KÖŞE YAZILARIÖzkan Eroğlu

Abdurrahman Öztoprak Resmi Üzerine

Özkan Eroğlu yazdı...

Abdurrahman Öztoprak Resmi Ve “Plastik Filozofik” Ayrıntılar – Özkan Eroğlu yazdı.

I. FORM

Abdurrahman Öztoprak için form, ne salt görsel bir düzenleme, ne de figüratif bir temsil aracıdır. Onun için form, iç dünyasında titreşen sessizliğin dış mekânda yoğunlaşarak somutlaştığı bir varlık mimarisidir. Formlar; bir şeyi göstermekten çok, bir şeyi “taşır”, fakat neyi taşıdıkları sözcüklere değil, algıya açılır.

Oval ve Spiral Formlar: Kapalı Değil, Dönüşen Yapılar Öztoprak’ın en belirgin form dili, oval, spiral ve dairesel yapılardır. Bu formlar klasik geometriye ait görünse de, sanatçının elinde matematiksel kesinlikten uzaklaşarak duyusal devinime dönüşürler. “Oval”, sabit bir merkez etrafında değil, çoklu merkezler arasında
salınır. “Spiral”, bir sonuca ulaşmaz; kendini tekrar eden değil, kendini arayan bir hareketin izidir. Formlar iç içe geçer ancak birbirini örtmez; her biri bir diğerinin alanına saygılıdır. Bu dairesel yapı, döngüsellikten çok, titreşimsel bir süreklilik üretir.

Formun Sınırı = Varlığın Sınırı Değil

Öztoprak’ta hiçbir form, kesin sınırlarla belirlenmiş değildir. Kenarlar, çizgisel olarak tanımlı değil; ışık ve renk geçişleriyle oluşur. Formlar, sınırda değil; ara bölgede yaşar; ne bir şeye dönüşür, ne de tamamlanır. Bu “eksik” gibi görünen şey, aslında onun en güçlü varlıksal tavrı ve boyutudur: Form, sınırla değil; devinimle vardır. Dolayısıyla Öztoprak’ta form, bir yapı değil; bir süreçtir.

Form = İçsel Ritimle Kurulmuş Sessiz Mimari

Formların düzenlenişi yalnızca optik bir denge arayışı değildir; her form, bir diğerine ritmik bir yanıt verir. Bu ritim: Müzikal değil, kinetik bir zamanlama hissine sahiptir. Kompozisyonda yön yoktur; ancak form ilişkileri gözün doğal devinimini takip eder. Bakış bir formda sabitlenmez; sürekli bir içsel devinim alanı oluşur. Bu, yüzeyin durağan değil; içten titreşen bir yapı olduğunu gösterir.

Formun İşlevi: Figürsüz Simgesellik

Her form, taşıdığı soyutlukla birlikte hissî bir yoğunluk bölgesi durumuna gelir. Figür olmadığı halde, “spiral bir form bir çağrı”, “oval bir alan bir içe dönüş”, “dairesel yoğunluklar bir mistik bütünlük arayışı” olarak hissedilir. Bu, formun simgesel anlamlar yüklenmesiyle değil; içsel ekspresyonun doğrudan plastikleşmesiyle gerçekleşir. Form
burada anlam sunmaz; ancak hissin mekânını kurar. Öztoprak’ın formları anlatmaz, fakat bir halin etrafında sessizce döner.

Plastik filozofik olarak “form” konusunda şöyle bir sonuca varırız: “Formun İçindeki Titreşimsel Varlıksal” boyut açık seçik kendini göstermesini bilmiştir. Bundan böyle Abdurrahman Öztoprak’ın form anlayışı, plastik filozofi kuramımda tanımladığın gibi “iç ekspresyonun dışa çıkarken kendine bulduğu plastik gövde”dir. Bu formlar figüratif değil, duyumsaldır. Hiçbiri “bir şey”e benzemez, ancak her biri “bir durumu” taşır. Form, bir sınır değil; bir devinimin taşıyıcısı, bir varlık titreşiminin sessiz topolojisidir. Öztoprak’ın formu, konuşmaz, fakat adeta yankılanır. Sabit değildir, ancak çözülemez de değildir. Bakıldığında değil, kalındığında açılır; yanında olabilirsen açar kendini.

Abdurrahman Öztoprak Resmi Üzerine
Resim-CLXXV, 1988, MDF Ü. Karışık Teknik, 51×51 cm

II. RENK

“Renk geçişlerinin katmanlı ve yavaş ilerleyen bir süreçle inşa edilmesi” ifadesini Abdurrahman Öztoprak’ın teknik, estetik ve varlık tavrıyla ilişkilendirmişimdir hep. Bu açıklama, aynı zamanda Plastik Filozofi kuramımın iç ekspresyondan dış ekspresyona geçişte “renk”i bir taşıyıcı, bir titreşim yüzeyi olarak gören yaklaşımıyla da oldukça
uyumludur.

Renk Geçişleri: Zamanlaşmış Rengin Sessiz İnşası

Abdurrahman Öztoprak için renk, ifade edilecek bir hissin simgesi ya da bir yüzeyi canlandıran plastik unsur değil. Renk, onun sanatında hem zamanın hem de mekânın taşıyıcısı haline gelmiştir. Rengin bir formdan diğerine geçişi, yalnızca bir yüzey organizasyonu değil; bir varlık durumunun yavaşça açığa çıkmasıdır.

Renk Geçişi = Zamanlaştırılmış Form

Öztoprak, rengi âni kontrastlarla değil, yumuşak, neredeyse sezilemeyecek geçişlerle kurar. Bu geçişler izleyiciyi şöyle bir deneyime davet eder: Bakışın hızını azaltır. Gözle algı yerine bedensel bir duyumsamayı tetikler. İzleyicinin dikkatini “renk ne?” sorusundan çıkarıp “renk nasıl oluşup, geçiyor?” sorusuna yönlendirir. Bu geçişler, bir resim nesnesi değil; bir olay gibidir. Renk Öztoprak resminde göstermez, oluşur.

Katmanlı İnşa = Rengin Hafızası

Öztoprak’ın renkleri çoğu zaman tek seferde uygulanmaz; kat kat sürülür, açılır, örtülür, yeniden yapılandırılır. Bu katmanlılık: Renge derinlik kazandırır, opaklıkla saydamlık arasında titreşimsel boyutlar yaratır. Yüzeyi dümdüz değil, içsel bir titreşimle soluk alıp veren bir alan haline getirir. Her renk, altında başka bir rengin varlığını
sezdirerek bir geçmişi, bir yapısal hafızayı taşır. Renk, burada yalnızca görülen değil; yavaşça hatırlanan bir şeye dönüşür.

Renk Üzerinden Oluş Filozofisi

Öztoprak’ın resminde hiçbir şey hızlı değildir; özellikle renk. Rengin bir başka renge dönüşmesi, ani bir karar değil, sezgisel bir yönelimle olur. Renk değişimi keskin geçişlerle değil; sanki zamanın içinde eriyerek gerçekleşir. Bu, izleyicide yalnızca bir görsellik değil, bir devinim hissi, neredeyse bir müzikal akış yaratır. Yavaşlık burada bir teknik değil; varoluşsal bir tavırdır. Çünkü Öztoprak, “bir şeyin ne olduğunu” değil, “nasıl olduğunu” sıklıkla sorar; özellikle renk söz konusu olduğunda.

“Renk” – “Işık” – “Durum”: Sessizlikten Gelen Duygulanım

Renk geçişleri Öztoprak’ta aynı zamanda ışıkla da iç içe geçer. Işık, renkten ayrı düşünülmez; renk, ışığın bir durumudur. Bu nedenle geçişler, sadece tonlar arası değil; ışık yoğunlukları arasında bir devinim üretir. Sonuç olarak yüzey, sadece boyanmış bir alan değil; bir durum taşıyıcısı konumuna ulaşır: Durgun, fakat titreşen. Bu yüzeyde hiçbir şey sabit değildir, ancak hiçbir şey de dağılmaz. Renk bir bağırma değil; derin bir iç konuşma gibidir.

Plastik filozofik olarak “renk” konusunda şöyle bir sonuca varırız: “Rengin Dili: İçten Dışa Akan Sessiz Düşünce”dir. Abdurrahman Öztoprak’ta renk geçişleri, sadece görsel bir tercih değil; duyusal bir filozofik yöntemdir. Renk, “zaman”la birlikte inşa edilir. Geçişler, yüzeyin altındaki titreşimi görünür kılar. Bu süreç, resme değil, bakışa zaman kazandırır. Öztoprak’ta renk geçişi, bir yüzeyi alan anlamında doldurmaz; bir varlık durumunu zaman içinde örer. Resim, renk ile değil; renkle kurulmuş bir “zaman mekânı” ile doludur.

Özkan Eroğlu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu