan duvar olmuştu.. 33 yaşındaki kıdemli viyolonselci Wallace Hartley de ’24 yaşındaki piyanist  Theodore Ronald Brailey, 20 yaşındaki çellist Roger Marie Bricoux, 30 yaşındaki basçı John Frederick Preston Clarke, 21 yaşındaki viyolonselci John Law Hume ve 23 yaşındaki yine viyolonselci Georges Alexandre Krins, 32 yaşındaki çellist Percy Cornelius Taylor ve 32 yaşındaki çellist John Wesley Woodward ile birlikte duvar tavan oluncaya kadar çalmaya devam ettiler. Bu gezegen kürede bir sanatçı için başka birinden üfürüklenmek akla gelebilecek son şey olabilir. Yazacak çizecek o kadar nesne ve haspa var ki kopyala yapıştır yapmak sadece vakit kaybı olur.

Sonuçta ‘Tanrılar Çıldırmış Olmalı’ ki ‘Mutlu Kimse Suçlu Odur’ Gördüğünüz üzere tırnak içine alınca sorun ortadan kalktı. Bugünkü dünya Wallace Hartley arkadaşları ile beraber son notaları çalarken Benjamin Guggenheim’ın kasasını içindeki Rembrandt, Vermeer, El Greco, Goya, Velazquez kopyaları yaparak yetişmiş Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno Crispín Crispiniano María de los Remedios de la Santísima Trinidad Ruiz Picasso resmi ile çalmaya benziyor. Bence son söz şöyle olmalı: ‘Hırsız Kimse Mutlu O’dur.’

Bülent Bakan

"Yazı"nın Sanat Serüveni 1 - Bülent Bakan yazdı... 2

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu